13 Nisan 2007 Cuma

Türkiye’de Köyden Kente Göçün Siyasal Yansımaları -I



Göç olgusu, toplumsal değişimin göstergelerinden biridir. Bir ülkenin sanayileşme ve kentleşme oranı, modernleşme süreciyle belirginleşir. Endüstrinin gelişmesine paralel olarak ortaya çıkan kentleşme olgusu, ekonomik olduğu kadar sosyal yapıdaki değişimlerde de ifadesini bulur.

Endüstriyel gelişme sonucu kentlerde ortaya çıkan işgücü ihtiyacı, köyden kente göçün başlıca nedenini oluşturur. Köyden kente göç, sanayileşmenin bir gereği olduğu kadar, modernleşme sürecinin bir simgesi olarak da değerlendirilmektedir. Ancak göç olgusu, Türkiye’de bu genel anlamının dışında yapısal nitelikteki kimi değişkenlerle karakteristik hale gelerek, sosyal bir yaraya  dönüşmüştür.

Bu çalışmada, Türkiye’de 1950’lerde başlayan ve hala devam eden “köyden kente göç” olgusunun, toplumun tek tek her kesimine ve bütününe olan yansımalarını yararlandığım kaynaklar ışığında ve konu hakkındaki kendi fikirlerim doğrultusunda aktarmaya çalışacağım.



1.TÜRKİYE’DE KÖYDEN KENTE GÖÇ OLGUSU

Türkiye’de köyden kente göç, bütün diğer ülkelerde de olduğu gibi kentlerdeki sanayileşme ile kurulan fabrikaların işgücü ihtiyacını karşılamak, bununda dışında, göçen insanların gözünden olaya baktığımızda hem ekonomik hem de sosyal açıdan daha rahat bir yaşam sürdürebilmek amacıyla kentlere akın eden insanların oluşturduğu normal ve beklenen bir olgu idi. Ancak giriş paragrafında da belirttiğim üzere maalesef Türkiye’de köyden kente göç, hem amacı dışına çıkmış hem de bu göçün sebepleri değişikliğe uğramıştır.

“Göç ile birlikte "kaç" kavramını kullanma ihtiyacını duyuyorum; çünkü göç daha çok iradi bir yer değiştirmeyi içermektedir. Bu nedenle göç kavramı Türkiye’deki bütün yer değiştirmelerini (nüfus mobilitesini) açıklamaya yetmemektedir. Örneğin son 7 yılda yaklaşık 3000 köy ve mezranın boşaltıldığı yetkililerin kendi beyanlarından anlaşılmaktadır. Bu kendi iradesi dışında göçe zorlanan veya göçertilen nüfusun mobilitesi için "kaç" kavramının kullanılması daha uygun olur diye düşünüyorum. O nedenle güneydoğudaki göçü anlatırken sadece "göç" kavramını kullanmak eksik ve yetersiz kalacağından "göç ve kaç" hareketleri kavramlarının birlikte kullanılması daha kapsayıcı ve açıklayıcı olacaktır.”[1] Bununla birlikte insanların köyden kentlere çaresizlik içinde savruluşu, sosyal bir yaranın dışa vurumundan başka bir şey değildir.


2.TÜRKİYE’DE KÖYDEN KENTE GÖÇÜN BAŞLANGICI

Türkiye’de 1946’dan sonra gerçekleşen hızlı ekonomik değişmeye paralel toplumsal dönüşüm, kırdan kente göç olgusuyla kendini ortaya koymaktadır.  Ülkemizde, özellikle 1950’li yılların başlarından itibaren hızlanan iç göç süreci, kentleşmenin hızlanmasına paralel olarak artmış, kentsel yerleşmenin nüfus artışını, hem kırsal yörenin hem de Türkiye nüfus artışının üstüne çıkarmıştır. Örneğin 1980 nüfus sayımı sonuçlarına göre ülke nüfusu %2.07 hızla artarken, Kırsal Nüfus %1.34, Kentsel Nüfus ise %3.04 hızla artmıştır.

Türkiye'de de nüfus artış hızı 1950'li yıllarda yükselmeye başlamıştır. 1985-1990 yılları arası Türkiye'de şehir nüfusu kırsal bölgede yaşayan nüfusa eşitlenmiş ve 1990 yılı nüfus sayımına göre şehir nüfusu kırsal bölge nüfusunu aşmıştır. Kırsal bölgelerdeki nüfusun azalmasının en önemli sonucu tarımda çalışan insanların yaptığı üretim durmuştur. Şehirlere göç eden insanlar tüketici sınıfına geçmişlerdir. Bu yüzden üretimde azalma ve tüketimde artış olmuştur.”[2]

2003 yılının ilk aylarını yaşadığımız şu günlerde bile Türkiye’de köyden kente göç devam etmekte ve büyük kentler hala kırsal kesimlerdeki çaresiz insanlar için bir umut kapısı olarak görülmektedir.


3.TÜRKİYE’DE KÖYDEN KENTE GÖÇÜN NEDENLERİ

“Başlangıçta yani 1950'li yıllarda, iç göçün sebebi sanayileşme ve kalkınma olarak bilinmektedir. Bu yıllarda şehirleşme hızı %2.5 iken 1975 yılında %6'nın üstüne çıkmıştır.”[3] Şehirdeki istihdam ortamı , eğitim ve sağlık kurumlarının varlığı ve şehir hayatının çekiciliği kentleri cazibe merkezi haline getirmiş ve kırsal bölgeden şehre doğru nüfus hareketini hızlandırmıştır. Diğer taraftan veraset yoluyla toprakların parçalanması , verimli toprakların daha az sayıdaki çiftçilerin elinde toplanması ve fakirleşme köylerden kaçış sebebi arasında sayılabilir. 1980 yılından sonra ise doğu ve güneydoğu bölgelerindeki terör nedeniyle can ve mal güvenliğinin kalmayışı göçün en büyük etkeni haline gelmiştir. 

Bunların dışında göçün nedenlerini itici nedenler ve çekici nedenler olarak ikiye ayırabiliriz:

* Son yıllarda tarımda makineleşmenin yaratmış olduğu boş iş gücü.
* Kırsal alanda nüfus artışına bağlı olarak arazi bölüşümünün yaratmış olduğu yoksulluk.
* İstihdam olanaklarının olmayışı ve işsizliğin getirmiş olduğu tedirginlik.
* Çok sayıda ilçe ve köyün GAP Projesi'nden dolayı baraj göl havzaları altında kalması, diğer kırsal alanlarda ise terk edilen köylerde kalan az nüfusun da artık kurtuluşu şehirde görmesi
Bunlar göçün itici nedenleridir.

*  Kentlerin sahip olduğu olanakların yaratmış olduğu cazibe;
*  İş-güç arayışı,
*  Çocuklarına daha iyi bir gelecek hazırlama isteği,
*  Kaliteli eğitim ve sağlık olanaklarından faydalanma beklentisi,
*  Mutlu bir yaşam sürme düşüncesi,
*  Kentte daha güvende olma hissi,
*  Sosyal güvence arayışı

*Kitle iletişim ve ulaşım tekniklerinde ve olanaklarında meydana gelen değişme ve gelişmeler.
Bunlar da göçün çekici nedenleridir.

*Göç etme, yer değiştirme (insani) eğilimi ki bu da göçün evrensel nedenidir.
Bütün bunların karşılıklı (fonksiyonel) etkileşimi, insanları yerinden yurdundan etmekte, kentin stresli ortamına çekmekte veya itmektedir. Bu nedenle, kentlere akın edenler kentlerde büyük nüfus yığılmasına neden oldukları halde, kentsel arz ve olanaklarda aynı derecede bir artış olmadığından, sonuçta, kentleşme, nüfus artışlarından yani demografik şişmeden öteye gidememektedir.


Türkiye de köyden kente göçün nedenlerini maddeler halinde saydıktan sonra şimdi de bu olgunun biraz daha Türkiye’ye has karakteristik özelliklerine yer vermek istiyorum.

Bilindiği gibi Osmanlı dönemlerinden bu yana kırsal nüfusun ülke ekonomisine katkıları çok büyük boyutlardaydı. Gerek tarım gerekse hayvancılık Osmanlı ülkesinin en önemli üretim öğelerindendi.  Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından ve gelişmeye başlamasından sonra bile kırsal nüfusun yani köylünün ulusal ekonomiye ne kadar büyük katkı sağladığını Atatürk’ün “Köylü, Milletin Efendisidir” sözünden de anlamak mümkündür. Türkiye’de sanayileşme sonucu gerçekleşen 1946-1960 arası Türkiye’de kentleşme hareketleri sonucu meydana gelen olağan göç hareketlerini saymazsak, daha sonraki yıllarda ne oldu da yüzyıllardan beri tarım ve hayvancılıkla geçimini rahat sağlayan köylü günümüze kadar süregelen bir göç hareketine başladı? Ne oldu da büyük kentler, köylünün umudu oldu?

Hepimiz biliyoruz ki bir insanın evini, toprağını, memleketini bırakıp kendi ülkesi içinde olsa dahi başka bir mekana göç etmesi için çok ciddi nedenlerinin olması gerekir. Dahası çaresiz olması gerekir.  Bugün sokaktaki herhangi bir vatandaş bile köyden kente göçün nedenlerini, işsizlik, terör, eğitimsizlik, yoksulluk, devlet tarafından yaptırılan zorunlu göç hareketleri ve bunun gibi alışılagelmiş ve bilinen nedenleri sayabilir ve bütün bunlar doğrudur. Ancak ben zaten herkesçe bilinen bu nedenlerin yanında bu olgunun daha farklı nedenlerine de yer vermek istiyorum. 

Her ne kadar Cumhuriyet dönemi Türkiyesinde, kırsal alanlarda tarım ve hayvancılığı destekleyici ve buradaki halkı bu iş kolunda istihdam edecek şekilde bir takım çalışmalar yapılmışsa da bu çalışmalar tam anlamıyla başarılı olamamıştır. Başarılı olamamıştır çünkü devletin yaptığı bütün bu tarım ve hayvancılıktaki istihdam yaratma ve özellikle tarımdaki sübvansiyon faaliyetleri dışında devlet buralara hizmet getirmemiştir, hastane, okul getirmemiştir, yol, su, elektrik, telefon, kısaca çağdaş bir yaşam olanağı getirmemiştir. Onları halen izlerine rastladığımız feodal yapının bir uzantısı olan toprak ağalarından kurtaramamıştır. Sonunda o insanlarda gözlerini açtılar ve şehirlere baktılar, baktılar ki orada insanca yaşamak için gerekli bütün unsurlar var. Günde 16 saat tarlada güneş altında orak sallayıp emeğinin 10’da 1’ini bile kazanamamaktansa, çaresizlikten, yoksulluktan akın akın kentlere göç ettiler ve daha sonralarda Şehir merkezlerinde sınırlı ve zaten doygun noktada bulunan istihdam imkânları, göçün doğurduğu nüfus artışına cevap verebilecek düzeyde olmadığı için, nüfus artışının, ücretli iş artışından yüksek olmasıyla görülen işsizlik, şehirleri sefalet tablolarıyla doldurmaya başladı.

Kırsal kesimde can ve mal güvenliğini sürekli tehdit altında bulunduran terör problemi, bu bölgelerde zorunlu göç hareketlerine neden olmaktadır. Güvenlik ihtiyacı, bütün canlılar gibi insanın da temel dürtüsüdür. Türkiye’de de insanlar terör korkusu sebebiyle köylerini bir bir boşaltıp, büyük kitleler halinde kentlere akın etmişlerdir.

Köyle şehir arasındaki eşitsizliği büyüten ve göçü hızlandıran en önemli unsurlardan biri de, eğitimdir. Bireylerin sosyal statülerini yükseltebilmesinin belli başlı yolu sayılan eğitim, köydeki nüfusu da bir sifon gibi şehirlere çekmektedir. Köyde yaşayanlar kendileri veya çocukları için, şehre önemli bir ayrıcalık sağlayan eğitim imkânlarından yararlanmayı istemektedir. Ancak Türkiye’de bu da mümkün olmadı. Devlet şehirdeki çocuklara, gençlere tanıdığı eğitim olanaklarını kırsal kesimdeki çocuklara sağlayamadı.

Bütün bunların yanında “günümüzde bile hala iç göçün devam etmesinin en önemli sebeplerinin başında Radyo ve televizyonun söz konusu eşitsizlikleri, toplumsal bilince yansıtıp belirginleştirmesi, şehir hayatını özendirici etkileriyle birlikte kendini göstermekte, göçü teşvik edici bir sosyal psikoloji oluşturmasıdır.”[4]

Aslında artarak devam eden bu göç hareketleri, köylünün devlete sessiz bir başkaldırışıydı “Sen bana gelmezsen ben sana gelirim, istediğimi alırım” demenin başka bir yoluydu bu. Türk köylüsü kendi kurtuluşunu yine kendi yaratmıştı.


4.TÜRKİYE’DE KÖY-KENT FARKI

Dünyanın her yerinde köyler ve kentler arasında büyük farklılıklar vardır. Ancak önemli olan bu farklılıkların hangi boyutta olduklarıdır. Bu boyut önemlidir, çünkü iki şeyin birbiri arasındaki farklarını karşılaştırırken o şeylerin en azından aynı amaç için kullanılması lazım. Örneğin: “insanca yaşamak için”.

Türkiye’de herhangi vasat bir Anadolu kenti ile Güneydoğu Anadolu bölgesindeki bir köy arasında, çok büyük fark var vardır: kentte insanlar yaşarlar, köyde ise yaşamaya çalışırlar. Yaşamaya çalışırlar çünkü köyde yaşam zordur. Aslında yukarıda belirttiğim bu fark biraz mü bala edilmiş gibi gözükse de doğrudur. Çünkü yıl 2003 ve biz hala Türkiye’de ana haber bültenlerinde daha yeni elektrik bağlanmış, daha yeni içme suyuna kavuşmuş köylerin halini, oradaki insanların vanasını çevirince suyu akan bir çeşmeye gözleri parlayarak nasıl baktıklarını hayretler içinde, hatta biraz da utanarak seyrediyoruz. Tabii ki bütün bunlar Türkiye’de şehirlerdeki yaşamın fevkalade olduğunu da göstermiyor her ne kadar köylerden kat be kat çağdaş olsalar bile kentlerimizde de durum çok iç açıcı değildir. Başta altyapı sorunları olmak üzere kentlerimizde de birçok önemli sorun vardır. Bu sorunlar aslında köyden kente göçlerle başlayan bir zincirleme reaksiyonun etkileridir. Şehrin fizikî ve kültürel dokusu, göçün olumsuz sonuçlarıyla tahrip olmaktadır. Kaçak yapılaşmanın neden olduğu sağlıksız büyüme ve yaşama ortamı, şehir kimliğini ve kültürünü de deforme etmeye başlar, bunun sonucunda hem köyden kente göç eden insanlar bu durumdan bir çok yönden olumsuz etkilenir.

Yukarıda saydığım nedenlerle göç eden, şehrin bu davetsiz misafiri durumundaki insanlar; köylerinde yolu, suyu, kanalizasyonu, elektriği olmayan ve son derece basit yapılmış evlerde yoksulluklarına boyun eğerek yaşamaktadır. Eğitimsizlik, suç işleme oranlarının artışı, sağlık hizmetlerinden yararlanamama, psikolojik bunalımlar, bu sosyal yaranın dışa vuran görüntülerini oluşturur


5.TÜRKİYE’DE KÖYLÜ VE KENTLİ İNSAN PROFİLLERİ

Dünyanın her ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de köyde yaşayan insanla şehirde yaşayan herhangi bir insan arasında ekonomik durum, eğitim durumu ve bunlara bağlı olarak statü farklılıkları olabildiği gibi bir takım sosyal ve kültürel farklılıklar vardır. ancak bunlardan en önemlisi ve üzerinde ısrarla durmamız gerekeni eğitimdir.

Köyde doğup büyüyen birey, ister kadın ister erkek olsun kentli bir bireye oranla daha erken aile kurar, yani evlenir ve buna bağlı olarak kentteki bireyden daha önce çocuk sahibi olur. Buraya kadar evlenme yaşının çok küçük olmasının dışında bir gariplik yok. Ancak köydeki birey 1,2,3 çocukla yetinmez ve bakamayacağı kadar çocuk yapana kadar üretime devam eder. “Neden bu kadar çocuk yaptın?” sorusuna cevap Türkiye’de yıllardan beri aynıdır: “Allah veriyor”. Devletin nüfus planlaması çalışmaları doğrultusunda kırsal kesimlerde başlattığı ve yıllardan beri devam eden çalışmalar maalesef beklenen başarıyı sağlayamamıştır. Tabii kırsal bölgelerdeki bu nüfus patlamasının önemli bir nedeni de çok eşlilikten ileri gelmektedir ki bu konu apayrı bir araştırma konusudur.

Kentlerdeki insanlar ise nispeten daha olgun yaşlarda evlenip köylü bireylere göre çok daha az çocuk sahibi olurlar. Burada temel fark “eğitimsizliktir-bilinçsizliktir-eğitime ve uyarılara rağmen cahil kalmakta diretmektir”. Tabii ki burada kırsal kesimlere zamanında eğitim ve hizmet götürmeyen devletin de çok büyük hataları vardır ancak unutulmamalıdır ki bir insanı hayvandan ayıran en önemli farklardan biri de üreme içgüdülerini kendi istediği anda kontrol altında tutabilmesidir. Sonuç olarak Türkiye’de köylü ve kentli insan arasındaki temel fark eğitimsizlikten ileri gelen problemlerden kaynaklanmaktadır, bunların dışındaki farkların ise konumun bütünlüğünü bozmamak adına yer vermiyorum.


6.TÜRKİYE’DE KÖYDEN KENTE GÖÇÜN SOSYAL BOYUTU

6.1.KÖYDEN KENTE GÖÇENLERİN YAŞADIĞI SORUNLAR

Türkiye’de köyden kente göçen insanların en büyük sorunu, şüphesiz ki barınma sorunudur ki bu önemli soruna çalışmamın daha sonraki bölümlerinde geniş yer vereceğim.

“Çoğunlukla toprak yetersizliği, terör, işsizlik ve geçim sıkıntısı gibi nedenlerle köylerden göçen aileler, göç edilecek yerin belirlenmesi, kentte yerleşecek semt, oturulacak konut ve tutulacak iş gibi konularda büyük ölçüde, daha önce göçmüş akraba ve hemşehrileri ile kurdukları ilişkilerden yararlanmaktadırlar.”[5] Ancak bu yine de kentlerdeki barınma ve istihdam sorunlarına kalıcı bir çözüm teşkil etmemektedir.

 Köyden kente göçenlerin karşılaştıkları bir diğer önemli sorun ise şehre adaptasyon sorunudur. Köy hayatında daha önce karşılaşmadığı olaylar, kentteki insanların yaşayış stilleri, hatta konuşma biçimleri bile bu insanlara garip gelir ve özellikle köyden kente göçen genç insanlarda sosyologların “kültür şoku” diye adlandırdıkları olgu meydana gelir. “Bir insanın yeni bir kültürde yaşamaya verdiği tepki”[6] anlamına gelen, göç eden insanların alışmış oldukları iklim, yemek, örf ve adetler, sosyal değerler gibi birçok kavram kentlerde çok farklıdır. Dolayısıyla bu insanların bu şoktan kurtulmak ve kentlerde tutunabilmek  için iki seçenekleri vardır: ya şehir hayatına ayak uyduracak ve bir şehirli gibi yaşayacaklar, ya da kenti kendilerine uyduracaklar. Dr. Bekir GÜNAY’ın da derslerinde sıklıkla belirttiği gibi “Türk insanı tarih boyunca hiçbir yapıya ayak uyduramamıştır, bunun tam aksine yapıyı kendine uydurmuştur.” Bu olay Türkiye deki  köyden kente göçte de böyle olmuştur ve büyük umutlarla “taşı toprağı altın” dedikleri şehirlere akın akın gelerek buraları kendilerine benzetmişlerdir, benzetmeye de devam etmektedirler.

Köyden işsizlik nedeniyle, sağlık problemleri nedeniyle, eğitimsizlik nedeniyle ve daha aklımıza gelmeyen bir çok nedenle şehirlere göçen insanlar, buralarda da aynı problemlerle karşılaşmışlar ama başka çareleri bulunmadığı için şehirde yaşam savaşı vermeye devam etmişlerdir ki bence bu konu da köyden kente göçenlerin yaşadığı en önemli sorunlardan biridir çünkü büyük umutlarla kentlere göç eden bu insanları, köyde yaşadıkları sefaletin başka bir versiyonu karşılamıştır: hayal kırıklığı.


6.2.KÖYDEN KENTE GÖÇENLERİN KENT YAŞAMINA ETKİLERİ (Gecekondu ya da varoş kültürünün kent yaşamına etkileri)

Çalışmamın bundan önceki bölümlerinde belirttiğim üzere farklı nedenler sebebiyle köylerden kentlere göç eden büyük kitleler halindeki insanlar, kentlerde inanılmaz ve hızlı bir nüfus artışına neden olmuşlar ve  kentler bu hızlı nüfus artışını özümseyecek yapıdan yoksun oldukları için, ortaya ne tümüyle kıra ne de tümüyle kentlere özgü olan geçiş toplumları çıkmıştır. İşte temelde kent yaşamına etkide bulunan bu geçiş toplumlarıdır çünkü sayıları çok fazladır. Öyle ki şehrin bazı semtlerinde oralı insanları azınlık halinde bırakacak kadar. Bu toplumların,  kent merkezini çevreleyen alanlarda kurdukları gecekondular yeni bir aile tipini ortaya çıkarmıştır. Bu aile tipi “Köy ailesine göre kişileri daha az, üyeleri arasındaki iş-güç biçimi çeşitlenmiş, yararlı gördüğü bir takım köy özelliklerinden bir bölümünü zamanla kabullenmiş, toplumsal değer ve alışkanlıkları bakımından bir ucu köyde bir ucu kentte iki aile tipi arasında geçiş durumunu gösteren aile” olarak tanımlanan “Gecekondu ailesi”dir.

“Gecekondu aileleri, kır ve kent ailelerinden farklı yapı ve özelliklere sahiptir. Bu aileleri, kır ve kent ailesinden ayıran özellik, kentlileşme sürecinde bulundukları yere de bağlı olarak, bünyelerinde kentsel ve kırsal özellikleri farklı oran ve bileşimlerde içermeleridir.”[7]

Zamanla gecekondu tipi aileler kentlerde çoğalmış ve gecekondu mahalleleri oluşmuştur. Bu mahalleler doğal olarak yeni bir kültürün doğmasına sebep olmuştur. Bu kültür “varoş kültürü” olarak da adlandırılır. Gelir düzeyi düşük, devamlı bir işi ve sosyal güvencesi olmayan köydekilere oranla daha az çocuk sahibi ailelerin, yaşı 5’ten yukarı her bireyi kentin farklı yerlerinde farklı işler yaparak para kazanmaya çalışmaktadırlar.

Göç sonucunda ortaya çıkan bu gecekondu ya da varoş mahalleleri ve bunların yaratmış olduğu kültür çarpık kentleşme, işsizlik, eğitim, sağlık, çevre, alt ve üst yapı sorunları da artmaktadır, bunların yanı sıra  şehrin sosyal yapısına aykırı insan tipinin ortaya çıkmasına ve buna bağlı olarak suçlu oranlarında artmalar görülmektedir.


6.3.KÖYDEN KENTE GÖÇENLERİN KENTLERDEKİ VE TÜRKİYE GENELİNDEKİ SİYASAL HAYATA ETKİLERİ

Kentlere geldikten sonra ikametgah adreslerini değiştiren bütün köylüler artık birer şehirli olurlar ve yerel seçimlerde oylarını artık o şehrin siyasi otoritesini belirlemek için kullanırlar. Türkiye’de kırsal kesimlerdeki seçmenin oyunu tam bir demokrasi bilinci içinde ve kendi inandığı ideolojik değerler veya kendi siyasal fikirleri ve kararları doğrultusunda kullandığını söylemek çok zordur. Çünkü bu insanlar her seçim öncesi kendilerinden oy istemeye gelen ve artık çürümüş, kokuşmuş bir siyaset anlayışı içerisinde, söylediklerine kendileri bile inanmayan, yarı cahil, en iyi ihtimalle ortaokul mezunu ve seçimlere sadece köşeyi dönmek için katılmış bir yığın adayı karşılarında bulurlar ve bu adayların , seçmeni bilinçlendirmeden uzak onlara yol, su, elektrik gibi zaten oralarda var olması gereken altyapı hizmetlerini nasıl getireceklerini, sanki köye üniversite kuracakmış gibi, övünerek anlatmalarını her seferinde aynı şekilde dinlemektedirler ve bunun sonucunda ortaya nereye çekersen oraya giden, küçük vaatlerin arkasında koşan, kendine verilenle yetinen, hatta oyunu iki kilo şeker-bir kilo çaya satan, kutsal kitap üstüne  oyunu “X” partisine vereceği üzerine yemin eden seçmen profili ortaya çıkmıştır. Tabii bütün bunların yanında aşiret ağalarını meclise gönderen ya da belediye başkanı yapan geniş aşiretleri de unutmamak gerekir.

Yukarıda çizdiğim seçmen tablosu, maalesef şehirlerde daha vahim bir hal almıştır. Çünkü köy yerinde bilinçsizce verdikleri oylarla sadece kendilerine ve kendi bölgelerine zara veren bu kesim, bu sefer oylarını  kent merkezinin çevresine oluşturdukları, gün geçtikçe sayıları artan şehrin fiziksel ve kültürel dokusuyla taban tabana zıt yapılar olan gecekondularına tapu alabilmek için kullanıp bir anlamda kentin siyasi hayatına bir anlamda damgalarını vururlar. Tamamen tarafsız bir gözle şunu söyleyebilirim ki: Türkiye’de son 10 yılda oylarını bu gecekondu rantı veya dini istismarlar veya küçük çıkarlar uğruna satan bu çoğunluk sayesinde özellikle yerel seçimlerde, seçim kazanmayı rüyalarında bile göremeyecek topluluklar seçimleri bu kitle sayesinde kazanmıştır. Aslında bu kitlenin siyasi seçimine saygı göstermek zorundayız çünkü demokrasi çoğunluğun söz sahibi olduğu sistemdir ancak çoğunluğun bu seçimi nasıl yaptığı ve toplumun geri kalanını da ilgilendiren bir siyasi geleceğe nasıl karar verdiği araştırıldığında ortaya çıkan manzara açık söylemek gerekirse demokrasinin ruhuna aykırıdır. Bu arada “oyum boşa gitmesin” mantığıyla oyunu  kamuoyu yoklamalarında ilk sırada bulunan parti için kullanan seçmenleri hesaba katmıyorum.

Özellikle 1980 sonrası köyden kente göç eden,  hesapsızca atılıp tutulan vaatlerle ve küçük seçim avantalarıyla (gecekondu tapusu gibi)  kolayca kandırılabilen bu büyük seçmen kitlesinin oy potansiyeli ilk olarak Turgut Özal’ın dikkatini çekmiş olmalı ki 1983 seçimlerinde seçim şarkısı olarak İbrahim Tatlıses’in arabesk şarkısını kullanarak, daha çok varoşlarda dinlenen bu müzik türüyle oradaki seçmenin dikkati çekilmiş oluyor ve seçim bu kitlenin desteğiyle kazanılıyordu.

Daha sonralarda ise seçim dönemlerinde bir çok defa siyasi partiler tarafından çeşitli yollarla bu kitlenin dikkati çekilmiş ve  bir çok farklı siyasi parti seçim zaferlerine bu geniş kitlenin oyları sayesinde ulaşmıştır.

Demokrasinin içinin boşaltıldığı, Allah rızası için, millet sevgisi için, üç adım yol, iki damla su için, “oy ver tapunu al ya da gecekondunu yıkarız” diye seçim propagandalarında aba altından sopalar gösterildiği bir seçim ortamında, bu ülkenin kurucusuna dil uzatıp sonra 180 derece dönüp “ben değiştim” diye ortaya bir anda kurtarıcı olarak çıkanların nasıl seçim kazandıklarını ve kitleler halinde seçmen yönlendirmenin bu kadar kolay olduğu bir ülkede köyden kente göçen nüfusun kentin ve ülke genelindeki siyasi hayatı nasıl bir oranda yönlendirdiğini 3 Kasım 2002 seçimlerinde bir kez daha gördük.


6.4.TÜRKİYE’DE KÖYDEN KENTE GÖÇÜN KENTLERDEKİ KÜLTÜR, SANAT VE SPOR FAALİYETLERİNE ETKİLERİ.

Türkiye’de kentler ve köyler arasındaki önemli farklardan biri de kentlerde bulunan kültür, sanat ve spor faaliyetlerinin çok azı köylerde bulunmaktadır hatta bazı kırsal bölgelerde bunların hiçbiri bulunmamaktadır. Bunun sonucunda ise kente göç eden insanlar bir çok eğitim, kültür, sanat ve spor faaliyetleriyle ilk olarak burada tanışır.

Daha önce hayatlarında yapmadıkları faaliyetlerde bulunan bu insanlar, kültür, sanat ve spor faaliyetlerine aktif olarak katılıp bu doğrultuda kendilerini geliştirip olumlu yönde etkilendikleri gibi onların kentte yarattığı gecekondu ya da varoş kültürü de bu faaliyetleri etkilemektedir.

Örnek vermek gerekirse bir sanat faaliyeti olan sinema filmlerinin senaryolarının içeriği, bir dönem  Türkiye’de bu yeni kozmopolit sosyal yapının ürünü olan varoş kültürü ya da köyden kente göç olgusunu işleyen birçok filme konu olmuştu. Bu filmler bazen köyden kente göçün zorluklarını anlatan ve kente göçen ailelerin dramlarını konu alan toplumsal bir mesaj vermeye yönelik, bazen de hem köydeki feodal yapıya bir başkaldırı hem de gelecek açısından kente göçün zor yanları, göçün sonrasında yaşanılan çirkin olaylar ve devletin kırsal alan politikalarını hedef alan yergi niteliğinde kara mizah yöntemiyle  anlatılan komedi filmleri yapıldı. Bu filmlerde halk kendini gördüğü için filmlere yoğun talep vardı, filmlerde başrol oynayanlar halk kahramanı oldular. Bir dönem Türk sineması bu filmler sayesinde altın çağını yaşamıştı diyebiliriz ki bu gelişmeyi köyden kente göçün Türk sinemasına olumlu etkisi olarak gösterebiliriz.

Köyden kente göçün başka bir etkisi de kültür faaliyetlerinde yaşandı, kentlerde, yaşam stili olarak köy geleneklerine uygun ama kentin yapısına aykırı davranışlarda bulunan bu kitleyi eğitmeye ve bilinçlendirmeye yönelik bazı yayınlar çıkarıldı ve çeşitli kültürel faaliyetler düzenlendi. Kentlerde oluşan dev gecekondu mahalleleri, resim sanatçıları için bulunmaz bir nimetti ve onlarda duygu ve düşüncelerini yansıtmak, buralardaki yaşamı toplumun diğer kesimlerine en iyi şekilde görsel olarak yansıtmak için gecekondu mahallelerinde çektikleri resimlerle sergiler açtılar.

Türkiye’de kente göç spor faaliyetlerini de önemli ölçüde etkiledi; özellikle 1980’den sonra artık bir sektör haline gelen futbol ve futbolcular, kazandıkları yüksek ücretler sebebiyle bu kesimin dikkatini çekti. İnsanlar erkek çocuklarını büyük takımlarda futbolcu yapmak için çocuklarının eğitimini bile yarım bırakmayı göze alarak bir umutla büyük kulüplerin futbol okullarının kapısını çaldılar. Şansları çok azdı çünkü binlerce futbolcu adayından sadece birkaçı bunu başaracaktı. Ülkemizde futbola olan bu ilginin ülke futboluna olumlu etki yaptığı bir gerçektir ancak unutulmamalıdır ki futbolcu olmak uğruna eğitim yaşamlarından vazgeçen bu gençlerin çok büyük bir bölümü 18 yaşına geldiklerinde kapının önüne konuyorlar. Bunun sonucunda ortaya yığınlar halinde işsiz güçsüz, tek amacı taraftarı olduğu futbol takımının maçına girmek eğer şansı varsa rakip taraftarlardan bir gruba rastlayıp onları öldüresiye dövmek olan vahşi dürtülerine hakim olmaktan yoksun insan grupları türedi. Günümüzde tribün terörü olarak adlandırılan olgunun oluşmasına işte bu insan grupları sebep oldu.

-Devam Ediyor-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder