Bayramlar geldiğinde akınların yönü tersine döner. Şehirler köylere doğru akmaya başlar.
Cumhuriyet dönemi tarım politikaları incelendiğinde bunlar arasında, çeşitli etmenlere göre değişen pek çok farklılıklar bulunmasına karşın, hiç değişmeyen temel bir ortak özellik dikkati çekmektedir. Bu dönemin tüm politikalarında görülen ve bugün de devam eden bu ortak özellik tarımda köylülüğün sürdürülmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Üstelik bu özellik, birbirlerine karşıtmış gibi gözüken çeşitli siyasal, mesleki ve bilimsel çevrelerin neredeyse tümünde de sözbirliği etmişçesine demirbaş bir özellik biçiminde yerini korumaktadır.
Köy bir yerleşim yeri ve köylülük de genel olarak bu ortamda geçen bir yaşam biçimidir. Bu kavramlar konusunda geçmişte Aristo'dan, İbni Haldun'dan tutun da günümüz toplumbilimcilerine kadar pek çok tartışmalar yapılmış ve çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bu görüşler arasında bazı farklılıklar bulunmakla birlikte bugün artık ortak görüş şudur ki köy ve köylülük kent ve kentliliğe göre daha çok geriliği ve daha az gelişmişliği ifade etmektedir. Bu bağlamda, tarımda köylülüğün sürdürülmesi politikaları da tarımı bu geri ve gelişmemiş dar çerçeveye bağlı kılan ve hapseden politikalar olarak tanımlanabilir.
Bu politikaların temel özelliği tarımı bir ekonomik sektör ve tarım işletmeciliğini de bir ekonomik işletme gibi görmemesidir. Buna göre tarım bir geçimlik aile uğraşıdır, tarımcılık babadan oğula geçen ve sürüp giden bir aile ve soy mesleğidir, köylüye köyünde asgari geçim koşulları sağlanmalı ve köylü köyünde kalmalıdır, köylü gerçek bir girişimci olmaya değil çiftçi olmaya ve çiftçi kalmaya devam etmelidir. Bu politikalar, bir şarkının "İşçisin sen işçi kal" biçimindeki sözlerinde olduğu gibi adeta "Köylüsün sen köylü kal" demeye getiriyor işi.
Elbette bu politikaların bugünkü sahipleri politikalarını bu kadar açık ve yalın bir biçimde anlatmamaktadırlar. Onlar, küçük tarım işletmelerinin ve köy ailelerinin yaşatılması, desteklenmesi ve korunması gerektiğini ve bunun toplum yapımız, toplumsal ve ülkesel çıkarlarımız için kaçınılmaz olduğunu neredeyse köy ve köylülük fetişizmine varacak kadar allı-pullu sözcüklerle dile getirmektedirler.
Bunun böyle olduğu, geçmişten günümüze dek tarım tarihimiz ve tarım politikalarımız incelendiğinde açıkça görülmektedir. Şöyle ki ;
1) Cumhuriyet, tarımda küçük köylü işletmeciliğini Osmanlı'dan devralmıştır. Osmanlı tımar sisteminde köylüye verilen arazi bir çiftçi ailesinin geçimini sağlayacak miktarda tutulmuştur. Verilen toprak miktarı verimli yerlerde 60-80, orta verimli yerlerde 80-100 ve kıraç yerlerde de 100-150 dekarla sınırlandırılmıştır. Köylü bu küçücük toprak parçasını işlemekle yükümlüydü, özgürlüğü kısıtlanmıştı ve toprağını terk edemezdi, terk ettiğinde de geri getirilirdi. Aşağıda değinilecek olan Cumhuriyet dönemi kırsal göç karşıtı politikalara özde ne kadar benziyor değil mi?
2) Osmanlı'dan devralınan bu düzen, 1926 Tarihli Medeni Kanunla mülkiyet özelleştirilerek korunmuş ve perçinlenmiştir.
3) Bu düzen ve bu yapı, 1923-1938 yılları arasında, büyük bir kısmı 200 bin aileyi kapsayan göçmen nüfus olmak üzere, topraksız köylülere yapılan 3.7 milyon dekar arazi dağıtımı ile daha da genişletilmiş ve güçlendirilmiştir.
4) Atatürk'ün ölümünden sonra 1945 yılında çıkarılan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu da tarımda küçük köylü işletmelerinin sayısını artırmıştır. Bu kanuna göre vakıf arazilerinin tümünün kamulaştırılarak çiftçiye dağıtılması çalışmalarına başlanmıştır. Aynı şekilde, üretim amacıyla kullanılamayan ve fakat tarıma elverişli Devlet arazilerinin ve belirli büyüklükler üzerinde bulunan şahıs arazilerinin kamulaştırılarak topraksız ya da az topraklı çiftçilere dağıtılması hükme bağlanmıştır. Kanunun yürürlükte kaldığı 28 yıl süresince toplam 432 117 aileye ortalama 51.6 dekar büyüklüğünde arazi dağıtılmıştır. Yani, çokluğundan yakındığımız bugünkü 3 milyon 21 bin adet tarım işletmesinin %14'ü bu yasa ile oluşturulmuştur.
5) Böylece, gerek Osmanlı'dan devralınan ve gerekse daha sonraki politikalarla Türk tarımı küçük köylü işletmelerine dayanan bir yapıya sahip olmuştur. Köylünün işlediği toprağa sahip olmasının üstünlüklerinin yanında, küçük tarım işletmelerinin sakıncaları bilindiği içindir ki Atatürk'ün teşviki ile 1935 yılında 2834 ve 2836 sayılı Tarım Satış ve Tarım Kredi Kooperatifleri kanunları çıkarılmıştır. Sıkıntılı savaş yıllarından sonra, 1948 yılında yalnızca tarım sektörüne yönelik uygulanamayan bir plan da hazırlanmıştır. Ancak bu çabalar tarımı, temeli köylülüğün sürdürülmesine dayalı olan bu bozuk yapıdan kurtarıp gerçek birer ekonomik işletme kimliğinde işletmelere sahip olan sağlıklı bir yapıya kavuşturamamıştır.
6) 1950-60 yılları arasındaki 10 yıllık dönemde küçük arazili ve çok parçalı tarımsal yapının iyileştirilmesi yönünde yeni bir politika izlenmemiştir. Daha önceki dönemlerde başlatılan ve küçük köylü işletmelerinin sakıncalarını giderebilecek olan kooperatifleşme hareketi de gereğince desteklenmemiş ve geliştirilmemiştir. Kooperatifçilik konusundaki gelişme daha çok sayısal bakımdan olmuş ve fakat nitelik ve işlevsellik açısından önemli bir gelişme sağlanamamıştır. Bu dönemde daha çok mevcut bozuk yapı içerisinde çözümlemeler aranmıştır. Tarımsal krediler artırılmış, tarımda makineleşme hareketi geliştirilmiş, destekleme fiyatları yüksek tutulmuş, tarımsal vergiler düşürülmüş ve böylelikle küçük köylü işletmeleri ayakta tutulmaya ve köylü memnun edilmeye çalışılmıştır.
7) 1950'lere gelindiğinde, bu uygunsuz ve bozuk tarımsal yapı içinde yaşayan kırsal nüfus, diğer başka etmenlerin de etkisi ve katkısıyla, kırsal kesimden göç etmeye başlamıştır. Gerek bilimsel çevrelerde ve gerekse devlet düzeyinde, karşılaşılan bu yeni sorun için bulunan çözüm de kırsal nüfusun kırda tutulması ve kırsal göçün önlenmesi biçiminde ortaya çıkmıştır. Siyasi parti programlarından tutun da hükümet programlarına ve oradan da kalkınma planlarına kadar hep bu temelde politikalar önerilmiş ve uygulanmıştır. Bu bağlamda olmak üzere Tarım Kent, İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planına giren Merkez Köy ve Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planına giren Köykent projeleri üretilmiştir. Üçü de iktidar olmuş üç ayrı siyasi partimize ait olan bu projelerin ortak yanı kırsal nüfusu kırda tutmak ve köylüyü köyüne hapsetmektir. Bu proje ve politikaların başarısız olduğu bugün açıkça ortaya çıkmıştır. Ne var ki bu tür politikalar ve zorlamalar da tarımımızda köylülüğün devamına destek olmuştur. Araziler daha da parçalanmış ve aslında köylümüzün kafasında hiç olmayan ve yalnızca okumuşlar ve kentlilerin kullandığı bir kavram olan sözde tarım işletmeleri daha da küçülmüş ve çoğalmıştır. Öylesine ki 1950 yılında 2.2 milyon olan işletme sayısı şimdi 3 milyon 21 bin olmuştur.
8) 1960'lardan sonra başlayan planlı dönemde de 1980'li yıllara kadar tarım politikalarının özünde bir değişiklik olmamıştır. Bu dönemde de desteklemeler şöyle olsun böyle olsun, girdi ve ürün fiyatları düşük olsun yüksek olsun, çiftçiye 3 inek verelim 5 inek verelim, orman köylüsü zatı ihtiyaç alsın ve ormandan yakacak odun kessin, tarladan taş toplatalım köylü gelir sağlasın ve tarlanın verimi artsın vb tartışma ve uygulamalarla köylünün köyünde tutulması ve köylülüğün sürdürülmesi temeline dayalı politikalar güdülmeye devam edilmiştir.
9) 1980'li yıllardan sonraki planlı dönemde ise, her ne kadar ekonomide piyasa mekanizmasının tüm kurum, kurul ve kuralları ile işletilmesi yönündeki politikalar tarım için de uygulanmaya çalışılmış ise de bu dönemin tarımda reform adı altındaki tüm işleri yine köylülüğün sürdürülmesi temelinde yürütülmüş ve sonuç da bugünkü düş kırıklığı ve yıkım olmuştur. Örneğin, dış baskıların dayatmasıyla gündeme gelen Doğrudan Gelir Desteği, ilgili mevzuatın metnindeki parlak ifadelerin aksine, küçük köylülüğün devamına dönük bir biçimde uygulanmış ve uygulanmaktadır.
