19 Nisan 2007 Perşembe

Türkiye’nin Tarımsal Yapısı ve Sorunları






Tarım, yeryüzündeki belli başlı üretim şekillerinden en gerekli ve de en yaygın olanıdır. Bunun yanında tarım toprakları da yeryüzünün en stratejik kaynaklarıdır. İnsanı doyuran ve giydiren tarımdır.

Bitki ve hayvan ürünlerinin, teknolojik koşullar altında ve en ekonomik yollardan elde edilmesi ve pazarlanması faaliyetlerini içeren tarım, birçok ana bilim dallarından faydalanan uygulamalı bir bilimdir. Matematik, fizik, kimya, biyoloji, mikrobiyoloji, entomoloji, jeoloji, toprak, su, meteoroloji, klımataloji, ekonomi, istatistik, hukuk ve daha birçokları tarımın faydalandığı bilim dallarıdır. Görüldüğü gibi tarım her yönüyle toplum hayatı ile iç içedir.



Kalkınma süreci içinde ülkelerin ihtiyaç duyduğu bir diğer sektör de sanayi kesimidir. Böylece tarım ve sanayi kesimi ekonomik yapının iki ana üretken sektörünü teşkil etmektedirler. Başka bir deyişle, fiziki üretim bu iki sektörden kaynaklanmaktadır.

Sanayi sektörü ile çok önemli girdi – çıktı ilişkisi olan tarım sektörü, sanayi sektörü içim hem hammadde üretir hem de bu kesimden girdi satın alır. Dolayısıyla tarım sektörü, hasıla katkısı, ihracata etkisi, nüfusun gıda ihtiyacını karşılaması gibi önemli rolleri dışında tarım dışı sektörlerin gelişebilmesi için gerekli işgücü ve sermayenin de kaynağıdır.

Ülkemizde tarım yapılabilir alanların sınırına ulaşılmıştır. Nüfus ve kişi başına düşen gelirin artması tarım ürünlerine olan talebi giderek artıracaktır. Her şeyden önemlisi,  tarımsal ürünler dış satımda payını önemli oranda korumaktadır. Hatta gıda maddeleri ülkeler arasında stratejik malzeme ve maddeler pazarlığında ön sırayı almaktadır. Dünyamızın yakın gelecekte enerji sorununun yanı sıra daha önemli olan açlık sorunu ile karşılaşacağı ve bir kilo buğdayın yaklaşık bir bucuk kilo petrole eşdeğer olabileceği bilim adamlarınca sık sık vurgulanmaktadır.

Böyle bir durumda, son yıllarda sanayi ve hizmet sektörlerinin toplam hasıla içindeki payının artışlar göstermesine rağmen bir tarım memleketi olan ülkemizin tarıma her zamankinden daha fazla önem vermesi gerekmektedir.

Son yıllarda belirgin üretim artışlarına rağmen tarımımızın çağdaş bir üretim biçimine eriştiğini söyleyemiyoruz.

Tarımsal üretim artışı, daha fazla tarım alanı işlemek ve girdi tüketmekle değil sermaye ve teknoloji yoğun üretim biçimiyle verimliliği artırma yolu ile sağlanmalıdır.

Bir ekonomi içinde, yüklü sorunları ile birlikte, bu kadar önemli bir paya sahip olan tarım kesiminin, kalkınma süreci içinde payının azaltılması başka bir deyişle, kalkınmada tarım mı? Sanayi mi?  Sorununun tarım aleyhine çözülür görülmesi yani sanayi öncelikli bir kalkınma modelinin bizi, toplam hasıla içindeki payı gün geçtikçe azaltılan tarım kesimimizin ne durumda olduğunu incelemeye sürükledi.

Toplam nüfusumuzun yarısından fazlasının yaşadığı kırsal kesimin büyük bir çoğunluğunun tarımla uğraştığı göz önüne alınırsa, bu kesimin önemi, çalışanlarını refah düzeyinin yönü ve dereceleri, sektör itibariyle bu kesimin temel sorunları ve bu sorunların kaynakları, kaçınılmaz mıdır, çözüm yolları neler olabilir vb... bir dizi sorulara cevap aramaya çalıştık.

Çalışmamızda, işin teorisinden kaçarak pratiğe yöneldik ve bu amaçla önce bir durum tespiti yapmaya karar verdik. Genel bilgiler ve çeşitli potansiyellerimizin ne olduğuna bir göz attıktan sonra çalışmamızı tarımsal girdi ve fiyat üzerinde yoğunlaştırarak çiftçinin satın alma gücündeki gelişmeleri değerlendirdik. Son bölümde de neler yapılabileceği konusunda değerli hocalarımız ve ilim adamlarının görüşlerinden yararlanarak önlemleri sıraladık. Sonuç ve değerlendirme bölümünde ise tespit ettiğimiz başlıca sorunları ve çözümlerinin neler olabileceği hakkındaki fikirlerimizi arz ettik. Yararlı olacağı ümidiyle.


Sektör Analizi
İhtiyaçlar ve bunların tatminine yönelmiş iktisadi faaliyetler bütün ekonomiler için benzer sayılabilecek bir görünüşe ve özelliklere sahiptir. Fakat her ekonomi bu faaliyetleri farklı esaslara göre düzenlemektedir. Sonuçta, ekonomiler kendilerine has nispi bir organizasyon tipine sahip olmaktadırlar.

Bir ekonominin bünyesini belirleyen faktörlerden en önemlileri iktisadi, coğrafi, demografik, teknik, enstitüsyonel, politik ve davranış faktörleridir. Ayrıca, ekonomik bünyenin özelliğini belirleyen iktisadi faktörler arasında ekonomideki sektörlerin durumu da önem taşımaktadır.

İktisatçılar, bir ekonomideki iktisadi faaliyetleri, özellikle üretim sektörlerini, ekonomiyi üretim sektörlerine ayırarak gruplandırmışlardır.  Bu tür bir ayrımı da iktisadi analize dahil eden Avusturya ‘lı iktisatçı Colin CLARK olmuştur.

Ülkemizde sektör ayırımı ilk kez input – output tabloları düzenlenirken planlı döneme geçiş esnasında hazırlanmıştır. 15 ana sektörlü 1959 input- output tablosu daha sonra 1963 yılı için 37 sektörlü, 1973 ve 1982 yılları için ise 64 sektörlü olarak hazırlanmıştır.

Dördüncü Beş Yıllık kalkınma Planı, geniş olarak 64 sektörlü 1973 input- output tablosuna dayanmaktadır. Diğer taraftan bu dönem planı ekonomiyi dar anlamda 10 sektöre ayırmıştır. Bu sektörler;

1-) Tarım  2-) İstihraç Sanayi  3-) İmalat Sanayi  4-) Enerji  5-)Ulaştırma  6-)Hizmetler   7-)Konut  8-)Eğitim  9-)Sağlık 10-)Turizm ‘dir.


Asıl konumuz olan Tarım Sektörü kendi içinde üç ana bölümden oluşmaktadır. Bunlar;

1.ÇİFTLİK
            11.BİTKİSEL ÜRETİM
                        111. Tarla  Ürünleri
                                   a-) Tahıllar
                                   b-) Baklagiller
                                   c-) Endüstriyel Bitkiler
                                   d-) Yağlı Tohumlar
                        112. Bağ Bahçe Ürünleri
                        113. Kendiliğinden Yetişen  Bitkiler
           

            12. HAYVANSAL ÜRETİM
                        121.Hayvan Yetiştirme
                                   a-) İş Hayvanları
                                   b-) Gelir Getiren Hayvanlar
                                   c-) Kümes Hayvanları
                        122. Hayvansal Ürünler
            13. TARIM SANATLARI
                        131. Gıda Sanatları
                        132. Köylü El Sanatları
                        133. İhtimar Sanatları
2. ORMANCILIK
            21. TEMEL ORMAN ÜRÜNLERİ
            22. ORMAN YAN ÜRÜNLERİ
3. KARA AVCILIĞI VE SU ÜRÜNLERİ
  


Tanım ve Sorun
Tarım Sektörü, birinci derecede zaruri ihtiyaçları karşılayacak ürünleri ve hammaddeleri üretmek için yapılan faaliyetleri kapsamaktadır.

Tarım, toprağı ve tohumu kullanarak bitkisel ve hayvansal ürünlerin üretilmesi ve bunların çeşitli aşamalarda değerlendirilmesi olarak tanımlanabilir.  Tarımda kullanılan üretim kaynakları toprak, emek, sermaye ve üretim artışı sağlayan teknolojiden oluşur.

Tarım kesiminin, sanayi ve hizmetler gibi ekonominin diğer kesimlerine kıyasla kendisine özgü yapısal farklılıkları olduğu bir gerçektir. Tarım kesiminde bir dönemde üretilen ürünlerin nicelik ve niteliği, öteki üretim kollarında olduğu gibi salt kaynaklar; girdi ve teknoloji ile belirlenemez.

Üreticinin kontrol edemediği doğal şartlar ile üretimi gerçekleştiren işletmelerin kurumsal yapısı tarımsal üretimde önemli ayrıcalıklar gösterir. Bu durumda girdi – çıktı ilişkisinin kesinlikle ortaya konamaması, tarımda belirsizlik ve risk olgusunu artırmaktadır. Teknoloji düzeyi ne kadar ileri ise ekonomi doğal şartların olumsuzluklarını o ölçüde hafifletebilir.

Bu ayrıcalıklı durum, tarım kesiminde farklı yaklaşım ve çözümlerin bulunmasını zorunlu kılmaktadır. Tarım kesimi, genel, sosyal ve ekonomik kalkınma kavramı içinde ele alınırken diğer kesimlere göre bu ayrıcalıkları göz önünde bulundurulmazsa bu kesimin ekonomiye dinamizm kazandırması yerine aksine ekonomiye yük oluşturması sonucuna ulaşılabilir.


Tarım Sektörünün Önemi
Tarım sektörü, yapısı ve özelliklerinden kaynaklanan bir takım sebeplerden dolayı bir milli ekonomi için büyük önem taşımaktadır. Bu özellikleri şöyle sıralayabiliriz;

-           Tarımsal kesimde çalışanlar gittikçe azalmaktadır.
-           Tarım, özellikle savaş dönemlerinde ve siyasal ilişkilerin kesilmesi hallerinde ekonomiyi dışa bağımlılıktan kurtarmakta veya bu bağımlılığı azaltmaktadır.
-           Tarımdan sağlanan tasarruflar tarım dışı kesimlere aktarılmaktadır.
-           Artan nüfus daha fazla kalite ve çeşitte besin maddelerine ihtiyaç duymakta olup bu da ancak tarımdan sağlanabilmektedir.
-           Artan tarımsal üretim, besin maddeleri ithalini azaltarak döviz tasarrufu sağlamaktadır.
-           Tarım ürünleri fiyatları düşünce öbür kesim fiyatlarında da bir istikrar sağlanabilmektedir.
-           Tarım kesiminde gelirler yükseldikçe devletin sağladığı yardımların (sübvansiyon)  azalması ve bunların öbür kesimlere kaydırılarak verimli yatırımlara aktarılması mümkündür.
-           Azgelişmiş ülkeler, tarım ürünleri ihracatı yolu ile özellikle önemli yatırım malları ithalatlarını kolaylaştırırlar.
-           Özellikle Azgelişmiş ülkelerin milli gelirleri içinde tarımın payı, gelişmiş ülkelere oranla daha yüksek oluşu tarımın önemini artıran diğer bir sebeptir.


Tarım Kesiminin Özellikleri
Tarım kesiminin diğer sektörlere nazaran kendine özgü bir takım yapısal farklılıkları  olduğunu belirtmiştik. Bu özellikleri şöyle sıralayabiliriz;

-           Tarım ürünleri birinci derecede zaruri ürünlerdir.
-           Genellikle tek kullanımlıktırlar.
-           Üretim tabiat şartlarına bağlıdır.
-           Talep ve gelir elastikiyeti azdır.
-           İşgücü akıcılığı (mobilite) azdır.
-           Üretim mevsimliktir. Bağlı sermaye atıl kalarak maliyetleri şişirir.
-           Azalan verimler kanunu geçerlidir.
-           Bağlı ürünler çoktur.
-           Kısa dönemde arz talep denkliği sağlanamaz.
-           Tarım ürünleri fiyatları sanayi ürünleri fiyatlarına oranla daha az istikrarlıdır.
-           Maliyeti hesaplamak güçtür.
-           Ürünlerin bir kısmını maliyeti sıfırdır.
-           Gizli işsizlik yoğun olarak vardır.
-           Aynı türdeki bir ürün faklı maliyet ve kalitede üretilir.

Tarım Sektörü ve Ekonomik Büyüme
Ekonomik büyüme, bir ülkenin üretim kapasitesindeki artma şeklinde yorumlanabilir. Büyüme, faktör stoğundaki artışların ve teknolojik ilerlemenin bir sonucu olabilir.

Olaya azgelişmiş ülkeler açısından baktığımızda tarımın önemi bir kere daha olanca çıplaklığıyla ortaya çıkmaktadır. Bu ülkelerde üretim faktörlerinden emek zaten boldur. Bunu artırılması düşünülemez. Sermaye stokunun artırılması ise dış ticareti zorunlu kılmaktadır. Bu durum ise dışa bağımlılık konusunu gündeme getirmektedir. Teknolojik ilerlemenin sağladığı tasarruflar (ki, teknoloji işgücü kıt sanayi ülkelerinde üretilmiş olması sebebiyle gerçek hayatta daha çok emekten  tasarruf edici olmaktadır), tarım kesiminde zaten gizli olarak var olan önemli boyutlardaki işsizliği daha da artırmakta ve sanayi kesimine işgücü transferini zorunlu kılmaktadır.

Ekonomik büyüme / kalkınma, azgelişmiş ülkelerin bir iç sorunu olarak görülmekle birlikte aslında uluslar arası bir sorundur.

Bu ülkelerin kalkınmasında ihracat gelirleri önemli bir paya sahiptir. Ancak, ihracat gelirlerinin birkaç geleneksel tarım ürününe dayanması, bu ürünlerin de doğanın yol açtığı belirsizlik faktörünün etkisiyle ve arz – talep esnekliğinin düşük olması nedeniyle bir istikrarsızlık söz konusu olmaktadır. Bu istikrarsızlıklar azgelişmiş ülkeleri ister istemez iç sanayileşme yönünde belirli politikalar izlemeye zorlamaktadır. Oysa bu ülkelerde sanayi kesimine aktarılacak büyük ölçüde sermaye birikimi yoktur. Bu durumda onlar için iki yol vardır: ya köylüyü ve küçük mülk sahiplerini zor kullanılarak (tarımın ve küçük işletmelerin  çökertilmesi pahasına) onların birikimlerini sanayie aktarmak ya da bağımsızlıktan ciddi tavizler vererek dışarıya bel bağlamak!....  Oysa bağımsız, demokratik ve dengeli bir gelişme alternatifi ancak tarımla sanayi arasındaki dengeleri dikkate alan bir ekonomi politikasıyla gerçekleşebilir.


TÜRKİYE’ DE TARIM POLİTİKASININ TARİHİ GELİŞİMİ

İmparatorluk Dönemi
17. yüzyıla kadar Osmanlı İmparatorluğunda  “Mir-i Toprak” düzeni vardı ve tarım politikaları devlete ait idi. Çiftçi, adeta bir kiracı konumundaydı. Tarım işletmeleri parçalanamaz, toprağa bağlı asiller sınıfı kurulamaz ve devlet masraflarını karşılamak amacıyla ürünün niteliğine göre para ya da ürün olarak “Öşür” adı altında bir pay alırdı.

Ne var ki dış ülkelerle olan ilişkiler üretim tekniğini değiştirip geliştirecek ve sanayileşme hareketini  hazırlayacak yerde Mir-i Toprak düzenini bozarak köy ekonomisini fakirleştirmiştir. Bölgeler arası değişik  üretim imkanları ve ulaşım sorunları  sebebiyle zaman zaman kıtlıklar olmuş bu durum karşısında devlet, toprakların mümkün olduğu kadar ekilip dikilmesi amacıyla tarıma müdahale etmek zorunda kalmıştır.


Cumhuriyet Dönemi
İmparatorluğun yıkılışı ve yeni Cumhuriyetin kuruluşuna kadar geçen süre içinde savaşın sebep olduğu buhranlar ve çalkantılar bütün alanlarda olduğu gibi tarım kesiminde de kendisini gösterir.

Durumun vahametini kavrayan yeni Cumhuriyetin kurucusu yüksek deha sahibi büyük insan Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK;

“Türkiye’nin hakiki sahip ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. Milletin çiftlikteki mesaisini asri tedabiri iktisadiye ile hadd- i azamiye isal etmeliyiz.”

Sözleri ile konunun önemini vurgulamış ve  “Milli ekonomimizin temeli ziraattır.” diyerek yeni hedefi göstermiştir.

O yıllarda Türkiye şeker, çay, limon ve zaman zaman da un  ithal ediyordu. Pulluğun, mibzerin hatta tırpan ve at nalı çivisinin ithal edildiği düşünülürse tarım sanayiinin ne halde olduğu tüm açıklığı ile görülecektir.

Atatürk’ ün toprak ve su ile ilgili direktifleri ele alınmış ve 4753 sayılı  “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu”  çıkartılmıştır. Zamanla bu kanun yetersiz kalınca yerine 1973 yılında “Toprak Tarım Reformu Kanunu” çıkartılmışsa da Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş ve günümüze kadar bu mesele boşlukta kalmıştır.

Kasım 1937 yılında Ankara’ da “1. Köy ve Ziraat Kalkınma Kongresi” düzenlenmiş, Kongreye yerli uzmanların yanı sıra yabancı uzmanlarda davet edilmiştir. Kongre, Komisyonlar ve Genel Kurullar olarak çalışmış olup, Genel Kurul Üreticiler ve Pazarlayıcılar olarak iki esas guruba ayrılmıştır. Kongre, Türkiye’nin tarım ürünleri bakımında kendi kendine yeterliliğini ele almış ve ürünleri tek tek işlerken üretimle ilgili müesseseler ve araştırma istasyonları üzerinde durmuş, sonuçta,  etkisi günümüze değin süren olumlu kararlar alınmış, bununla ilgili olarak toplam 57 eser yayınlanmıştır.

Teşkilatlanma konusunda da 3203 Sayılı kanunla Tarım Bakanlığı kurulmuştur.

Bu kongreden bir yıl sonra başlayan ve tesiri 1950’li yıllara değin süren II.Dünya Savaşının çıkması, tarımımıza olumsuz etkilerde bulunmuştur.

1947’li yıllardan itibaren başlayan tarımda mekanizasyon bir nebzecik de olsa bu sektörü rahatlattırmışsa da, sonradan ortaya çıkan kaçınılmaz problemler yine sürüp gitmiştir. Örneğin, 1947 – 1953 yılları arasında makineleşmenin, ekilen toprak alanlarının genişletilmesi ve iyi hava şartlarının etkisiyle tarımsal üretim artmış ve ihracatın gelişmesine yol açmıştır. 1954 – 1959 yılları arasında ise fiyat artışları ile bir durgunluk göze çarpmaktadır. Üretim artışı düşmüş, ihracat gerilemiştir. Artan besin maddeleri talebi, İthalatı zorunlu kılmıştır. Ağustos 1958 develüasyonu kaçınılmaz olmuş, 1959 –1962 Askeri müdahalesi de tarıma bir farklılık sağlayamamıştır.

1980 yılındaki 24 Ocak kararlarına kadar tarımda ithal ikameci politikalar izlenmiş olup, planlı dönemde tarımda hedeflenen yıllık ortalama %4,3 oranındaki büyüme hızı, %3 oranında gerçekleşmiştir. Katma değer büyüme hızı bakımında plan hedefinin %40 gerisinde kalınmıştır.

1963 yılında, 1968 üretici fiyatlarıyla Gayri Safi Milli Hasıla içinde tarımın payı %34,2 iken 1985 yılında bu pay %20,1 civarına düşmüştür.

Sabit sermaye yatırımları içinde tarımın payının yüksek olduğu dönem %13.9 oranıyla I. Plan dönemi olmuş, 1985’ lerde ise bu oran %8,9 olarak gerçekleşmiştir.

24 Ocak 1980 Ekonomik İstikrar Tedbirleriyle ithal ikameci politikalardan vazgeçilerek dışa açık serbest piyasa ekonomisinin benimsendiği görülmektedir. İthalatı yasak olan malların sayısı önemli oranda düşürülerek ithalatta liberalleşmeye devam edilirken ihracattaki teşviklerin de kademeli olarak azaltıldığı görülmektedir.

Son yıllarda tarımsal ürün ihracatındaki azalışların sebebi, tarımsal ürünlerin işlenerek sanayi ürünü olarak satılması, tarımsal üretim yetersizliği ve en önemlisi tarıma sağlanan sübvansiyonların ihracatçı sermaye şirketlerine ve hizmet sektörlerine kaydırılmış olmasıdır.
/Çetin KOŞAR


(Koşar, Ç., Türkiye’nin Tarımsal Yapısı ve Sorunları, Lisans Tezi, Trabzon 1987)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder