GEÇEN pazar günü Hürriyet’in birinci
sayfasındaki Urfalı Neclá Çoban’ın feryadını okuyanların tatili zehir olmuştur.
Benim gibi. Barış Durak’ın (DHA) haberini hatırlatayım:
23 Nisan’da Urfa Emniyet Müdürü’nün
koltuğuna oturan Neclá Çoban, ‘Hiçbir zaman baharın gelmesini istemiyorum.
Çünkü babam beni tarlada çalıştırmak için bir hafta içinde okuldan alacak.
Benim gibi birçok kız çocuğunun başına da aynı şey gelecek’ demiş.
Baharın gelmesini istemeyen bir genç
kız. Hepimize bütün baharları haram eden bir trajedi. Bencil yaşam kozamızı
kıran sözden bir çekiç. Sadece üzülmek yetmiyor, utanmak lazım. 13 yaşındaki
Çoban’ın kaderini bölüşen nice kız çocuğu var Güneydoğu’da. Babam dediği de
ağabeyi.
Hayatın karşıtlığı, çelişkisi, böyle
anlarda edebiyatın önüne geçiyor. Bahar sözü çoğumuz için sevincin büyülü
çağrışım mevsimi. Güzel günlerin özlemini depreştiren bir mevsim. Neclá için,
yarın kavramını unutmanın, geleceğe dönük umutların bittiği günler. Edebiyatta,
müzikte bu neşveyi dile getiren sayfaları, notaları, Neclá’nın söyledikleri
belleğimden silip götürdü. Acıların, mutsuzlukların kaydı kaldı geride
YAZIMIN başlığını okuyanlar bunun bir
paradoks olduğunu söyleyebilirler, hakları da vardır. Ben tek cümlede iki ayrı
görüşü yansıtmak istedim. ‘Köy romanı öldü’ iddiası özellikle yıllardan beri
büyük şehirlerde yaşayan edebiyat snoblarının yargısı. Cümlenin ikinci bölümü
ise benim görüşüm: ‘Ama konuları hayatta.’ Konuları hayatta ve hayattan olan
bir edebiyat nasıl ölür? Uçucu, hafif, pamuk helvası eserlerin sahibini biraz
olsun düşündürecek sertlikte bir yakınma.
Neclá Çoban’ın yaşadığı bir ülkede,
feryadını duyan insanın varacağı tek yargı vardır: Köy romanı bütün gücüyle
yaşıyor, çünkü onun insanları da, konuları da yaşıyor. Köy romanına hücum
edenler, onun öldüğünü sananlar, Türkiye’yi, büyük şehirlerden ve devasa
alışveriş merkezlerinden ibaret gören sanal káhinlerdir. Neclá Çoban’ın
feryadını duyanlar, özellikle genç kuşak okurlar, mutlaka köy gerçeklerini,
köyde yaşayan, okulsuzluğa mahkûm insanların dramını öğrenmek için köy
romanlarını okuma gereği duyacaklardır. Okumalılar da, bu ülkede yaşamanın
getirdiği bir sorumluluk ve zorunluluktur bu.
Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Dursun
Akçam hemen aklıma gelen birkaç ad. Edebiyatta, onu yaratan konular, insanlar
yok olmadıkça, o eserin yaşama gücü devam eder. Köy romanlarının, köy
edebiyatının hálá yaşama gerekçesi buradan gücünü alır. Bir ülkenin
edebiyatının değişik dönemlerdeki anlayışı yansıtan eserlerin okunurluk oranı
azalabilir ya da çoğalabilir ama yok olmaz. Tersi, edebiyat tarihi gerçeğine
aykırıdır.
NECLA ÇOBAN’ın gerçeği bize bir edebi
gerçeği anımsatıyor. Köy romanlarının konuları, kişileri hayattadır, öyleyse
romanları da hayatımızın içindedir.
Doğan
Hızlan
28
Nisan 2004