10) Denilebilir ki Cumhuriyetin en tartışmalı, en iddialı, en kapsamlı, en maceralı ve de en kadersiz projesi toprak reformu projesidir. Geçmişi bir yana bırakırsak, 1960'larda bu konuda 8 kanun tasarısı hazırlanmış, bu tasarılardan ancak 1 tanesi TBMM gündemine gelebilmiş ve fakat o da kanunlaşamamıştır. Bir askeri müdahaleden sonra 25.06.1973 tarihinde çıkabilen 1757 Sayılı Toprak ve Tarım Reformu Kanunu da 19.10.1976 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Bilindiği gibi, bu yasanın iptalinden 8 yıl sonra 1 Aralık 1984'te Cumhuriyetin toprak reformu projesini kuşa çeviren 3083 Sayılı Sulama Alanlarında Arazi Düzenlenmesine Dair Tarım Reformu Kanunu çıkarılmıştır. Uygulanabildiği kadarı ile 1757 sayılı yasaya göre çiftçilere ortalama 180 dekar büyüklüğünde arazi dağıtılmıştır. Sonuçta, gereğince uygulanamadığı için yarım yamalak bir uygulama ile Cumhuriyetin bu iddialı projesi bile küçük çiftçi sayısını artıran ve köylülüğün devamına destek sağlayan bir özellik kazanmıştır.
11) Bir başka maceralı proje de arazi toplulaştırması projesidir. İlki 1961 yılında Konya'nın Çumra ilçesi Karkın köyünde başlatılan bu çalışmada günümüze kadar sulamaya açılmış alanların yalnızca %9.3'ü kadar alanda toplulaştırma gerçekleştirilebilmiştir. Yaklaşık 50 yılda yaklaşık %10 gerçekleşme sağlanabilmiştir. Demek ki tamamının gerçekleşmesi için daha 450 yıla ihtiyacımız vardır. Aslında, arazi toplulaştırması projesi de küçük köylü tarım işletmesini bir ekonomik işletmeye dönüştürmek için değil mevcut durumu ve köylülüğü devam ettirebilmek için bir iyileştirme çabasından ibaret bir projedir.
12) Köylülüğün sürdürülmesi temelindeki bütün bu politikaların yanında bilimsel çevrelerde de aynı görüş savunulmuş ve savunulmaya devam edilmektedir. Bu çevreler optimum işletme büyüklüğü yerine hep yeter gelirli işletme büyüklüğü üzerinde durmuşlar ve bunu önermişlerdir. Örneğin, son günlerde bir çok yazar, uzman ve bilim adamları apaçık kanıtlanmış olan organize büyük tavukçuluk işletmelerinin başarısına karşın bile 3-5 adetlik küçük köy tavukçuluğunu göklere çıkartmaktadırlar. Kanımızca, gerçek bir tarım reformu içinde yeter gelirli işletme büyüklüğünün yeri yoktur. Yeter gelirli işletme büyüklüğüne göre tarımı biçimlendirmeye çalışmak tarımı ilkelliğe ve nefis körletmesine mahkum etmek demektir. Bireyleri yeter gelirli kılmakla işletmeleri yeter gelirli kılmak birbiriyle karıştırılmamalıdır. Bireyleri yeter gelirli kılmak doğru bir düşüncedir. Ancak bunu işletmelere de uygulamak işletmeleri ekonomik birim olmaktan çıkarıp sosyal birim haline dönüştürmek demektir.
Sonuç olarak, politikalar içinde bulunulan koşullara göre oluşturulur, geliştirilir ve koşullar değiştiğinde politikalar da değişir. Dolayısıyla, her politika bütün zamanlar için doğru olmayabilir. Köylülük temeline dayalı tarım politikaları için de durum böyledir. Özellikle, Cumhuriyetin başlangıç yıllarındaki koşullara göre oluşturulan bu tür politikalar o koşullar içerisinde doğru olabilir. Ancak bugün, köylülük temeline dayalı tarım politikalarının savunulabilir hiçbir yanı yoktur. Yalnızca bugünkü Hükümetin Tarım Reformu diye sunduğu bir takım yasa değişiklikleri ve sıradan uygulama projeleri değil, epeyce uzun bir zaman dilimindeki tüm hükümetlerin tarım politikaları da tarımımızın sorunlarını çözecek nitelikte değildir. Bu politikalar ufku dar, gerçek yenilikten ve yaratıcılıktan yoksun, temel bir dönüşüm ve değişim aracı olmaktan uzak, eski tas eski hamam nitelikli günü birlik politikalardır.
Türkiye tarımının bugünkü en büyük sorunu, köylülük temeline dayalı bu tür politikalardan kurtulmak ve çözümü de, tarım işletmelerinin ekonomiklik ve yarışabilirlik temelinde köklü bir dönüşümden ve değişimden geçmesinde aramaktır. Bu işin nasıl yapılabileceğini bir sonraki makalemde açıklamaya çalışacağım.
/Prof. Dr. Osman GÖKÇE
08.11.2006
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder