DEDE
Akbulut Köyünde dedenin adı “dede”dir. Dede adı bu ad dışında başka
bir şekilde telaffuz edilmez. Yani dede her yerde dededir. Bir farkla ki yeni
konuşmaya başlayan, tıfıllar/bebeler “deddee”
diye değişik bir ünlemede bulunabilirler ancak bunu saymıyoruz.
Cinsiyet olarak babanın veya annenin
babası olarak tanımlanan Dede, TDK sözlüğünde; “1. Torunu olan erkek, büyük
baba. 2. Büyük babadan başlayarak geriye doğru atalardan her biri. 3. Yaşlı
erkeklere söylenen bir seslenme sözü. 4. Mevlevilikte çilesini doldurmuş
derviş.” Olarak ifade edilmektedir. Dede sözcüğü Orta Asya'da, İslam dini
ortaya çıkmadan önce toplumdaki “aydın ve bilgili” kişileri tanımlamak için
kullanılan bir sıfattı. Bunu “Dede Korkut” örneğinde görmekteyiz. Ayrıca,
Alevilik'te Ehli Beyt soyundan gelen içtimai ve dini liderlere de “dede”
denmektedir.
Günümüz şehir yaşamında sadece annenin
babasına dede, babanın babasına ise “Büyükbaba”
deniliyor olsa da köyümüzde annenin babasına da babanın babasına da aynı ifade
kullanılarak “dede” denilmektedir. İki dede bir aradayken hitap olarak özel
isimleriyle birlikte “Ali Dede, Veli Dede” ya da birilerine dedelerimizden
bahsederken yine özel isimleriyle birlikte “Ali Dedem, Veli Dedem”diye
söyleriz.
Akrabalık dışında olup yaşı ilerlemiş
“ihtiyar” insanlara da bir saygı
ifadesi olarak dede denilmektedir. Buna mukabil “torunu olan erkek” tanımında geçtiği gibi erken yaşta evlenip
çocuk sahibi olmuş ve kendi çocuğunu da yetiştirip kendisi gibi erken yaşta
evlendirerek erken yaşta torun sahibi olanlara da dede denir. Her ne kadar
toruna ait dede olsa da o artık toplum nazarında dede sınıfına girmiştir.
Buradan da anlaşılıyor ki her dede, yaşlı ve tonton değildir. Her dede torununu
göremeyeceği gibi her torun da dedesini göremeyebilir. Dedelik bir yerde bir
unvan gibidir. Çocuklarını genç yaşta evlendirme kültürü, sürekli savaşların
olduğu bir toplumların ürünüdür. Yaşına bakılmaksızın, “eli silah tutan” herkesin cepheye çağrıldığı bir dünyada neslin
devamı için bu bir zorunluluktu. Çocuk cepheye gitmeden önce evlendirilir, ya
döner ya dönmez. Belki de çocuğu doğmadan ölür ama hiç olmazsa evladı kalır yadigâr.
Bir başka ifade ile kişi öldükten sonra da dede olabilmektedir.
Yaşı ilerlemiş kişilere “hitap” olarak değil de “anlatım” esnasında dede yerine “ulu”, “büyük”, “yaşlı”, “ihtiyar”, “gocamış”, “moruk”, “bir ayağı çukurda” ve “kart” da denilmektedir. Köyümüzde dede
anlamında kullanılan kelimelerin başında “ata”
gelmektedir. Buna göre dede, sadece anne ya da babamızın babaları değil, geriye
doğru silsile ile sonuna kadar (ilk insana kadar) gidilerek dedelerimizin de
babaları bizim için birer dededir. Eski zamanlardan bahsedilirken zaman zaman
da “Cedd” kelimesi “ata-dede” anlamında kullanılmaktadır.
“Cedd”in çoğulu “Ecdat” olup bu kelime ile kastedilen “bir araya toplanmış dedeler” değil, kişinin sülalesindeki kuşaklar boyu (Silsile) dedeleri
kastedilmektedir. (Örn. “Yedi Cedd”,”Âbâ-i Ecdad” gibi.)
Dede, aile içinde evin en büyüğüdür.
Son sözü daima o söyler. Yeri hep ”baş
üstünde” ve “baş köşe”dedir.
Anlatımlarda dedeler hep “ak saçlı, ak
sakallı”dır. Yürümesi, konuşması ve sözleri “ağır”dır. Kendisi değil tecrübeleri konuşur. Ömrünün son demine
geldiklerini hissettiklerinden olsa gerek, yılların birikimi yaşanmışlıkları ve
edinilmiş tecrübeleri gelecek nesle aktarmak için bir çabanın içine girerler ve
sürekli konuşur, öğüt verirler. Yaşayan dedelerin bir adı da “Canlı Tarih” tir.
Yaşlı dedeler cami cemaatinin
müdavimleridirler. En belirgin özellikleri hep “saygı ile eli öpülen” insanlardır. Mevlevilikte çilesini doldurmuş
dervişlere de dede denilmektedir. Tıpkı hayatın çilesini çekerek dolduran
dedelerimiz gibi. Bu nedenle dedeler, yorgundur; hayat bellerini bükmüştür.
