12 Kasım 2008 Çarşamba

Yeter Halanın Ardından









Yüzümüz yerde kaldı
Gözümüz yaşta kaldı
Gönlümüz darda kaldı
Hatırladık ve anladık ki,
Bu dünyanın ötesi vardı.
/Senai DEMİRCİ


Daha dün gibi; On beş gün önceydi. Ondokuzmayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde yatarken ziyaretine gitmiştik muhtarımız Sunay ile birlikte. Annem gibi o da 5.Kattaki Dahiliye 2’de yatıyordu. Biz odaya girince doğrulup oturmuştu yatağında. Elini öpüp sarılmıştım boynuna annemin hasretini giderircesine.

Nedim Dayım üzüntülü, Zeki kardeşim sıkıntılıydı. Guatr, lokmalarını zehir ettiği için yemek yiyemiyordu. Oysa ben halini de iyi görmüştüm. Gayet umutluydum iyileşeceğinden.

“Hekimden sorma çekenden sor” demişler. Tıpkı annem gibi, babaannem gibi “köyünü” istediği an anlamalıydım. Hem bir de “Beklenen sıra” olayı vardı hayatta bizi yanıltan. Ama öyle olmuyor işte. Sıralar hep bozuluyor, bizim tarafımızdan olduğu gibi Rabbimizin tarafından da… Ya da bu işin sırası yoktu galiba.

Analarımız… Elleri, ayakları öpülesi varlık sebeplerimiz… Birer birer terk ediyorlar bizleri ve bu dünyayı… Geride bırakarak evlad-ü Iyallerini.

Kimin annesi vefakâr, kimin annesi fedakâr, kimin annesi cefakâr değildir ki? Yemeyip yediren, giymeyip giydiren biricik analarımız. Hasta olduğumuzda gece sabahlara kadar başucumuzda bekleyen analarımız. Üzüldüğümüzde bizimle birlikte üzülen, sevindiğimizde bizden daha çok sevinen analarımız. Uzun söze ne hacet; şu hayatta bizi “karşılıksız seven” tek insan…

Öte yandan kaç kişi vardır bu dünyada bizi düşünen, bizim için endişelenen… Ne güzel demişler değil mi?; “Ağlarsa anam ağlar. Gerisi yalan ağlar.”

Analarımız bu dünyayı terk ettiklerinde biz evlatlar her ne kadar bakıma muhtaç değilsek de yine de mahzunuzdur… İçimiz buruktur. Ezilir bir taraftan ince ince… Ama biz geleceğe bakmak zorundayız. Tıpkı yaşlı gözlerimizin içine bakan evlatlarımız gibi o evlatlarımızın geleceğini kurmak için geleceğe tutunmak zorundayız…  Bu nedenle bizim bakılacak bir geleceğimiz tutunacağımız dallarımız vardır. Ya eşi ölen analarımız, babalarımız…

Annesi ölenlerimize “yetim“ deriz. Babası ölenlerimize de “öksüz” deriz. Ya eşi ölenlerimize ne deriz? “Dul” demek neyi ifade eder ki? Kolun kanadın kırılmıştır. Kalınası olmayan dünyada tutunacak tek bir dalın bile kalmış mıdır ki? Önceden kız çocukları “gelin olup” uçar giderlerdi yuvadan. Şimdiyse bütün kuşlar yuvayı terk ediyor. İşte, cenazeler bu terkedilmiş yuvada, geriye kalanlar için zordur, ağırdır, kaldırılması güçtür.

Gerçekten insanın kırk yıldır bir yastığa baş koyduğu can yoldaşını kaybetmesi kadar ağır, acı ve kahır verici ne olabilir ki? Bir ateş düşer içine. Yakar yüreğini derinden derine. Derdini açamazsın kimselere. Yuvada garip kalmışsındır. Tutunacak ne bir dalın, sana uzanacak ne bir elin, halini soracak ne bir dilin… Kimin kimsen yoktur artık. Bunu hissettim bugün Nedim dayımla kucaklaşırken. Tıpkı babam da bana böyle sarılmıştı annemi kaybettiğimiz gün.

Biliyor ve inanıyoruz ki, ölen bir kimsenin amel defteri şu üç şeyden dolayı kapanmaz. Sadaka-i Cariye, Yararlanılan İlim ve Kendisine dua eden hayırlı evlat. Ölen anne ve babalarımıza dua edelim. Rabbim, geçmişlerimizin cümlesine Rahmet eylesin. Sevgili Peygamberimizin şefaatine nail olmayı cümlemize nasip eylesin.

Onlar bu dünyadaki görevlerini tamamlayıp Rablerinin katına çıkarak kurtuldular. Rabbimiz, geride kalan bizlere acısın! Amin.

/Çetin KOŞAR
12 Kasım 2008

Köyümüzdeki Cenaze Mersimleri

Bir Annemizi Daha Toprağa Verdik


Yüzümüz yerde kaldı
Gözümüz yaşta kaldı
Gönlümüz darda kaldı
Hatırladık ve anladık ki,
Bu dünyanın ötesi vardı.
/Senai DEMİRCİ


Daha dün gibi; On beş gün önceydi. Ondokuzmayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde yatarken ziyaretine gitmiştik muhtarımız Sunay ile birlikte. Annem gibi o da 5.Kattaki Dahiliye 2’de yatıyordu. Biz odaya girince doğrulup oturmuştu yatağında. Elini öpüp sarılmıştım boynuna annemin hasretini giderircesine.

Nedim Dayım üzüntülü, Zeki kardeşim sıkıntılıydı. Guatr, lokmalarını zehir ettiği için yemek yiyemiyordu. Oysa ben halini de iyi görmüştüm. Gayet umutluydum iyileşeceğinden.

“Hekimden sorma çekenden sor” demişler. Tıpkı annem gibi, babaannem gibi “köyünü” istediği an anlamalıydım. Hem bir de “Beklenen sıra” olayı vardı hayatta bizi yanıltan. Ama öyle olmuyor işte. Sıralar hep bozuluyor, bizim tarafımızdan olduğu gibi Rabbimizin tarafından da… Ya da bu işin sırası yoktu galiba.

Analarımız… Elleri, ayakları öpülesi varlık sebeplerimiz… Birer birer terk ediyorlar bizleri ve bu dünyayı… Geride bırakarak evlad-ü Iyallerini.

Kimin annesi vefakâr, kimin annesi fedakâr, kimin annesi cefakâr değildir ki? Yemeyip yediren, giymeyip giydiren biricik analarımız. Hasta olduğumuzda gece sabahlara kadar başucumuzda bekleyen analarımız. Üzüldüğümüzde bizimle birlikte üzülen, sevindiğimizde bizden daha çok sevinen analarımız. Uzun söze ne hacet; şu hayatta bizi “karşılıksız seven” tek insan…

Öte yandan kaç kişi vardır bu dünyada bizi düşünen, bizim için endişelenen… Ne güzel demişler değil mi?; “Ağlarsa anam ağlar. Gerisi yalan ağlar.”

Analarımız bu dünyayı terk ettiklerinde biz evlatlar her ne kadar bakıma muhtaç değilsek de yine de mahzunuzdur… İçimiz buruktur. Ezilir bir taraftan ince ince… Ama biz geleceğe bakmak zorundayız. Tıpkı yaşlı gözlerimizin içine bakan evlatlarımız gibi o evlatlarımızın geleceğini kurmak için geleceğe tutunmak zorundayız…  Bu nedenle bizim bakılacak bir geleceğimiz tutunacağımız dallarımız vardır. Ya eşi ölen analarımız, babalarımız…

Annesi ölenlerimize “yetim“ deriz. Babası ölenlerimize de “öksüz” deriz. Ya eşi ölenlerimize ne deriz? “Dul” demek neyi ifade eder ki? Kolun kanadın kırılmıştır. Kalınası olmayan dünyada tutunacak tek bir dalın bile kalmış mıdır ki? Önceden kız çocukları “gelin olup” uçar giderlerdi yuvadan. Şimdiyse bütün kuşlar yuvayı terk ediyor. İşte, cenazeler bu terkedilmiş yuvada, geriye kalanlar için zordur, ağırdır, kaldırılması güçtür.

Gerçekten insanın kırk yıldır bir yastığa baş koyduğu can yoldaşını kaybetmesi kadar ağır, acı ve kahır verici ne olabilir ki? Bir ateş düşer içine. Yakar yüreğini derinden derine. Derdini açamazsın kimselere. Yuvada garip kalmışsındır. Tutunacak ne bir dalın, sana uzanacak ne bir elin, halini soracak ne bir dilin… Kimin kimsen yoktur artık. Bunu hissettim bugün Nedim dayımla kucaklaşırken. Tıpkı babam da bana böyle sarılmıştı annemi kaybettiğimiz gün.

Biliyor ve inanıyoruz ki, ölen bir kimsenin amel defteri şu üç şeyden dolayı kapanmaz. Sadaka-i Cariye, Yararlanılan İlim ve Kendisine dua eden hayırlı evlat. Ölen anne ve babalarımıza dua edelim. Rabbim, geçmişlerimizin cümlesine Rahmet eylesin. Sevgili Peygamberimizin şefaatine nail olmayı cümlemize nasip eylesin.

Onlar bu dünyadaki görevlerini tamamlayıp Rablerinin katına çıkarak kurtuldular. Rabbimiz, geride kalan bizlere acısın! Amin.

/Çetin KOŞAR
12 Kasım 2008