22 Haziran 2020 Pazartesi

Akbulut Köyü Nidaları


Irıza Dayı'nın Avlusu
Akbulut Köyü Seslenme Merkezlerinden

Sözlükte nida; “Çağırma, bağırma, seslenme” demektir. Canlı cansız bütün varlıklar ses verir; kimi nidalar ihtiyaçtan kimi nidalar çaresizlikten kimileri de kendiliğinden, doğal olarak çıkan seslerdir. Duyulan her ses önemlidir, duyan hemen kulak kabartır. Her sesin bir sahibi, çıkış yeri ve gönderdiği bir adresi, alıcısı, muhatabı vardır. Sesin ilk duyulduğunda herkesin o sese kulak kabartması varlıkların fıtratında var olan YARDIM ve DAYANIŞMA ruhundandır. “İmdaaat” diye bağıran bir insanın, inleyerek ses çıkaran bir hayvanın, gacırdayan bir binanın yardımına koşmak için başka bir uyarıcıya ihtiyacı yoktur. Allah(cc), âlemi öyle bir düzen ve nizam içinde yaratmıştır ki, en basitinden bize verilen “DUYMA YETİSİ” onun en büyük mucizelerindendir. Bizimle iletişime geçmek isteyen biri seslendiğinde bu sesi ancak yardımına koşabilecek kadar yakında olanlar duyabilmektedir. O ses kıyamete kadar yok olmadan evrende yolculuğuna devam edecek ama yakınındakilerden başka onu kimse bu dünyada duyamayacaktır; taa ki mahşer gününe kadar. O sesi duymayanlar, o sesi duydukları halde dikkate almayanlar, kulak kabartmayanlar, üstüne vazife etmeyenler, bu dünyada onu duymazdan gelseler de yarın din gününde sesin sahibi de muhatabı da karşı karşıya gelmekten kurtulamayacaklardır. Çıkan her ses elbette bir yardım isteği gerektirmez. İnsana zevk veren, keyif veren sesler de vardır ki zaten bu seslerin çıkış amacı da budur. Su sesi, kuş sesi, gülen insan sesi, davul sesi, zurna sesi, düttürü dünya…

 

Seslenme Nedir?

Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlükte (GTS) seslenme terimi “1. Seslenmek işi, 2. Sözü birine veya birilerine yöneltme, hitap, şeklinde tanımlanmaktadır. Canlılar, daha ziyade insanlar aşağıdaki sebeplerle ses çıkarır ve karşısındakine seslenir; Çağırma, uyarma, dikkat çekme, harekete geçirme, statü gösterme, onurlandırma, iletişimi kontrol etme, iletişimde olduğunu gösterme, heyecan, sevinç, sevgi, saygı, nefret, korku, üzüntü, kızgınlık vb. çeşitli duyguları yansıtma, hakaret etme, küçük düşürme, aşağılama, alay etme, sitem etme, yardım isteme, azarlama, dua etme, yalvarma, tehdit etme vb.

*****

 

Güz aylarının geçip gittiği günden beri insanlarımız neredeyse üç aydır Karakış, Zemheri ve Karagücük aylarının bulutlu, boğuk, soğuk ve yağışlı günlerinin etkisiyle adeta evlerine kapanmışlar; Sokaklar boş, evler loş, köyler sessiz, hayat bir hoş. Doğa, hayvanlar ve insanlar ilkbahar için gün saymakta, o güzel günlerin gelişini sabırsızlıkla beklemekte idiler ki “Covid-19 günleri” de gelip kapımıza dayandı. Doğa kış uykusundayken hadi neyse de baharla başlayan uyanış esnasında bastıran “Corona Pandemisi” şehirlerde bizi biraz daha bir içimize kapattı ama olsun. En azından, köydeki hayatı bize fark ettirdi ya adam olana da bu yeter.

 

Kent hayatında pek farkında olmadığımız mevsim geçiş olaylarından birisi de cemre düşmesidir. Şubat ayının daha yirminci gününde ilk bomba havada patlar; buna “Cemre havaya düştü” denir ve birer hafta arayla suya (27 Şubat) ve toprağa (6 Mart) düşen cemre’den kasıt baharın gelişiyle birlikte dünyaya daha kuvvetli gelen güneş ışınlarının hava, su ve toprağa etki etmesiyle ısınmanın gerçekleşmesidir. Güneşin kendini daha fazla göstermesi, dünyanın ışıması ve ısınması demektir.

 

Işığı gören kendini dışarı atmaya başlar; dallardaki tomurcuklar, yer altındaki tohumlar, köstebekler, karıncalar, inlerindeki ayılar, yuvalarındaki yılanlar vr evlerindeki insanlar. Kısaca, bilumum canlılar artık gizlendikleri yerlerden dışarı çıkmaya başlarlar, doğa bir canlı, bir heyecanlı, bir telaşlı olur ki sormayın gitsin; arılar, sinekler vızıldamaya, kuşlar cıvıl cıvıl ötüşmeye, tavuklar gıdaklamaya, horozlar ötmeye,  ördekler vakvaklamaya, kediler miyavlamaya, köpekler havlamaya, danalar böğürmeye, inekler möölemeye, buzağılar meelemeye, koyunlar kuzular meleşmeye, eşekler anırmaya, atlar kişnemeye durunca kısacası “cücük sesleri çöcük seslerine” karışınca köy yerinde bir senfonidir alır götürür bizi başka dünyalara.

 

İlkbaharın gelişiyle kapalı mekânlardan açık mekânlara fırlayan canlılar ister istemez birbirleriyle iletişime geçmek zorundadır. Bir arada yaşayabilmek için insan-insanla, hayvan-hayvanla olduğu gibi insan-hayvanla ve hayvan-insanla da iletişim kurar. İnsanoğlu yazılı ve görsel olanı da kullanıyor olsa da iletişimin en doğal şekli, yaşamın, canlılığın göstergesi “SESLİ” olanıdır. Bunun yanı sıra “JEST ve MİMİK” de iletişimin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Konumuz köylerdeki iletişim olduğu için burada etkili bir iletişim için gerekli olan “ALICI”yı iletişim ortamına çekmek için gerekli olan “SESLENME SÖZLERİ - ÇAĞIRMA ŞEKİLLERİ yani NİDA’lar üzerinde duracağız. Kişileri, grupları, canlı ve cansız varlıkları çağırmak, uyarmak, iletişim ortamına çekmek amacıyla kullanılan sözlere sesleme sözleri denir.

 

Eskiden köylerde doğanın sesinden başka bir ses çıkmazdı. Bunlar, şimşek çakmasıyla gök gürültüsü, fırtına ile rüzgar sesi, yağmur ve dolu yağarken cama, tahta duvarlara ve çatılara vuran yağmur ve dolu sesi, çaylarda akan su ve kurbağa sesi, yaban hayatında cırcır böcekleri, çakal ve kuş sesleri, kedi, köpek, kümes hayvanları,  büyük ve küçükbaş evcil hayvanların sesleri ve insanların kullandığı alet sesleri ve en nihayet insanların kendi sesleri. Şimşek çakması sonucu çıkan gök gürültüsü haricindeki seslerin hepsi yumuşak frekanslı olup insanı rahatsız etmezler; doğanın sesleri gayet yumuşak sesler olup duyan insana huzur ve sükunet verirler, bedenimizi ve ruhumuzu dinlendirirler, insana bir güç, bir dinginlik ve yaşama sevinci verirler.

 

Önceden köylerde ne motorlu araçlar (traktör, kamyon, taksi, minibüs) ne de evlerde ses çıkaran motorlu motorsuz  aletler (radyo, televizyon, buzdolabı, klima) vardı. Haliyle gürültü kirliliği yoktu. Evin içindeki insan, yoldan geçen birisinin kim olduğunu bile ayak sesinden tanırdı.

 

Köy yerinde eski insanlar, “GÜN BATTI YAT, GÜN DOĞDU KALK” prensibiyle yaşadıkları için gece uyumuş olsalar bile bu çağrıyı duyabilmekteydiler. Evde gürültü çıkaran elektronik alet falan olmayınca değil köy içindeki sesleri, konumu müsait ise öteki köyün seslerini bile duymak mümkündü.

 

Telefon, telgraf ve internet gibi haberleşme imkanları da olmadığı için birbirine uzak olan haneler bile köy içinde birbirleriyle seslenme yoluyla haberleşirlerdi. Bu tip aracısız  haberleşme, köyler arasında bile olurdu.

 

Örneğin, köyde birinin malı mı kayboldu, karşı köydeki hane sahibine önce lâkabıyla ya da sülale adıyla seslenilir; “Looo Sefercüğün Saliiiih. Sefercüğün Saliiih. Fiyuuuuvvv (ıslık sesi). Looo Saliiih.” Bu sesi duyan Salih de önce ya ıslık çalarak ya da “Ööööy!” diyerek çağrıyı duyduğunu karşı tarafa bildirir. (Tıpkı telefonda “ALO” iletişimi gibi.) Ardından da karşı taraf mesajını söyler, “tamam mı, anladın mı?” diye de teyid ettirirdi.

 

Yukarıdaki köyler arası örnek “ÇIĞRIŞA” bizzat şahitlik etmişimdir. Gelemet Köyü’nden yapılan bu çağrıyı evin en yaşlısı ninem Hanife Koşar duymuş, “durun, icüg sös etmeyin, birisi bizi çııriye.” demiş, böylece köyler arası diyalog kurulmuş ve Gelemetliler hayvanlarıyla ilgili kayıp bilgisini bize iletmişler, babam da konu komşunun bilgisine başvurup kısa sürede onlara geri bildirim yapmıştı. Günümüzde bu imkan da ortadan kalkmıştır. Başkalarının sesini duyma, başkalarına sesimizi duyurma için ortamın sessiz olması lazım gelir. Çevremiz çeşitli motor ve elektronik seslerin dışında bizim duyamadığımız elektromanyetik ses dalgalarıyla öyle bir kuşatılmış durumdadır ki kulak sağırlığı (az duyma, yavaş işitme) dışında beden ve ruh sağlığımız bile tehdit altındadır.

 

Önce her köye bir telefon bağlandı. Tüm köylü tek bir telefon ile dünyaya bağlanırdı. Ardından her eve bir telefon bağlandı. Bu da yetmemiş olacak ki şimdi her kişinin cebine birer ikişer telefon konuldu. İşlerimiz / iletişimlerimiz kolaylaştı zannettik ama kaybeden yine biz olduk; paramızdan, sosyal hayatımızdan, sağlığımızdan olduk. Uzaktakilerle iletişim kuracağız diye yanımızdaki ile olan iletişimi kopardık yani asosyal bir varlığa dönüştük.

 

Bir olumsuz gelişme de son günlerin “moda hitapları” insanı hayatından bezdiriyor. İnsanlar tanımadığı kişilere kafasına göre vasıflar hamledip önüne gelene, aklına geldiği gibi hitap ediyor; “Hacı, hacım, hoca, hocam, baba, abi, abla, teyze, dayı, enişte, müdür, genel müdürüm...” Bu edep değil, karşındakine bir saygısızlıktır, görgüsüzlük ve medeniyetsizliktir. Oysa medeniyet samimiyet ve laubalilik üzerine kurulmaz.  dap ve erkan gerektirir.

 

Bu ve buna benzer nedenlerle araştırmamızda, köylerimizde oldukça yaygın olan edep dışı, ahlak dışı argo seslenmelere yer vermedik. Bir yerde kapalı kutu sayabileceğimiz köy sosyal yaşamında “argo sözcük” kullanımı rahatsız edici boyutlardadır. Geniş aile yapısından çekirdek aile yapısına geçişin olumsuzluklarından olan kuşaklar arası kültür aktarımının kesintiye uğraması, yani dede-torun münasebetinin misafirlik düzeyinde kalması, sosyal yapının dejenere olmasına yol açmaktadır.

 

Sosyal sorumluluk yerine topluma pompalanan “bireysel özgürlük” kavramının kötüye kullanımı sonucu bir otokontrol sistemi olan büyüklere saygı kavramı, “ikaz kültürü” nü “Aile Baskısı, Mahalle Baskısı” olarak tanıtınca ipler iyice kopmuş, baba evladına, öğretmen öğrencisine, hoca cemaatine sahip çıkamamış, “başıboşluk” kültürü toplumun kılcal damarlarına kadar işlemiştir.

 

 

Akbulut Köyü’nde Nida Şekilleri

 

İNSANDAN  İNSANA

 

Namaz vaktini bildirmek için günde beş vakit okunan Ezan-ı Muhammedi, Cuma günleri ve Cenaze duyuruları için verilen Selat-ü Selamları (Selaları) başta söyleyelim.

 

A, E: Sevgi dolu hitap, seslenme öncesinde,  şaşırma ve hayret duygularını güçlendirmek için kullanılır. (A gızım, E yavrum, a a a, eee)

AAAA: Uzaktaki birine seslenme. (Aaaa Mehmeet.)

ADAM: Kadının eşine hitap şekli.

AGUCUK GUGUCUK: Bebek sevme sözü.

ALO: Çağrıldığı halde oralı olmayanın ardından serzenişli sesleniş

AMAAN: Mıdarasızlık, isteksizlik, reddetme. (Amaaan, gelüse gelü, gelmese gendü bilü.)

AZ BAA BAK: Yanındaki kimseye bir şey söylemek için iletişime geçme sözü. Büyüklerinin yanında eşine ismiyle hitap etmeyen eşlerin söze giriş cümlesi.

BEY: Kadının kocasına seslenmesi.

BAA BAK: Kadının kocasına hitap şekli.

BAK SANA NE DİYECEĞİM: Söze giriş cümlesi.

BUYUR: Saygın birinin çağrısına cevap verme.

CIG: Sorulan soruya hayır manasına gelen bir cevap verme sesi.

CIS: Bebeklere tehlike bildiren ikaz sesi.

DA: Cümlenin sonuna getirilerek ifadeyi  güçlendirmek için kullanılır Vurgu ve tonlaması ifadeye soru, kızgınlık, pişmanlık, sabırsızlık anlamı katabilir. (Gel daa.)

EEEY: Evli çiftlerin birbirlerine seslenmesi. Tanımadığımız ve ismini bilmediğimiz birine seslenme.

FİYUUV: Islık sesi. İletişim öncesi bağlantı kurmak için. Çağrılan kişi yakındaysa dudaklarla, uzaktaysa tek parmak ya da iki parmakla çıkarılan ses.

GI: Kadınlara seslenmek için kullanılan ünlem. (Ana gııı ya da Gı anaa.)

HERİF: Kadının kocasına hitap şekli.

HI: Yakındaki bir çağrıya Evet manasına gelen bir cevap sesi. (Hı denmez, efendim diyeceksin.)

HİŞŞŞ: Sakın yapma anlamında uyarı sesi

HİŞT: Yakındaki birine tehditkar  seslenme.

HUUU: Kadın kadına seslenme.

HOOP: Dur.

LAN: Saygısızlık, efelenme ifadesi.

LOO: Erkeklere seslenme. Uzaktaki birisiyle iletişim öncesi bağlantı kurmak için. ( Loo Ahmet)

LOON: Erkeklere seslenme. Yakındaki birisiyle iletişim öncesi bağlantı kurmak için. N’aber manasına da gelir. (Loon Ahmet, n’apiyeen)

ME: İşte, al (Meh)

NEE: Çağrıya saygısızca cevap verme. (Nee denmez, efendim denir.)

NEEE NEEE NEEE: Israrcı çağrıya hiddetlenerek cevap verme

NE DİYEEN: Uzaktan yapılan çağrıya cevap verme.

NE DİYEN NEE: Uzaktan çağrı yapanın sesimizi duymaması durumunda ikileyerek cevap verme.

NE VAR: Çağrıya umursamaz bir tavırla cevap verme.

NE VAR LA NE VAAR: Israrlı bir çağrıya umursamazca cevap.

OOO: seslenme, çağırma. (Ooo Mehmet dayı.)

OOO: Kıskançlıkla karışık beğenme. (Ooo bu ne şıklık)

ÖÖÖY: Uzaktan gelen çağrıya cevap verme.

[Oğlunun adı]’nın babası: Kadının kocasına seslenmesi. (Kenan'ın babası.)

PIŞT: Yakındaki birine gizlice seslenme.

PİST: Yakındaki birine gizlice seslenme.

ŞİT: Yanındaki birine tehditkar seslenme. (Şit, sus bakayım sen.)

ULAN: Erkeklere kızma, hiddetlenme. (Ulan sende hiç arlanma yok mu?)

UY: Şaşkınlık ifadesi. (Uy anaam)

VUUY: Şaşırma, hayret ifadesi. (Vuuy, şunun yaptığına bakın helee.)

YA: Konuşmaya başlarken kullanılan ünlem. (Ya! Bak ne diiceem.)

YAA: Beklenmedik bir haber alınca. (Yaa demek öyle ha!)

YOOO: Yok, hayır.

YUUU: Seslenilen kadının, görünmeyen bir yerden çağrıyı duyduğunu bildirmesi.

Aile ve akrabalık isimleriyle seslenmeler:

“Aba, Abi, Abla, Aga, Ağbi, Amca, Ana, Baba, Bacı, Buba, Buva, Cice, Dayı, Dede, Emmi, Hala, Nine, Teyze.”

Çağrı yapacağımız yerde bu isimlerden iki ya da daha fazla kişi varsa akrabalık isminin önüne o kimsenin özel adını ekleyerek çağrı yaparız.

 

 

İNSAN HALLERİ

 

AYH: Korkan insanın çıkardığı ses.

AY ÖLDÜM ANAM: Ağrı, sancı ve sızısı olan insanın çıkardığı ses.

CIG CIG CIG CIIIG:  Bir şeye sinirlenen kimsenin kendini teskin etmesi, sabır dilemesi.

HIH: Balta ya da  balyoz kullanımı esnasında ve yere kazık çakarken nefesiyle güç devşirme sesi.

HÜÜÜ: Sızım sızım ya da hüngür hüngür ağlayan kişi sesi.

IIIH: Ağır bir yük kaldırırken ya da bir şeyi ittirip sıkıştırırken nefesi idareli kullanırken gırtlaktan çıkarılan zorlama sesi.

OOF OF: Dertli ve efkarlı insan sesi.

ÜVEE’, ÜVEE’, ÜVEE’: Kesik kesik bebek ağlaması.

 

 

İNSANDAN  HAYVANA

BÜÇÜ BÜÇÜ BÜÇÜ: Sığır yavrusu (buzağı/büçük) çağırma.

CİBEN CİBEN CİBEN : Köpek yavrusu (ciben/gölbez) çağırma.

CIZZIK CIZZIK!: Sığırları, ısıran bir sinekle korkutup kaçırma. Bökelek tutturma.

CÜC CÜC CÜC: Tavuk yavrusu (Civciv/cücük) çağırma.

ÇÜŞŞ: At, katır ve eşek gibi hayvanları durdurmak için söylenir.

DEH: At, katır ve eşek gibi hayvanları hareket ettirmek için söylenir.

DET: Evcil hayvan kovalama. Git manasına.

DIIGI DIIGI: Uzaktaki tavuğu çağırma.

DIGI DIGI DIGI: Yakındaki tavukları çağırma.

DOORHA: Koşulu öküzleri durdurmak için söylenir.

DÖŞÜ GIZIM: Sağım esnasında ineklerin memelerini sıkmaması için arka ayaklarını sağa sola açması ve sağım esnasında gergin değil rahat (relax) olması istendiğinde sağım yapan kişi tarafından söylenen söz.

GEH: Koşulu öküzleri hareket ettirmek için söylenir.

GEH GEH GEH: Koyun ya da sığır sürüsünü kovma, yön değiştirtme.

GE GIZIM/OĞLUM GEEL GEEL GEEL: Sığır hayvanı dişi/erkek çağırma.

GIDI GIDI GIDI: Tavuk çağırma.

HAHAHAHAAA: Araba ve Sabana koşulu, ağır yük altındaki hayvana güç verme onu coşturma sözü.

HEEL, HEEL, HEEL. :Alıcı kuş kovalama, tavukları uyarma. (Hel: Atmaca, Doğan, Kartal, Şahin ve Karga gibi “alıcı kuş”ların genel adıdır)

HELUUL : Alıcı kuş tehlikesi anında tavukları uyarma, ağırma.

HÖST: Saban ya da arabaya koşulu öküzleri hareket ettirme sözü.

HÜÜŞT, GEH GEH GEH: Ahırda ya da arazide kavga eden sığırları ayırma sesi.

KIŞT: Kümes hayvanlarını kovalama ünlemi. (Kışalamak)

MAH MAH MAH: Köpek çağırma.

MOH MOH MOH: Köpek çağırma.

MİNİ, MİNİ, MİNİ: Kedi çağırma.

OŞT; Köpek kovalama. (Oş, Hoşt)

PİSİ PİSİ: Kedi Çağırma.

PİST: Kedi kovalama ünlemi.

ŞİB ŞİB ŞİB: Şibik (Ördek yavrusu) çağırma.

 

 

HAYVAN HALLERİ

 

AAAA İ AAA İ AAA İ: Eşek anırması.

AİAİAİ: Eşek yavrusu(hotuk) anırması.

AUUVV: Çakal uluması.

BEEE: Sığır yavrusu sesi.

BÖÖÖÖ: Kızgın boğa böğürmesi.

BE’ E’ E’ EEE’: Keçi sesi. (Kesik ve titrek)

CİK, CİK, CİK: Kuş sesi. Annelerinin peşinde gezen civcivlerin, birbirleriyle sürekli iletişim içinde olduklarını gösteren sesleri.

CİİİK, CİİİK, CİİİK: Anneleri tarafından artık gezdirilmeyen, yalnız bırakılan yetişkin civciv sesleri. Artık peşinde civciv (cücüg) gezdirmek istemeyen anne tavuk önce onları “diderek” yanından kovar, annesiz kalan yavrular baştan uzun uzun ötüşerek birlikte hareket etseler de zamanla dağılır ve grup içinde bireysel yaşamayı öğrenirler.

CİYK: Fare sesi.

GAAK, GAAK, GAAK: Karga sesi.

GALUK GULU GULU GULU GULU: Erkek hindi sesi.

GARUG GARUG GARUG: Dişi hindi sesi

GID GID, GID GID GIDAAK: Yumurtlama sonrası tavuğun çıkardığı yaygara.

GIDAAK, GIDAAK, GIDAAK: Korkup kaçan tavuk sesi.

GIGGIRIIGIIIK: Genç horoz (piliç) ötüşü.

GIGIIIK, GIRK GIRK GIIRK: Keyifli tavuk sesi. (Gegel çalması)

GIIRK: Horoz ve tavukların ortak çıkardıkları alıcı kuş uyarı sesi

GIYAAK, GIYAAK: Yakalanmış kümes hayvanının canhıraş sesi.

GURK: Horozun çıkardığı alıcı kuş uyarı sesi.

GODOG GODO GODOOK: Ani bir tehlike sezen horozun tavukları uyarma sesi.

GULK, GULK, GULK: Civcivlerini gezdiren tavuk sesi.

HAV HAV HAV: Köpek sesi. Köpekler dört halde havlarlar.

1-) İHBAR: Bu evcil hayvanlar yabancı birinin geldiğini ev sahibine bildirmek için aynı zamanda kuyruğunu da sallayarak sakin sakin havlarlar. Sahibi geldiğinde havlamayı keser ve misafiri koklayıp tanımak ister. Bazı misafirleri baştan sevmezler ve sahibinin yanında bile havlamayı sürdürürler.

2-) SALDIRI: Burada yabancının üstüne üstüne giderek seri şekilde havlarlar. Buradaki havlaması düşman uzaktaysa ve ona yaklaşırkendir. Eğer düşman çok yakınında ise sessizce sokulur, dalar ve ısırır. “Isıracak köpek dişini göstermez.” Havlama şekli normal havlamasından farklı olarak çok seri olup “har har har” şeklindedir.

3-) DAYANIŞMA: Bu havlama şeklinde uzaklardan bir köpek havlaması duyduklarında o sesin geldiği yöne doğru civardaki tüm köpeklerin destek amaçlı olarak yattıkları yerden havlamalarıdır.

4-) ULUMA: Bu havlama şekli ise  hayvanın kendi iç dünyasıyla ilgilidir. Genellikle dolunay çıktığında gece vakitleri ya da ezanlar okunurken yine yattıkları yerden gökyüzüne doğru ulumayla birlikte havlamalarıdır. “Uuuvv, hav hav hav.” şeklinde olan ulumaları, ezan okunurken iç yangınını ifade edercesine daha bir acıklı ve hüzünlü olup, bu tip ulumalardan insanlar da etkilendikleri için “kötü haber gelecek” vehmine kapılırlar. Hayvanlar bu durumlarda sakin olmalarına karşın oldukça endişeli ve tedirgindirler.

 

HEV HEV HEV: Yavru köpek(ciben) sesi.

HIRR: Sinirlenmiş fakat henüz sinirlerine hakim olan köpeğin ısırma ya da havlama öncesi çıkardığı ses.

İİİİ HAHAHAHAHAHA: At kişnemesi.

İYNK İYNK İYNK: Canı yanmış köpeğin kaçarak inlemesi.

MAOUV, AOUV: Kızansak erkek kedi.

MEEE: Kuzu sesi.

MİYAAAV: Korkan kedi çığlığı.

MİYK MİYK MİYK: Gözleri açılmamış kedi yavrusu sesi.

MİYAV MİYAV MİYAV: Eş arayan ya da yavrularıyla iletişimde olan kedi.

MÖÖÖ: Sığır sesi.

TISK: Sinirlenmiş kedi sesi. Önündeki yiyeceğe uzananlara ve yanına yaklaşmasını istemediği köpek ve kümes hayvanlarına karşı belini kamburtarak aldığı şekilde çıkardığı kızgınlık ve saldırı sesi.

Ü’ ÜRÜÜÜ ÜÜÜÜÜ: Horoz ötüşü. Horozlar iki türlü öter: Birincisi, doğal görevleri olan sabah vaktindeki kısa kısa ötüşleridir. Bu vakit sabah ezanı vakti olup güneşin doğmasına bir saat kaladır. Ancak horozlar bazen vakti şaşırır, vakitsiz öten horozun da başı kesilir. Kuşlar güneşin doğmasına yarım saat kala ötüşmeye başlarlar. Horozun ikinci ötüşü gündüz vakti kendi çöplüğünde ötüşüdür ki sık sık çalı dizemesi gibi yüksekçe bir yere çıkar önce kanatlarını birbirine vurdurarak “pat pat pat” diye bir ses çıkarır ve diğer hane horozlarıyla karşılıklı olarak uzun uzun ötüşürler. Her hanede tek horoz olur. İkinci bir horoz lider horoz tarafından istenmez, başka hane horozlarının da gelip tavukların arasına karışmasına izin verilmez, kendi aralarında kanlı didişmeler, horoz dövüşleri olur. Netice itibariyle her horoz kendi çöplüğünde öter.

VAAAK VAK VAK VAK VAK: Dişi ördek sesi.

VIRAK VIRAK VIRAK: Kurbağa sesi.

 

 

ALET VE DOĞA SESLERİ

 

COM COM COM COM: Yayık yayma sesi.

DANGIL DUNGUL: Büyük sığır çanı.

DIGIL DIGIL DIGIL: Küçük sığır çanı.

DİLİT DİLİTTE DOMBALA DOMBAAL: Davul zurna sesi.

DİNG DİNG DİNG: Koyun çanı, zil.

DOM DOM DOM: Davul sesi.

FIŞIR FIŞIR: Ekşimiş sıvı sesi.

FOKUR FOKUR FOKUR: Kaynayan su sesi.

FOŞUR FOŞUR: Çağlayarak akan su sesi

GACIIR, GUCUUR, GIRÇ:  Kağnı sesi.

GÜÜM PAT, GÜÜM PAT: Küskü ile mısır dövme.

HIŞIR HIŞIR: Rüzgârlı havada yaprakların çıkardığı ses.

KÜÜÜT: Tüfek patlama sesi.

PAAT PAAT: Çamaşırları tokmakla yıkarken çıkan tokmak sesi.

ŞIRRAAK, ÇATIR ÇATIR, GÜMBÜR GÜMBÜR: Şimşek sesi (gök gürültüsü).

ŞIRIL ŞIRIL ŞIRIL: Akarsu (çay, dere) sesi.

TAK TAK TAK TAK: Çekiç ya da keserle çivi çakma.

TAKTAAK TAKTAAK: Tabanca sesi, ikişerli atış.

TAKIR TAKIR: Tabanca sesi, sürekli.

TAAK TUK, TAAK TUK: Baltayla odun kesme sesi.

TINK TINK TINK: Suyu biten tütün dikicinin dağıtıcıdan su istemek için elindeki teneke ıbrığa sivrüçle vurma sesi.

VUUUV VUV VUUUV: Rüzgâr sesi.

 

/Çetin KOŞAR

22 Haziran 2020


10 Haziran 2020 Çarşamba

Tefek

T E F E K
NE  İŞİMİZE
Y A R A R ?

Köylümüz, hayatını kolaylaştırmak için aletler yapmıştır. Şimdilerde sanayi ürünü aletler kullanıyor ama eski aletlerinin hammaddesi  %100 doğal idi. Mesela YABANİ TEFEK bitkisi bunlardan birisi. Onunla yaptığımız onca işi son zamana kadar DEMİR TEL ile yapar olmuştuk. Ne farkı vardı? Hiç bir farkı yoktu ama tefek bedavayken inşaat teline PARA ÖDEMEK hoşumuza gidiyordu galiba!...

Tefek , tanım olarak: "Kabak, kavun, karpuz, üzüm ve sarmaşık gibi sürüngen dallı olan bitkilerin dallarına verilen genel bir ad.

Yazı yazarken, tanımlama yapmam gerektiğinde hep TDK sözlüğünü baz alırdım ama bu tefek konusunda Türk Dil Kurumu'nun da kafası iyice karışmış olmalı ki "dağıt"mış. Tarama sözlüğü desem değil. Ağızlar sözlüğü desem hiç değil. Bir tefeği tanımlamak için ot, çiçek, yaprak ve ağaç demiş. Oysa tefek ip gibi kırılmadan eğilip bükülebilen bitki dalının genel adıdır.

TEFEĞİ NERELERDE KULLANIRDIK

Köyde sadece tefek dediğimiz bu bitki çalılıklarda ve koruluk ormanlarda olur. 

Çalılardaki sürekli el altında olduğu için gelişmez ve alet yapımda kullanılmazdı. Bahar aylarında özellikle Mayıs ayında bizim KIRÇAN dediğimiz dikenli çalı bitkisiyle birlikte filiz sürer fakat biz kırçanları toplar onlara dokunmaz, özellikle iyi beslenip "semirmesi ve güçlü" olması için gücünden faydalandığımız ÖKÜZ 'lere yedirirdik. Daha sonra bu filizler mısır püskülü gibi ama beyaz ipeksi bir çiçeklenme geçirir, mübarek öyle bir güzel koku yayardı ki dayanamaz biz de yerdik ama acımtrak tadı ikinci lokmayı ağzımıza koydurmaz sadece çiğner çiğner atardık.

Gelelim koruluklarda gelişip serpilmiş tefeklerden neler yaptığımıza. Koruluktan kastım büyük ağaçlardır. Bu tip yüksek ağaçların gövdesine değil dallarına tutunarak ağacın tepesine kadar uzayan bu tefeklerdir bizim kullandığımız.

1- Küçük sele sepet yapılırdı.
2- Çift sürerken ota yaprağa saldırmasın diye öküzlerin ağzına sepet örerdik.
3- Dizeme türü çalılara yapılan kapılara, evin bahçe kapısına, ağılın kapısına mandal yerine kullanırdık. Simit şeklinde iç içe dolar, kapı sapı ile sabit kazığa birlikte geçirilirdi.
4- Ahır ve ağılların ( tamın taşın) temizliğinde ve diğer toprak zeminlerin temizlenmesinde kullandığımız "Çalı Süpürgesi"nin sapını bağlardık. Böylece kurudukça daha da bir sıkı sarardı.
5- Dara düştüğümüzde "Urgan" niyetine kullanırdık.
6- Çivisi kırılan dizeme(çalı) cereklerini bağlardık.
7- Kayış koptuğunda kayış yerine ikame ederdik.
8- Mal güderken ormanda tefeklere asılır "Tarzancılık" oynardık.
9- Mutfakta kazan ve tencere altlığı olarak kullanırdık.
10- Hayvanların boynuna sarar yular gibi kullanırdık.
[ EKSİKLİKLERİ YORUM BÖLÜMÜNE YAZINIZ LÜTFEN ]

*****************************
Bir Anı:
TEFEKTEN DİZGİN OLUR MU?

Bir keresinde Kömürlük Dağı'nda mal güderken karşılaştığım yabancı ve sahipsiz bir atın boynuna bu tefekten bir yular geçirmiş ve ömrümde ilk ve son kez bir ata binmiştim. 

Sanki eşeğe biniyormuşum gibi ağzına "gem vurmadan" ata bindim. Ne at beni tanıyor ne ben atı. Ne ben onun dilinden anlıyorum ne o benim dilimden anlıyor. İki yabancı, bir hevesle hemen oracıkta dost oluvermiştik.

Atın sırtına çıkabilmek için BİNEK TAŞI olarak Kömürlük Kapısını kullandım. Akbulut köylüler bilir bu kapımız da TEFEKLİ'dir. RETKİT gibi olmasa da bizim DÜLDÜL'e sorunsuz bir şekilde DALTON KARDEŞLER gibi bindim. Sesini çıkartmadı. Önce bir "deh" dedim. Başladık "estek köstek" gitmeye. Bu gidiş zamanla bana ağır ve çok yavaş bir gidiş gibi geldi. Kendimi Malkoçoğlu Cüneyt'in yerine koymuş olmalıyım ki atı ayak topuklarımla "mahmuz"layarak yüksek sesle bir "deeeh" daha çıktı ağzımdan... Bereket tefekten yaptığım yular sağlamdıda sıkı tutunduğum için at şahlanıp ileri doğru atıldığında "dizginler" kopup elimde kalmadı. 

Hızlanmıştık. Kömürlük kapısının oradan başlayıp Mutaflıların alt tarafından geçip Papasların başından yol boyu gidiyoruz. At benim altımda ben atın üstünde "altlak üstlek" bereket rahvan gidiyoruz. Ama biraz da zayıf olan ata eyersiz bindiğim için "hop oturup hop kalkıyorum." Duyduğum kütürtüler kemik sesleriydi sanki. "Duur, oha, dorha, çüüş, burşş..." ne dediysem dedim ama at ile aramızdaki iletişim o "depüklü dehleme" ile kesilmiş olmalı ki at artık bana küsmüş hiç bir çağrıma kulak asmıyor, beni duymazdan geliyordu. Ama hızını da değiştirmiyordu.

Virajdan sonrası Arduçluk ve oranın yolları da kayalık idi. Atın ayağının kaymasından korktum. Yere düşüp "akılsız kafayı" yarmamak için katı ve derin çamurlu bir yerde kendimi atın sırtından yere attım. Tabi atlarken de kendimi kollayarak, çamurlu yere omuzüstü gelecek şekilde yattık çamura. İsteyerek planladığım gibi bir düşüş gerçekleştiği için bu ata binme sevdası da kazasız bir şekilde sona ermişti.

Ben düşünce sağolsun hemen at da durdu ve boynuna sardığım tefeği çözüp, helalleşip onu Devret'in üstündeki Arduçluk'a kendimi de malların yanına Kömürlük Dağına saldım.

/Çetin KOŞAR
8 Haziran 2020