Gözümüz yaşta kaldı
Gönlümüz darda kaldı
Hatırladık ve anladık ki,
Bu dünyanın ötesi vardı.
/Senai
DEMİRCİ
Daha dün gibi; On beş gün önceydi. Ondokuzmayıs
Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde yatarken ziyaretine gitmiştik
muhtarımız Sunay ile birlikte. Annem gibi o da 5.Kattaki Dahiliye 2’de
yatıyordu. Biz odaya girince doğrulup oturmuştu yatağında. Elini öpüp
sarılmıştım boynuna annemin hasretini giderircesine.
Nedim Dayım üzüntülü, Zeki kardeşim sıkıntılıydı.
Guatr, lokmalarını zehir ettiği için yemek yiyemiyordu. Oysa ben halini de iyi
görmüştüm. Gayet umutluydum iyileşeceğinden.
“Hekimden sorma çekenden sor” demişler. Tıpkı annem
gibi, babaannem gibi “köyünü” istediği an anlamalıydım. Hem bir de “Beklenen
sıra” olayı vardı hayatta bizi yanıltan. Ama öyle olmuyor işte. Sıralar hep
bozuluyor, bizim tarafımızdan olduğu gibi Rabbimizin tarafından da… Ya da bu
işin sırası yoktu galiba.
Analarımız… Elleri, ayakları öpülesi varlık
sebeplerimiz… Birer birer terk ediyorlar bizleri ve bu dünyayı… Geride
bırakarak evlad-ü Iyallerini.
Kimin annesi vefakâr, kimin annesi fedakâr, kimin
annesi cefakâr değildir ki? Yemeyip yediren, giymeyip giydiren biricik
analarımız. Hasta olduğumuzda gece sabahlara kadar başucumuzda bekleyen
analarımız. Üzüldüğümüzde bizimle birlikte üzülen, sevindiğimizde bizden daha
çok sevinen analarımız. Uzun söze ne hacet; şu hayatta bizi “karşılıksız seven”
tek insan…
Öte yandan kaç kişi vardır bu dünyada bizi düşünen,
bizim için endişelenen… Ne güzel demişler değil mi?; “Ağlarsa anam ağlar.
Gerisi yalan ağlar.”
Analarımız bu dünyayı terk ettiklerinde biz
evlatlar her ne kadar bakıma muhtaç değilsek de yine de mahzunuzdur… İçimiz
buruktur. Ezilir bir taraftan ince ince… Ama biz geleceğe bakmak zorundayız.
Tıpkı yaşlı gözlerimizin içine bakan evlatlarımız gibi o evlatlarımızın geleceğini
kurmak için geleceğe tutunmak zorundayız…
Bu nedenle bizim bakılacak bir geleceğimiz tutunacağımız dallarımız
vardır. Ya eşi ölen analarımız, babalarımız…
Annesi ölenlerimize “yetim“ deriz. Babası
ölenlerimize de “öksüz” deriz. Ya eşi ölenlerimize ne deriz? “Dul” demek neyi
ifade eder ki? Kolun kanadın kırılmıştır. Kalınası olmayan dünyada tutunacak
tek bir dalın bile kalmış mıdır ki? Önceden kız çocukları “gelin olup” uçar
giderlerdi yuvadan. Şimdiyse bütün kuşlar yuvayı terk ediyor. İşte, cenazeler
bu terkedilmiş yuvada, geriye kalanlar için zordur, ağırdır, kaldırılması
güçtür.
Gerçekten insanın kırk yıldır bir yastığa baş
koyduğu can yoldaşını kaybetmesi kadar ağır, acı ve kahır verici ne olabilir
ki? Bir ateş düşer içine. Yakar yüreğini derinden derine. Derdini açamazsın
kimselere. Yuvada garip kalmışsındır. Tutunacak ne bir dalın, sana uzanacak ne
bir elin, halini soracak ne bir dilin… Kimin kimsen yoktur artık. Bunu
hissettim bugün Nedim dayımla kucaklaşırken. Tıpkı babam da bana böyle sarılmıştı
annemi kaybettiğimiz gün.
Biliyor ve inanıyoruz ki, ölen bir kimsenin amel
defteri şu üç şeyden dolayı kapanmaz. Sadaka-i Cariye, Yararlanılan İlim ve
Kendisine dua eden hayırlı evlat. Ölen anne ve babalarımıza dua edelim. Rabbim,
geçmişlerimizin cümlesine Rahmet eylesin. Sevgili Peygamberimizin şefaatine
nail olmayı cümlemize nasip eylesin.
Onlar bu dünyadaki görevlerini tamamlayıp
Rablerinin katına çıkarak kurtuldular. Rabbimiz, geride kalan bizlere acısın!
Amin.
/Çetin KOŞAR
12 Kasım 2008
Köyümüzdeki Cenaze Mersimleri