Hayata tutunmak için artık daha çok çaba sarf etmektedirler. Ellerindeki “değnek-baston” bunun bir simgesidir.
Dinimizde sakal bırakmak sünnettir.
Ancak bu sakal bırakma işi de her şey gibi ömrün son vaktine bırakılmaktadır.
Bir diğer ifade ile köyümüzde sakal kültürü yaygın olmadığı için bizim
dedelerimiz hep traşlıdırlar. Yaşlandıklarından yüzleri “kırış-kırış, buruş-buruş” olan bu dedelerimiz çarşı-pazar günleri
için en azından haftada bir gün traş olacağım diye yüzlerini kesmektedirler.
Şükürler olsun ki son zamanlarda bu sünnetimiz de köyümüzde yaygınlaşmaya
başlamıştır.
Bir hususu daha ekleyelim; “Köy İhtiyar Heyeti” terimi bir
ihtiyarlar topluluğu değil, “seçilmiş,
tercih edilmiş” anlamında, köydeki bir yönetim biriminin adıdır. Bu açıdan
bakıldığında, yaşlılara ihtiyar denme nedeninin artık onların bu dünyadaki
vadelerinin dolduğu, “ebedi hayat için
seçildikleri” içindir. Artık onlarda, dünya hayatının “hırs ve tamahkârlığı” yoktur; mülayimdirler, hoşgörülü ve
anlayışlıdırlar. Bu nedenle sözleri dinlenir, söyledikleri “muteberdir”, “rağbet” görür. Yaşı ilerlemiş dedelerin uzuvları da “iş göremez” hâle geldiği için “az işitir”, “az görür.” Nasırlaşmış elleri, buruşmuş yüzleri ve kamburlaşmış
belleriyle onlar artık bir “Pir-i Fânî”dirler.
Örneğin; Türbe ve yatırlardaki mevtâlara da dede denilmektedir; Geyikkoşan
Dede, Hüseyin Dede gibi…
Köyümüzdeki
dedelere gelince…
Ekonomik nedenlerle köyünü terk edip,
ülkenin dört bir yanına dağılmış köylülerimiz içindeki dedeleri bulup ortaya
çıkarmak biraz zor. Ancak 1970 ve 1980’li yıllara kadar yaşamış, bugün, hemen
hemen herkesin tanıyabileceği, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e devredilmiş, “Osmanlı
çocuğu” dedelerimizin bazılarını not etmekte fayda vardır. Köyümüzün kurucusu
iki sülaleden biri “Gocomoro”
sülalesi olup bunların en meşhuru yine aynı lakabı taşıyan Gocomoro Cafer Ay. Emmioğlu Şevki’nin Sefer, Osman’nın Züver ve Hakkı kardeşler… Diğer sülalemiz “Kurumoro” ‘lar olup,
onların da aynı lakabı taşıyan Kuru Kazım,
Celal, Bilal, Ethem… Rıza ve Raif Kardeşler… Selahattin ve Ürfet Koşar kardeşler… Fatsa’lı doktor İzzet’in Hikmet Ustaoğlu… İlaz Osman ve Ahmet Şen kardeşler… Aşşaköyden İlaz Hamit, İlaz Şaban ve ilaz Kazım… Karanlıkdere’den, Rahmi Usta, Meksut ve Abdül… (Rabbim
cümlesine gani gani rahmet eylesin.)
Tüm bunların dışında, -askerliğini
yapanlar bilir- asker ocağında da bir “dede-torun”
adlandırması vardır. Bir üst devre “dede”, bir alt devre “torun”dur. Biri ocağa
yeni gelmiş, diğeri ocağı terk etmek üzeredir.
Tüm bunlara ilaveten çocuk dilinde,
gökteki ayın ismi de “dede”dir. Yani
“Aydede….” Ay’a dede denmesinin
nedeni “mitolojik”tir. “Aydede” ya da “Ayata” Altay inancında Ay Tanrısı olarak görülebilecek bir kutsal
varlıktır ve Ay ile birlikte gök âleminin 6`ncı katında oturur. Bu inanca göre
“Aydede” insanların ilk Büyükbabası
ve “Gün Ana” ilk Büyükannesidir.
Oğuz-Nâme’de Oğuz-Hân’ın babasının adı Ay-Han’dır.
Oğuz-Hân’ın ikinci oğlunun adı da Ay-Han’dır. Burada Ay-Han, Ay’ın Hânı değil
Ay’ı temsil eden sembolik bir addır. Köyümüzde de Ayhan adı kullanılmaktadır.
Ayhan Koşar, Ayhan Yılmaz… Ay’ın Arapçası “Kamer” olup bu kelime “müennes/dişi”
değil, “müzekker/erkek”tir. Eski Türk inanışlarına göre de Ay erkektir ve
Ay-Ata deyim ve adları buradan gelmektedir.
(Devam Ediyor.)
/Çetin
KOŞAR
5 Mart 2017