24 Kasım 2020 Salı

Foto Canik 1975


 Üstümdeki gömleği Ayşe Ustaoğlu Şen halam dikmişti.

 

Kumaşı annemden, patronu, kesimi, biçimi, dikimi halama aittir. Hem de ücretsiz olarak; Fîsebilillah.

Bu gömlek fiyakalıdır. İsmi değil kendisi fiyakalıdır. Sırt kısmında boyundan eteğe kadar uzanan "fırfır"ı vardı.

 

Köyde çobanlık yapardım. Bir akşam teravih namazı için camiye gittiğimizde Atıf Koşar verdi müjdeyi "Alaçam'a yeni bir okul açılıyor. Kendi okulumu bırakıp ben de o okula gideceğim" demişti. Ertesi günü ailemden habersiz, gizlice gidip kayıt yaptırmıştık okula...

 

Ben bu gömlekle okumaya başladım. Ocak ve Şubat ayı hariç her gün yürüyerek gidip geldim Alaçam İmam Hatip Lisesi'ne. İlk yarıyıl iftiharname yıl sonunda da okul birinciliğim oldu ve bu gömlek hâla üzerimdeydi.

 

Allah(cc), onlardan razı olsun. Cenab-ı Allah, hiç bir emeği zayi etmez.

NOT: Ayağımdaki panyolon da o günlerde inşaatlarda amelelik yapan abim Metin Koşar'ın hediyesidir.

23 Kasım 2020 Pazartesi

Akbulut İlkokulu 1967

 


İlkokulumuz, bir muhtarlıkta açılan ikinci okuldu. Bu nedenle tek sınıflı düşünülmüştü. İlkokulumuz tek sınıflı ana bina, tek ailelik öğretmen lojmanı ve bir de odunluk kısmı bulunan tuvalet binasından ibaretti.
Köyümüze, daha doğrusu Kışlakonak Köyü'nün bir mahallesi olan Sordanköyü'ne ilkokul ilk defa açılıyordu. Bugün, "Bütün Şehir" yasasıyla Alaçam ilçesinin bir mahallesi sayılan Akbulut Köyü o gün Sordanköy, Karanlıkdere, Çetirlik ve Sarımsak mahallelerinden oluşuyordu. Ve Gelemet Köyü de dahil bütün bu köyün çocukları o gün tek köy olduğumuz için Gelemet ilkokuluna gidiyorlardı. Bu nedenle birinci sınıftan beşinci sınıfa kadar her sınıfta okuyan öğrencimiz vardı.
 
Akbulut İlkokulu açıldığında Gelemet hariç bütün bu köylerin çocukları bu tek sınıflı okula hücum etmiş, ilk günü hatırlıyorum da tüm öğrenciler tek sınıfa doluşmuş, bırakınız oturmayı ayakta durmaya bile yer yoktu o toplantıda.
 
Burada, hafızamdan silinmeyen bir olayı da hatırlatayım; Gıyas KESKİN olayı. Önceden Gecekli Köyünde oturan merhum Cemal Keskin Sarımsak mahallesine ev yaptırınca Sarımsak köylü, haliyle bizim köylü olmuş, Gecekli ilkokuluna bizim Gıyas Keskin kardeşimiz de yeni okulumuzun öğrencisi olmuştu. O yoğunlukta, öğrenciler olarak bizler Gıyas'ı başta kabul etmemiş, "ya kardeşim bizim okulumuz dolu, sen bari kalabalıklık yapma git eski okulunda oku" derdik.
(...)
Beş sınıflık öğrenci grubuna tek sınıf ve üç öğretmenle hizmet vermeye başlayan Akbulut İlkokulunun bu yükü hiç şüphesiz ilkokul öğretmeni ve okulumuzun kurucu müdürü genç bir öğretmenin, Mustafa AÇIKGÖZ'ün omuzlarındaydı. Allahım sağlık sıhhat ve uzun ömürler versin, ilk fırsatta dizinin dibine oturup bizler için çektiği bunca zahmetleri, yaşadığı çileleri bir bir dinlemek isterim.
(...)
/Çetin KOŞAR
Akbulut Köyü Eğitim Tarihine Giriş




20 Kasım 2020 Cuma

Mustafa AÇIKGÖZ

 

Fotoğraf: Kibar YEŞİL Arşivi


Her  toplumun  bir  “ileri  gelenleri”  vardır.  Bunların  sayısı  toplumun  büyüklüğüne  göre  bazen  bir  elin parmakları  sayısı  kadar  “az”  bazen  de  ordular  kadar  “çok”tur.  Sosyolojik  açıdan  en  küçük  bir toplumsal  birim  olan  köyümüz  de  ne  yazık  ki  bu "az”lar  kategorisindedir.  Ama  ne  şanslıyız  ki  bu azlık  karşısında “bilgi,  beceri  ve  kültür”  hususunda  bir  orduya  bedel  bir  güce,  birikime  ve  etkiye sahip  bir  “Mustafa  Öğretmenimiz”  vardı  ve  hep  var  olmaya  devam  edecektir.
Bir  şeyden  umut  kesilmişken  hani  derler  ya!  “Senden  ne  köy  olur  ne  de  kasaba.”  İşte  böylesi  bir umutsuzluğa  kapılmayıp “sallabaşını  al  maaşını”  demeyip,  ailesiyle  ve  ekip  arkadaşlarıyla  yıllarını  ve hayatını  köyümüze  adamış,  bir  başka  ifadeyle  “bize  sahip  çıkmış”  tabiri  caizse  “bizi  adam  etmiş” bir  büyük  şahsiyetten  bahsetmek  istiyoruz. 
Adı  Mustafa  Açıkgöz. Yıl  1967.  O  zaman  Kışlakonak  Köyünün  bir  mahallesi  olan  Sordanköyün  adını  devlet  baba  Akbulut Köyü  olarak  değiştirmiş  ve  yapmış  olduğu  tek  derslikli  İlkokulun  adını  da  Akbulut  İlkokulu  koymuştu. Daha  önce  Gelemet  Köyüne  gidenlerimizle  birlikte  okula  gittiğimizde  bizi  gülen  yüzü  ve  sevecen tavırlarıyla  okulun  kapısında  karşılayan  biri  vardı;  Mustafa AÇIKGÖZ.
Yıllar  yılları  kovaladı.  Sırası  gelen  bütün  Akbulutlular,  Türkiye  Cumhuriyeti’nin  yetiştirdiği  ender öğretmenlerinden  birisi  olan  Mustafa  öğretmenden  gerekli  eğitimi  alarak, ülkenin dört bir yanına dağıldı; hayata  atıldı... Mustafa öğretmenden  önce  köyümüz  bir  köy  bile  değilken  şimdi  bir  kasaba  olmasa  bile  nüfusunun  yarıdan fazlası  “kasabalı”  hüviyetini  kazanmış  durumda.  Köyümüzün  yetiştirdiği  bu  gurubun  yakın  zamanda bir  vefa  borcu  olarak  köyüne  yapacağı  maddi  ve  manevi  “geri  dönüşüm”  ile ve Allah’ın  izniyle köyümüz  “kasaba  olmaya  aday  köy”  olma  yolundadır.
Köyümüz ilkokulunun KURUCU ve YÖNETİCİSİ, MÜDÜRÜ, "BAŞ ÖĞRETMENİ", nice öğretmenlerin temel eğitimini vermiş "ÖĞRETMENLER ÖĞRETMENİ", Muhtarıyla, İmamıyla bir olup okulla birlikte bir köyü ve köylüyü aydınlatan, yönlendiren Saygıdeğer, Kıymetli, Değerli ve Sevgili öğretmenimiz Mustafa AÇIKGÖZ ve O'nun şahsında, köyümüze emek veren diğer öğretmenlerimizin gününü kutlar, ellerinden öper, Allah(cc)'tan sağlıklı, huzurlu, mutlu günler ve yarınlar dileriz.
/Çetin KOŞAR
20 Kasım 2020
 
Öğretmenlerimiz
https://www.facebook.com/media/set/?set=oa.781810889064751&type=3

19 Kasım 2020 Perşembe

Bir Çuval Elma

 



Geçen gün abim aradı. Köyden geliyormuş. "Aşşa in, arabada sana ait bir çuval var, teslim edeyim" dedi.

Çuval deyince aklıma ilk etapta "un çuvalı" geldi. Merdivenlerden aşağı seyirterek indim. Bir de ne göreyim, bizim çuval un çuvalı değil elma çuvalıymış. Sevincim bir kat daha arttı. Doğup büyüdüğüm toprakların meyvesi ayağıma gelmişti. (Abim sağolsun)

Malum covid günlerindeyiz, kısa bir hoşbeş, minnet, mihnet ve teşekkür dileklerimin ardından vedalaşıp, elma çuvalını omuzladığım gibi bu defa merdivenlerden uçarak çıktım eve.

Nedense elmayı, özellikle doğal yetişen elmayı çok severim. Üç gündür, akşam iş dönüşü çuvaldaki elmalarla hasbihal edip duruyorum. (Bu arada çuvalı yarıladım, affınıza sığınarak söyleyeyim.)

ANAMIN ELMASI
O elmanın fidanını rahmetli babam dikmişti. Meraklıydı çeşit çeşit meyve fidanı alıp dikmeye. Değirmen yanında, çay kenarındaki bahçesinde şeftaliden armuta, eriğe, cins cins ziraat elmalarından fındığa, incire kadar envai türde meyveliği vardı. Bir de tarla kenarında bir "cörtük" ağacımız vardı. (Hepsini sel aldı. Şimdi bahçe bile kalmadı.)

Bu elma ağacını da rahmetli anacığım için diktiğini söylerdi; "anaaz hasta, şekeri var diyabetli, ona tatlı olmayan bu elma "meyhoş / mayfoş" iyi gelir diye düşünmüştüm.” demişti.

Anacığım ne kadar yararlanabildi bilmiyorum ama mübarek ağaç, babamın öldüğü sene öyle bir meyveye durmuştu ki, üstteki dallar meyveleri çekememiş, hep yarılıp kırılmıştı. O yıl, cenaze merasimine katılan eş-dost ve akraba-i taallukat da dahil olmak üzere toplaya toplaya bitirememiş hatta kışın gittiğimizde dalda kalan meyveler dibine dökülmesine rağmen çalı ve otların arasında sapa sağlam ve dibdiri duruyorlardı. Tabi onları da toplayıp, çuvallara doldurup yararlanmıştık.

MEYVELİK
Köyde "meyvelik" diye adlandırılan alanlarımız vardı eskiden. Meyve ağaçları tarla kenarlarına da dikilse de meyvelik dediğimiz bu yerler genellikle evlerin etrafında olurdu. Makineleştikçe, taksi ve tarım aracı traktörlere yer açmak için tek tek kesildi bu koca koca ağaçlar; erikler, dutlar, ayvalar, armutlar... Evler dımdızlak ortada kaldı.

Eskiden köyümüzdeki meyve ağaçları "kocaman kocaman" olurdu. Baharda açan kırmızı-beyaz çiçekleri rüzgarda dökülürken içimizde, sanki "kar yağıyor" intibaı uyanıyordu. Şimdi bodur ağaçlar moda oldu. Eski koca ağaçlar ya kendiliğinden yıkıldı ya da kesilip odun yapıldı, "zopa"larda yakıldı.

Çiçekler meyveye döndüğündeyse ikinci bir şölen başlardı. Hastalıklı, kurtlu ham meyveler "patır patır" kendiliğinden dibine dökülürken çıkardıkları sesler içimizi gıdıklardı. Bu "döküntü"ler hayvanların nasibiydi. Sürekli değil de yaylımdan dönen hayvanlar kısa süreliğine meyveliğe salınır, kendilerine meyve ziyafeti çekerlerdi. (Gerçi, ağız yapısı elmaları ısırmaya müsait olmayan zavallıcıklar buna rağmen ağızları "salya köpük" içinde kalsa da yine onları büyük bir iştahla yemeye çalışırlardı.

Ha, bu arada biz çocuklar için de oyuncak malzemesi idi bu ham meyvelerin iriceleri. Oyuncak arabaları yapardık, iki tekerli, dört tekerli, direksiyonlu direksiyonsuz…

HASAT BAYRAMI
Güz gelip meyveler olgunlaştığında da bizim hasat bayramımız başlardı. Bir ağaçtan 4-5 çit elma toplar, öküz arabasıyla evin yanına taşırdık. Çeşitli türdeki tüm elmalar toplanıp harman edildikten sonra ev yanlarında bir hafta on gün, geceli gündüzlü sürecek bir faaliyet, "begmez etme günneri" başlardı. Oluklarda elma döverken çıkan "donk donk tok" sesleri tüm köye yayılırken herenilerde pişirilen  komposto tadında elmalar ve tavalarda kaynayan  pekmez kokuları tüm köyü sarardı.

Oluklarda dövülüp ezilerek kazanlarda pişirilip, işkenceden geçirilip, "telis çuval"larla suyu süzülüp, tavalarda kaynatılarak "nardek" dediğimiz pekmez elde edilirdi. Şimdi ki gibi fındık kreması yokken biz bu pekmezi "patıl" ekmeğinin üzerine sürüp sürüp yer, yer yer sürerdik. Değişik türdeki elmaların oluşturduğu bu yöresel lezzetin tarifi mümkün değildi.

TUTALIK
Elma ağacı "silkelenip tokunma" dan önce "tutalık" toplama işi olurdu. Büyükçe bir sepetle ağaca çıkılır, yeni filiz dal uçlarındaki iri, sağlıklı, olgun ve düzgün elmalar, ezilip çizilmeden nazikçe elle toplanır yine sarsmadan çarpmadan yere indirilip eve taşınır, sandıklarda, karyola altlarında ya da tavan arasında saklanır, kış günlerinde yenmek üzere ayrılırdı. Tutarak topladığımızdan ya da yemeyip, saklayıp tuttuğumuzdan olsa gerek, biz buna "tutalık" derdik. Bazen 3-5 elma bir arada dalıyla birlikte toplanır, oda içinde tavana asılır, belli bir süre süs olarak orada tutulurdu.

Tutalıklar toplandıktan sonra sıra geri kalanları silkeleyip yere düşürmek, düşmeyenleri de uzun bir sopa / cerek ile tokurduk.

NİNEMİN ELLERİ
Daha ziyade yetişkinlerin vazife aldığı bu pekmez günlerinde yaşlılar da boş durmaz bu hummalı geçen günlerde onlar da "gücü guvatı" ölçüsünde bir takım işlerin ucundan tutarlardı.

Şimdi ben evdeki bir çuval elmayı neredeyse tek başıma "öğütürken" düşünüyorum da, eğer bu elma ninemin elinde olsaydı o bu bir çuval dolusu elmayı n'apardı? Elbette benim gibi oturup hepsini yemeye kalkmazdı. O'nun pamuk elleri bu elmalardan neler neler yapmazdı ki, bugün için yarın için, say say bitmez.

Meyveler olgunlaşıp dökülmeye başlamasıyla nineceğizim hiç boş durmaz, "eteklik"ine topladığı bu "döküntü"leri doğrar, "güzine"nin gözünde börttürür / haşlar, meşe odunu külüyle karıştırıp güneşe serer, "günnetir," kışa hazırlık olarak kurutur, "hoşaf gurusu" yapardı. (Dilimlenip, sadece çekirdek kısımları ayıklanan bu elma kurularını kış günü hoşaf olarak tüketirdik. Tabi bu sadece elma değil erik, ayva, armut, kızılcık vb. meyvelerden karışık olurdu.)

Tüm bu işlemler yapılırken bu meyvelerin zerresi dahi israf / ziyan edilmez, çöpe atılmaz, hayvan yemi olarak değerlendirilirdi.

DÜŞÜNÜYORUM DA!...
Ana, baba, nine, dede... Hepsi faniydi, bu dünyadan geçtiler gittiler, hepsi fani olduklarını ispatladılar. Geride bıraktıkları, evlad-ı iyali bizler, geriden geriden onları izlerken, bize aktardıkları "köy bilgeliği"nin ne kadarına talip olduk? Onlara teşekkür edebildik mi? Sadaka-i Cariye olarak bıraktıkları bunca güzelliklere ilaveten biz ne ürettik? Mesela, kaç meyve ağacı diktik?  Rabbimizin bize bahşettiği onca nimetin kadrini ve kıymetini ne kadar bildik?

Babamın ağacını diktiği, abimin toplayıp bana getirdiği elmaları yerken bunları düşündüm, iyi mi?

/Çetin KOŞAR
19.11.2020
 

YORUMLAR
Resül YILMAZ Yazıyor…
Ağaç dikmek , dikilen ağacı koruyup kollamak geleceğe yatırım yapmak sizce karlı bir yatırım mıdır?
Düşünsenize bir fidan ekiyorsun meyve vermesi aşağı yukarı 5 sene veya daha az daha çok. Öyle bir yatırım yapıyorsun ki sana çok bir faydası yok ama çocuğun çoluğun yer, yoldan geçen biri sebeplenir veya binlerce kilometrelik diyarlardan gelen bir kuş dalına yuva yapar veya meyvesini yiyip açlığını giderir. Veya o ağacı dikip kollayan besleyen kişi veya kişiler bu dünyayı terki diyar eylese bile sevap kazanmaya devam eder ve âmel defteri hep açık kalır. Fidan dikmek geleceğe yatırımdır. İnsanın ve insanlığın devamının teminatıdır. Bilhassa Osmanlı ve Müslüman geleneği meyve veren ağaç ev önlerine bol bol ekilmiş. Bir dikili ağacı olması sözü şanlı milletimizin güzel bir sözü ve göz hakkı tabiri ile de herkesin alıp yemesinde bir beis görmemiştir. Ecdadımıza Ve tüm ölmüşlerimize Alemlerin Rabbi olan Allah(cc)’tan rahmet dilerim..