Natural Events During The Mystıcal
Journey
From Central Asia To Anatolia
From Central Asia To Anatolia
ÖZET
Orta Asya’da güneş, ay, güneş ve ay
tutulması, yıldırım ve gökkuşağı ile ilgili inanışlar Gök Tanrı inanışı ile
ilgilidir. Türklerin inanışlarında Orta Asya’dan itibaren Anadolu’ya kadar
uzanan uzun zaman sürecinde “Gök” kutsaldır. Eski Türklerin inanç sisteminde
Tanrı göğün en üstündedir. Göğün bütün kâinatı kucaklaması, kötülüğün kaynağı
olan karanlığı kovan güneşi, ay ve yıldızları katlarında bulundurması, Türk
inanç ve düşünce sisteminde göğün statüsünü bize anlatmaktadır. Halk göğe ve
gök cisimlerine, gökyüzünde meydana gelerek yeryüzünü etkileyen tabiat
olaylarına Türk inanç platformunda bir statü kazandırmıştır. Bütün bu sebeplerden
dolayı gökyüzü, güneş, ay ve bazı tabiat olayları ile ilgili inanışlar ve
ritüeller oluşmuştur. Türk mitolojisinde güneş, ay ve diğer gökyüzü cisimleri
ile ilgili yaradılış, ay ve güneş tutulmasını izah eden çeşitli anlatılar
mevcuttur. Bütün bu anlatılar ve ritüeller Türklerin kozmolojik düşüncelerini
belirtmesi bakımından önemlidir. Türklerin güneş ve diğer nesnelere hürmet
göstermesi, Tanrının onlara verdiğine inanılan olağanüstü özelliklerinden ileri
gelmektedir. Bunların neticesinde, Orta Asya inanç ve ritüelleri ile günümüz ritüelleri
arasında bir süreklilik olduğunu gözlemlemekteyiz.
Anahtar Kelimeler
Tabiat olayları, halk inanışları, mit,
güneş, ay, şimşek, gökkuşağı, yağmur
ABSTRACT
In Central Asia, the beliefs about the
sun, the moon, the solar and lunar eclipse, thunderbolts and rainbow are
related to the belief of Gök Tanrı (the Sky God). In Turkish beliefs, in the
long period from Central Asia times until the settlements in Anatolia, the Gök
was sacred. According to the Ancient Turks’ beliefs, Tanrı (God) is in the
highest part of the sky. The fact that the sky embraces all the universe and
houses the sun, the moon and the stars that drives away the darkness, the
source of evil, explains why the Turks hold the sky in the high esteem. People
have given a high status to the sky, the heavenly bodies and the natural events
happening in the sky and influencing the surface of the world. As a result,
some beliefs and rituals about the sky , the sun, the moon and certain natural
events have come into being. In the Turkish mythology, the creation of the sun,
the moon and the other heavenly bodies as well as eclipses are mentioned. All
these beliefs and rituals are of great importance in that they explain the cosmological
understanding of the Turks. The Turkish respect for the sun and other heavenly
bodies stems from their extraordinary qualities believed to be given by God. We
see close ties between Central Asian beliefs and rituals in the past and the
rituals today.
Key Words
Natural Events, folk beliefs, myth,
sun, moon, lightning, rainbow, rain
Giriş
Eflatun, Fontenelle, Müller, Durkheim,
Jung, Campbell, Frazer ve pek çok araştırmacı, bilim adamı, mitolojiyi
tanımlamıştır. Bunların arasında Frazer, mitolojiyi doğanın dünyasını açıklamak
için ilkel arayış içindeki çaba olarak tanımlar (Campbell, 2000: 426).
Gerçekte “yaşayan mitoloji” daima bir
külte bağlıdır ve dinî bir davranışı doğrulamaktadır (Eliade, 1990: 77). Mit,
ilkel bir
toplulukta var olduğu haliyle yalnız
anlatılan bir öykü değil yaşayan bir gerçekliktir. Mitlerin insanın yazgısını
sürekli etkileyen canlı bir gerçeklik olduğuna inanılır. Yani mit bir simge
değil, nesnenin doğrudan ifadesidir; bilimsel ilgiyi doyurmaya yönelik bir
açıklama değil, uzak geçmişteki bir gerçekliğin anlatı biçiminde yeniden
yaşatılmasıdır (Malinowski, 2000: 98, 99). K. Levi Strauss, mitin aynı derecede
eski dönemi anlattığı kadar şu anı ve geleceği de izah ettiğini belirtir
(Strauss, 1985: 186).
Dünya mitolojileri üzerine yazılan kitaplarda
“kozmogoni” yani gök ile yeryüzü varlıkları üzerine inanış ve düşüncelere de
büyük ölçüde yer verilmiştir. Geniş ve derin tarih temeline dayanan Türk
düşüncesinde de kozmogoni ile ilgili pek çok bilgi mevcuttur. Bu bağlamda kozmogonik
mitoloji bize, Türklerin kültürlerini, sosyal teşkilatlarını ve dini hayatlarını
anlamamıza imkân vermektedir ( Eliade, 1990: 83). Astral mitler, astral
kültlerle ilgili ritüel ve merasimlerin menşeini arkaik köklerini, gelişim ve ölümünü
belli eden mitlerdir. Bu mitler yıldızlar, gezegenler, gök cisimleri hakkında bilgiler
vererek onların kültleşmesini izah ederler ( Alizade, 2009: 132).
Tabiat güçleri olarak bilinen
naturmitolojik unsurlar Türk mitolojisinin en eski katmanlarını
oluşturmaktadırlar. Zamanla bu mitolojik olgular yeni yeni öğeler kazanarak
yenileşme ve değişme sürecinden geçseler de eski yapılarını az da olsa
koruyabilmişlerdir (Bayat II, 2007: 153). Orta Asya’da güneş, ay, yıldız, yıldırım,
gök gürültüsü fırtına ve gök kuşağı ile ilgili inanışları Gök Tanrı inancı ile
ilgilidir. Türkler’in inanışlarında Orta Asya’dan itibaren Anadolu’ya kadar
uzanan uzun zaman sürecinde gök kutsaldır. Gök halk tarafından koruyucu iye
olarak kabul edilmiştir. Eski Türklerin inanç sisteminde Tanrı göğün en
üstündedir. Göğün bütün kâinatı kucaklaması, kötülüğün kaynağı olan karanlığı kovan
güneş, ay ve yıldızları katlarında bulundurması, Türk inanç ve düşünce sisteminde
göğün statüsünü bize anlatmaktadır. Bugün Anadolu’da dua ederken el açıp
gökyüzüne bakılması, sadece Tanrı’nın yukarıda bulunduğu inancının kalıntıları
mıdır yoksa göğün kutsanmasından kalan izler midir? (Kalafat, 1995:36). Bu sorunun
cevabı için Anadolu’daki İslamiyet çerçevesinde değerlendirdiğimiz inanç ve
ritüellere bakmamız gerekmektedir. Bu inanç ve ritüellerin, eski inanç
bakiyeleri olduğunu ve İslami bilgiler içinde eritilerek, İslama aitmiş gibi
yaşatıldığını görmekteyiz.(1) Arkaik kültürlere baktığımızda da yerle gök arasındaki
iletişimin somut ve kişisel bir çıkış için değil, gökte olduğu varsayılan Tanrı
veya Tanrılarla iletişim kurmak için kullanıldığını söyleyebiliriz (Eliade, 1999:
297).
Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan güzergâh
ve zaman dilimi içinde ortaya çıkan inanışlar süreklilik arz etmiştir. Halk
göğe ve gök cisimlerine, gökyüzünde meydana gelerek yeryüzünü etkileyen tabiat
olaylarına, Türk inanç sisteminde bir statü kazandırmıştır. Bütün bu
sebeplerden dolayı gökyüzü, güneş, ay ve bazı tabiat olayları ile ilgili
inanışlar, yaptırımlar ve ritüeller oluşmuştur.
Güneş
ve Ay İle İlgili İnanışlar
Eski Türk inanışlarında ay ve güneş ile
ilgili inanışlar birbirinden ayrılmaz, birlikte zikredilir. Ay ve güneşin iki kardeş
olduğuna inanılır. Ayrıca güneş dişiyi, ay erkeği; güneş anayı, ay babayı; güneş
sıcaklığı, ay soğukluğu; güneş güneyi, ay kuzeyi sembolize eder (Ögel II, 1995:
187, 188).
Güneş, ay ve yıldızlara olan saygı Türklerin
günlük hayatını fevkalade etkilemiştir. Mesela Hunlar, herhangi bir işe
başlarken güneşin ve ayın durumuna bakmışlar ve önemli kararları yıldızların durumlarını
da yorumlayarak vermişlerdir(Türkmen, 1974: 159). Delikanlılar yemin edip and
içerken “Güneş bizi görüyor” demişlerdir (Ögel, 1995: 191).
Türkler, koruyuculuk vasfının Tanrı
tarafından güneşe verildiği gibi kağanlara da verildiğine inandıklarından
kağanlarını güneşle özdeşleştirmişlerdir. Koruyuculukta kağan da güneş gibidir
inancıyla her ikisine de hürmet edilmiştir. Bu fikri teyit eder nitelikte Altay
Türeyiş destanında “Ay ile güneşin kendilerinin bir güçleri olmadığı, onların
yalnızca Tanrı’nın verdiği ışık ile sıcaklığı yansıttıkları bilgisi de kayda
değer niteliktedir (Ögel, 1995: 188).
Türk mitolojisinde güneş, ay ile ilgili
yaradılış, ay ve güneş tutulmasını izah eden çeşitli anlatılar mevcuttur: Tanrı
güneş ve ayı insanların ısınmaları ve aydınlanmaları için vermiştir. Güneşin ve
ayın yaradılışı ile ilgili bir Altay efsanesi şöyledir:“Önceleri ne ay ne de
güneş varmış. İnsanlar, havada uçarlarmış. Uçarken de çevrelerine ışık saçar ve
sıcaklık
verirlermiş. Bunun için de güneş gerekli
olmamış. Ancak içlerinden biri hastalanmış ve onu iyileştirememişler. Bunun
üzerine Tanrı insanlara bir hediye göndermiş. Tanrı’nın gönderdiği hediye büyümüş
ve iki büyük ayna olmuş. Bu aynalar gökyüzüne çıkıp çevreye ışık saçmaya
başlamışlar. Gökler ve yerler aydınlanmış ve ısınmış. O günden bu yana gökteki
iki ayna yani güneş ve ay dünyayı aydınlatıp ısıtmaktadır (Ögel,1995: 188 ).
Ayın küçülmesi, eksilmesi ile ilgili anlatılar da Türk toplulukları arasında
mevcuttur. Bu anlatılara göre ayı, gökte dolunay olduğu zamanlarda yiyen
kurtlar ve ayılar mevcuttur. Kurtlar tarafından yenen ay, yaralarını
iyileştirdikten sonra tekrar ortaya çıkmaktadır(Ögel, 1995: 199).
Eski Türklerde tabiata unsurlarına dolayısıyla
güne ve aya olan saygı ve hürmetin tezahürü olarak destanlarda ay ve gün
isimlerinin kullanıldığını görmekteyiz. Oğuz Kağan Destanında Oğuz Kağan’ın
annesinin ismi Ay Kağan, çocuklarının isimleri ise Kün, Ay, Yıldız, Kök, Tağ,
Tengiz’dir. Manas Destanında Ay Çörök, Ay Hanım (Ayayım), Ay Koca, Ay Kulak, Ay
Mergen, Altın Ay ve Ay Han; Maaday Kara Destanında Ay Han; Başkurt Türklerinin
Akbuzat Destanında Ayhılıv; Alpamış Destanında Berçinay; Altın Arığ Destanında
Ay Han, Ay Çarıh Han, Ay Kara Taş; Bozoğlan (Yusuf Ahmet Bey) Destanında Ay
Han; Goroğlu Destanının Özbek versiyonunda Hilalay, ayla ilgili isimlerden
birkaçıdır (Ergin,1998; Özkan, 1997; Naskali, 1999; Çobanoğlu, 2003;
Ergun,1998: Yıldız,1995; Özkan 1998). Ay Kağan, Ay Manıs ve Ay Sologoy da
destana isimlerini vermişlerdir.
Tabiatla içiçe yaşayan Altay
Türklerinin Destanlarında ay, gün ve yıldızlarla ilgili inanışlar ve ritüeller
de yer almaktadır. Destanlarda yer alan “Aylı güneşli Altay” Altaylardaki refah
ve mutluluğu anlatma açısından önem taşımaktadır. “Aylı güneşli yerden gelen /
halk oynuyor, eğleniyormuş. / Güneşli yerde neyi yapıyorlarsa/ Onu yapıp
duruyorlarmış (Dilek, 2002: 97) dizeleri de yukarıdaki fikrimizi destekler niteliktedir.
Er Samır destanında da“ Ayı güneşi selamladı / Dua ediniz diye dilekte bulundu”
(Dilek, 2002: 48) dizelerinde aya ve güneşe gösterilen saygı ve onlara
gösterilen saygının duaların kabulündeki rolü dile getirilmektedir.
Kan-Kapçıkay destanında da Kan-kapçıkay Altay’a sağ salim gidebilmek için
“sabah doğan güneş Bırkan’a, akşam çıkan ay Bırkan’a” dua eder (Dilek, 2007:
239). Oçı-Bala destanında da ayın ve güneşin gücünü vurgulamak için Oçı-
Bala’dan bahsedilirken “aydan güneşten dualı yaratılmış” ifadesi yer alır
(Dilek, 2007: 105).
Ayla ilgili inanışlar güneşle ilgili inanışlara
nispeten daha fazladır. Bu da ayın dünyamıza yakın olması, semada yerinin ve
şeklinin değişmesi ve geceleri ortaya çıkarak yeri aydınlatmasından kaynaklanmaktadır
(Bayat I, 2007: 268). Ayın doğup batması eski Türklerde ölüp dirilme olarak
algılanmıştır. Bu sebeple mitolojik bir simge olan “dolunay”, Türk halk
inançlarında yaşlanma, ölüm “yeni doğan ay” yenilenme, gençleşme, dirilme, “hilal”
de olgunlaşma gibi anlamlar kazanmıştır (Bayat I, 2007: 268). Altay destanlarından
“Kögüdey Kökşin le Boodoy-Koo” da ayın ve güneşin ölüyü diriltme gücünden
bahsedilir. Destanda Kara Taacı eşi Kögüdey Kökşin’in öldüğünü anlayınca ayı ve
güneşi indirerek kocasını diriltir (Dilek, 2007: 445). Her ayın başlangıcı yeni
doğuma, dirilişe işaret olmuştur. Ayın gizemli dünyası Türklerce keşfedilmiş ve
ezoterik bilgilerin sözlü kültüre yansıması şeklinde varlığını
göstermiştir(Bayat I, 2007: 268).
Türk mitolojik tasavvurlarında ayın çoğu
kez kadın veya bakire kız olarak bilinmesi onun mitolojik ana kültüyle birebir ilişkili
olması fikrini doğurur. Diğer yandan ayın simgesi olan boğanın erkek olması hiç
de mitolojideki zıtlık değil, sadece
ay merkezli mitlerin transformasyonu ile
orantılıdır (Bayat I, 2007: 271).
Malçı Mergen destanındaki “ Ay eski
iken yaklaşma / Ayın dolunay vakti yaklaşsan / Derin uykuda olduğu zamandır /
Bu zamanlar tutabilirsen zafer senin olur ( Dilek, 2002: 242) dizelerinde Hunlarda
da örneklerini gördüğümüz aya ve güneşe göre işe başlama inancı işlenmiştir.
Etnografik literatürde de Altaylıların, dolunayın insanlara yardım ettiğine
inandıkları hakkındaki bilgiler mevcuttur. Ancak inanca göre her ayın sonuna
doğru yeryüzüne çok sayıda kötü ruh gelir. Bu sebeple ayın sonu korkunç kabul
edildiğinden önemli merasimler yapılmaz, önemli işler ertelenir (Bayat I, 2007:
270; Çançibaeva, 1978: 101).
Bugünkü ay yıldızımıza benzeyen ve
gökte gün ile ayın kavuşmasını temsil eden bir motif MÖ. I. binyılda,
proto-Türk olarak bilinen Chouların baş bayrağında yer alıyordu. Gündüz ve gece
aralıksız devam eden parlaklığın simgesi olan astral motifler, o devirden beri daima
proto-Türk, Türk ve akraba milletlerin simgeleri arasında yer almıştır (Esin,
2004: 59).
Rövşen Alizade’nin bilgi verdiği Azerbaycan
masallarından astral karakter taşıyan “Şemş–Kamer” masalında da güneş ve ay,
gökyüzü ve yıldızlar astral anlamda tasvir edilmiştir (Alizade, 2009:132-133).
Ay ve güneşle ilgili inanışlar Orta Asya’dan
Anadolu’ya süreklilik göstererek yaşamaya devam etmiştir. Tosya’daki bir
inanışa göre, güneş dünyayı bekleyen bir kızmış. Durmadan nakış işlermiş.
Kendisine bakmaya kalkanların gözlerine iğnelerini batırırmış. İşte bunun için
güneşe bakılamazmış. Mudurnu’daki bir inanışa göre de Tanrı ayı erkek, güneşi
kız yaratmış. Aya gece, güneşe gündüz gezmelerini emretmiş. Kız gündüz yüzünü
göstermekten utandığı için Tanrı onun yüzüne bir avuç iğne atmış. Güneşin
lekeleri bundanmış. Ay da buna gülmüş. Dolunayın gülen yüze benzemesi de bu
sebeple imiş (Özdemir, 1995: 44). Ayın yüzündeki lekeler de halk arasında şöyle
izah edilmektedir: Bir gün ay, güneşe takılmak istemiş. Güneş de bu esnada
ekmek hamuru yoğuruyormuş. Güneş ayın bu tavrına çok kızmış ve ayın yüzüne
hamurlu elleriyle vurmuş parmak izleri de ayın yüzünde leke olarak kalmış
(Taner, 1982: 11). İslâmî karakter taşıyan bazı rivayetlere göre, Allah gündüz
ve geceyi birbirinden ayırt etmek için Cebrail’in kanadıyla ayın yüzünü silmiş,
böylece ayın ışığı azalmış ve üzerinde lekeler meydana gelmiştir. Ayrıca, Hz.
Muhammed, aya benzetilmektedir ve onun ayı bölme mucizesine dayanan bir inanışa
göre de ay bölününce bu parçalar Hz. Muhammed’in göğsüne inmişler; lekeler, Hz.
Peygamberin bunlar üzerinde bıraktığı izlerden çıkmıştır (Yeniterzi, 1993: 309,
310; Koç, 2000:52).
Anadolu’da güneş doğmadan yataktan kalkmak
inancı yaygındır. Aynı şekilde güneşin batış saatlerinde de uyumak iyi değildir
düşüncesi ile uyuyanlar uyandırılır. Güneş doğmadan işyeri açmak, evin kapısını
açmak ve işe başlamanın bereket getireceği inancı Anadolu’nun genelinde
yaygındır ( Kalafat, 1995: 38).
Halk inanışlarında yeni doğan ayı ilk
gören kişinin durumu ayın yeniden doğuşuna kadar değişmez. Örneğin kişi, ayı
gördüğünde oturuyorsa bir ay boyunca oturur. Gülerken gördü ise bir ay boyunca
güler (Soyyanmaz, 1972: 63). Yine yeni ay zamanı tecrübe edilen ve uğurlu
olduğuna inanılan kişi, karanlık olmadan eve çağırılır. Çağrıldığı eve uğur ve
bolluk getireceğine inanılmaktadır (Taner,1982b: 20). Doğu Karadeniz köylerinde
ayla ilgili pek çok inanç vardır. Ayın yeni doğuşu uğur ve verimlilik belirtisi
sayılar. Bu sebepten tohum ekilirken, ekinler biçilirken “ayın yeniye geçmesi”
ne yani yeni görünmesine önem verilir. Ay ve ayın yörüngesi üzerindeki yürüyüşü
ekim ve hasat zamanlarının belirlenmesinde önemli unsurlardan biridir
(Eyuboğlu, 1987: 5). Ay hilal halindeyken bağ budanmaz, ağaç kesilmez, herhangi
bir şey dikilmez. Çünkü ayın üzgün olduğuna inanırlar. Bu durumda yapılan
işlemin bereketi ve faydası olmayacağına inanılır. Düğün yapılırken bile ayın
parlak zamanı kollanır. Bunda bir uğur aranır. Evliliğin sürdürülmesi, yuvanın
mutluluğu buna bağlanır (Eyuboğlu, 1987: 57). Kars’ta ayın ilk hilalini gören
kişi, hemen toprağa ve altına bakar. Bundan sonraki günlerinin güzel ve
bereketli geçeceğine inanılır. Ağrı’da ise ay ışığında bekletilmiş ve uğuruna inanılmış
dere ve göllerden alınmış sular, ürünün bol olması için tarla sulanan suyun
içine katılır (Kalafat, 1995: 40). Anadolu’da bugün bile hilâl ilk görüldüğü zaman
güzel bir insana veya altına bakılır ve bütün bir ayın iyi geçmesi için hayır
duada bulunulur (Schimmel, 2004:36;Kaynak Kişi 2). Erzurum’un Şenkaya ve İspir
kazalarında cılız ve hastalıklı çocuklar anneler tarafından aya gösterilerek “ya
al, ya ver.” denilir. Bunun sonucunda çocuğun ya iyileşeceğine ya da öleceğine
inanılır (Kalafat, 1995:31). Hilali parmakla gösterenin parmağında dolama
çıkacağına inanılır. Ay parmakla gösterildiği vakit, dolama çıkmaması için
parmak acı duyuncaya kadar ısırılmalıdır. Ay, nasıra ilaçtır. İlk ayı gören kişi
“ayı gördüm yay gibi, Nasırım erisin yağ gibi “ dediği zaman nasırının eriyeceğine
inancı yaygındır. Urfa’da da elinde siğil bulunanlar yeni aya bakarak “ayı
gördüm hoş gördüm, siğilimin yerini boş gördüm.” diyerek siğilinin geçeceğine inanır
(Kalafat, 1995: 40).
Güneş ve ay ile ilgili inanışlar
bolluk, bereket, iyileşme ve sağlık üzerine yoğunlaşmıştır. Halk arasında ayın bereket,
şans, sağlık, getireceği inancı yaygın olduğu kadar aya bakarak niyet tutma ve
fal bakma da yaygındır: Tunceli, Kars ve Bingöl’de hamile kadınlar aya bakarlar.
Bu sırada karınlarındaki çocuk oynarsa, erkek ise kahraman olacağına; kız ise
bereket getireceğine inanırlar (Kalafat, 1995: 31). Ay hilal biçiminde iken iki
ucu aşağı olursa o ay yağmurlu, yukarı olursa kurak olur inancı da yaygındır
(Eyuboğlu, 1987: 57). Ay yeni çıkacağı zaman anne her akşam çocuklarına sorar
“ilk ayı kim görecek bakalım.” Çocuklar dışarıya çıkar ve aya bakarlar. Eğer
ilk ayı gören kız ise, o ayın o evde bereketli geçeceğine, bütün yiyeceklerde bolluk
olacağına inanılır. Eğer erkek görürse, o ayın sıkıntılı geçeceğine inanılır (Soyyanmaz,
1972: 63). Hasta bir çocuğun iyi olup olmayacağını anlamak için de ay ışığı bir
tasın içindeki suya aksettirilir sonra suya bir yumurta kırılır. Yumurtanın
sarısı suyun dibine çökerse çocuğun iyi olmayacağına, yumurta sarısı suyun
üstünde kalırsa çocuğun iyileşeceğine inanılır. Kürek kemiği ile aya bakarak
savaş olup olmayacağı, savaş olacaksa hangi tarafın galip olacağı tahmin edilir.
Ay Bedir halinde ilk doğarken üzerinde kırmızılık olursa dünyanın herhangi bir
yerinde savaş olacağına inanılır ( Kaynak Kişi 1).
Alevi-Bektaşi inanç çerçevesinde de Hz.Muhammed
güneşe, Hz. Ali aya benzetilir. “Ay Ali, gün Muhammed, balıklar da suya hasret”
nefesi Alevilerin çoğunluğu tarafından bilinmekte ve aynı inanç paylaşılmaktadır
(Eröz, 1977: 388). Eski Türk inanışlarında güneş ve ayın tutulmasının da
muhtelif sebepleri vardır. Bu inanışlardan en yaygın olanı güneş ve ay ile kötü
ruhlar mücadeleye kalkışırlar. Bu mücadele sonunda ay ve güneş yakalanıp
karanlıklar dünyasına sürüklenirler. Bazen de ay, yedi başlı dev tarafından
yenir. Güneş ve ay tutulduğu zaman, onları kötü ruhların elinden kurtarmak için
bağırıp çağırılır ve davul çalınır. Bu gürültü ile kötü ruhların korkutulacağı inancı
mevcuttur (İnan, 1972: 29).
Anadolu’da da ay ve güneş tutulması ile
ilgili halk arasındaki yaygın inanışlardan bazıları şunlardır: Ay ve güneş tutulması
kıyamet alametidir; büyük bir depremin olacağına, suların yükseleceğine inanılır.
Ünlü kişilerin ölümüne işarettir. Ay veya güneş tutulursa o yıl kıtlık olur;
savaş ve karışıklık çıkar. Ay ve güneş görmekle ilgili inanışlar ne kadar müspetse
ay ve güneş tutulması ile ilgili inanışlar da o kadar menfidir.
Ay ve güneş tutulduğunda bütün Anadolu’da
Orta Asya’dan gelen inanç bakiyeleri sebebiyle yapılan pratiklerde benzerlikler
söz konusudur. Bunlardan bazıları şunlardır: Güneş veya ay tutulması başladığında
silah atılır. Hemen ezan okunmaya başlanır. Tutulmayı izleyen herkes tenekeleri
davul gibi çalarlar (Gökbel, 1998: 123; Taylan, 1995: 107). Güneş tutulması
sırasında göğe doğru tüfek, tabanca veya ok atılması, davul veya teneke
çalınması, gürültü çıkarılması, Türk inanç sisteminde görülen kara ve ak iyeler
ile ilgili inançtan kaynaklanmaktadır. Güneşin yüzünü kara iyelerin kapladığına
ve ışığın yeryüzüne inmesine engel olduklarına inanırlar. Bu yüzden bu kara
iyeleri korkutup kaçırmak için muhtelif yollara başvurulmaktadır (Kalafat,
1995: 38; Köksal, 2002:53). Ayrıca tutulmayı görenler tutulma son bulana kadar
şehadet getirirler. Tutulma başladığı zaman, bazı yerlerde iki rekat namaz
kılınarak “Allah’ım ayımızı ve güneşimizi bırak” diye dua edilir (Gökbel, 1998:
123). Ayın ve güneşin çabuk kurtulması için “innafetahnaleke”suresi (2) okunur.
Bütün bunlar ayın ve güneşin yüzünü örten karanlığı kovmak içindir.
Ay ve güneş tutulması ile ilgili
inanışlara klâsik şiirimizde de yer verilmiştir. Bu inanışların Klâsik
şiirimizde kullanılması bu inanışların toplumun bütün katmanlarında yer aldığı
ve iltifat edildiğini göstermektedir. Güneş tutulmasıyla ilgili inanışlardan biri
de tutulma anında güneşe bakmanın uğursuzluk getirdiğine dairdir. Hat gelince
‘ârız-ı dildâra hîç itmem nigâh / Mihre hengâm-ı küsûfında nazar meş’ûmdur. Bu
beyit için Ahmet Talat Onay, “ Tutulmuş güneşe bakmak uğurlu sayılmaz, göze
zarar vereceğine, bakanın akıbetinin iyi olmayacağına itikat olunur; bakmak
isteyenler de renkli çıra isiyle karartılmış bir cam ardından bakarlar. Bu
beyitte bu itikatı gösterir demektedir (Onay, 1993; Köksal, 2002:121).
Aşağıdaki beyitlerde de güneş
tutulduğu zaman halkın bir takım gürültüler çıkarması âdetine işaretler vardır.
Gelibolulu Âli, Durak Ağa’ya yazdığı birkasidesinde “Dünyayı parlatan güneş tutuldu
diye ufukları inleme ve ağlama gürültüleri kapladı.” demektedir (Aksoyak,1999:
1/259; Köksal, 2002: 122).
Gökkuşağı
Türk dünyasında gök kuşağı, güneş ışıklarının
kulağı, selamet köprüsü, ebe kuşağı gibi isimlerle anılır (Ögel, 1995:228-229).
Gökkuşağı, bütün Türk topluluklarında “göğü yere bağlayan bir tür köprü,
özellikle de Tanrı’nın köprüsü olarak görülür. Bu sebeple de fırtınadan sonra
ortaya çıkması Tanrı’nın öfkesinin yatıştığının belirtisi olarak yorumlanır (Eliade,
1999: 29). Altay Türkleri’nde de gökkuşağı yerden göğe uzanan bir su
hortumudur. Gökyüzünde yaşayanlar bu hortumla suyu emip, yukarıya çekmektedirler.
Yakut Türklerine göre de gökteki ruhlar bu hortumdan su ile birlikte bir kızı
da çekmişler. Kız Baykal gölü kıyısında bulunmuştur. Yine Altay Türklerinde
gökkuşağı Tanrı’nın dizginidir(Ögel, 1995: 230; İnan, 2006: 64). Buryatların
sırra erme törenlerinde kullanılan kurdelelere de gökkuşağı adı verilmektedir. Sibirya
Şamanları ise sembolik olarak bir ipe mavi ve beyaz bezler asarak, bu gökkuşağı
sembolü ile gökyüzüne çıkacaklarına inanmaktadırlar (İnan, 1995: 230; Havra,
1938: 25). Bu kurdele veya ipler gökyüzüne yolculuğu simgelemektedir. Şaman
davullarının üstünde de göğe doğru bir köprü olarak gösterilen gökkuşağı
desenleri bulunur (İnan, 1995: 230). Türkler, şaman davulunu şamanın göğe
çıkışında kullandığı göksel köprü (gökkuşağı) olarak görmüşlerdir. Bu göğe
çıkma eylemi de davul ve köprünün iç içe geçmiş karmaşık simgeselliğinin bir
parçasıdır (Eliade, 1999:165).
Anadolu’da gökkuşağı; nur, yeşil Kâbe,
alyeşil çökmesi, yeşillik çökmesi, kırmızı yeşil, ebemkuşağı, Eleğim sağma, Alâim-i
sema kelimeleriyle isimlendirilir (Gökbel, 1998: 126; Özdemir 1995: 57). Bu gün
Anadolu’da özellikle de Aleviler arasında “Fatma Anamızın kuşağı “ adıyla
anılmaktadır (Eröz, 1977: 386).
Gökkuşağı ile ilgili inanışlarda Orta
Asya’daki Tanrı’ya ulaşan köprü olması inancı temel teşkil etmektedir. Anadolu’da
gökkuşağı ile ilgili pek çok inanış ve uygulama mevcuttur: Gökkuşağının, uçlarının
iki dağa veya su kaynaklarının üzerinde oturduğuna inanılır. “Nur iyi
insanların üzerine doğar “ sözü gökkuşağı oluştuğu vakit söylenir ve hayra alamet
sayılır (Gökbel, 1998: 126). Gökkuşağı renklerinden kışın uzun süreceği, o yıl
çok kız çocuğu doğacağı, düşmanların yenileceği, barış olacağı gibi yorumlar halk
arasında yaygındır (Özdemir, 1995:56). Gökkuşağının altından geçme isteği çok
yaygındır. Ancak bu güne kadar gökkuşağının altından hiç kimsenin geçemediği de
söylenir. İnanca göre gökkuşağı hiçbir zaman altından geçmek için geçit vermez.
Eğer bir kişi geçmeye teşebbüs ederse, gökkuşağı bir ayağını bulunduğu dağdan
kaldırır, başka bir dağa koyar. Bu sebepten de altından geçmek mümkün olmaz. Her
şeye rağmen altından geçmeyi başarabilen kişinin de bütün günahları dökülür. Ne
istediği varsa olur (Kaynak Kişi 2). Çocuğu olmayan kadınların çocuğu olur.
Hatta gökkuşağının altından geçebilenlerin oğlan ise kız, kız ise oğlan olacağı
yolundaki inanışlar mevcuttur (Gökbel, 1998: 126).
Özdemir, Babaeski ilçesinde 1713’ten
kalma yazma bir kitapta gökkuşağı ile ilgili şu bilgileri verir: “Gökkuşağının yeşili
alta gelirse yaz günleri güzel olur. Sarısı alta gelirse hastalık çok zarar
verir ama sonunda sağlık olur. Kızılı alta gelirse savaş olur. Gök Mavisi alta
gelirse kış sert olur. Pembesi alta gelirse salgın hastalık olur. Boz renk alta
gelirse yıl yağmurlu olur. Sular taşıp gemiler batar ” (Özdemir, 1995; 57) . Anadolu’da
çoğu yerde nur olarak isimlendirilen gök kuşağı ile ilgili inançları Orta
Asya’dan Anadolu’ya kadar olan geniş coğrafya ve inanç sisteminde değerlendirdiğimizde
Gökkuşağı ile Tanrı
arasında bir bağ kurulduğunu,
gökkuşağı ile dilekler arasında bir bağlantı olduğunu görmekteyiz. Gökkuşağının
Tanrıya ulaşmada, dileklerin Tanrıya ulaştırılmasındaki misyonu yine Eski Türk
inanışlarında önemli yer tutan kozmik ağacın misyonu ve özellikleriyle de
örtüşmektedir.
Yıldırım
ve Şimşek İle İlgili İnanışlar
Eski Türkler hem şimşek hem de yıldırıma
yaygın olarak “yaşın” adı verirlerdi. Aynı zamanda bulutların içlerinde şimşek
ve yıldırımları topladıklarını da bilirlerdi. Bu sebepten dolayı da şimşekli bulutlara
“ yaşınlıg bulıt” denilirdi ( Ögel II, 1978:471). Türkler, yıldırım ve şimşeği ay
ve güneşle ilgili inanışlarında olduğu gibi Tanrı’nın gücü ve karar yetkisine bağlamışlardır.
Bunun içindir ki “Tanrı yıldırım veya şimşek çaktırdı.” Derler (İnan, 1972:
29-30 ). Tanrının sıfatlarından biri de yıldırım çaktıran, tufan koparandır. Ayrıca
rüzgâr, yağmur, yel de Tanrı’nın emrindedir. Ancak her birinin birer iyesi
vardır ( Bayat II, 2007: 163).
Eski Türk inanışlarında yıldırım ve
şimşek hakkındaki tasavvurlar oldukça karışıktır. Uygurlar yıldırım ve şimşeği
Tanrı’nın mesajı olarak yorumlarlar. Yıldırım düşerken göğe ok atıp bağırırlar
ve madenleri birbirine vurup gürültü çıkararak yıldırımı karşılarlar (İnan,
1976: 30). Bu inanış ve ritüel diğer Türk boylarında da benzerlik göstermektedir.
Ayrıca Anadolu’da da bakiyeleri yaşamaktadır. Yakutlar arasında rüzgârların
dağlarda uyuduğu ve herhangi bir gürültüden uyandığı inancı hakimdir. Rüzgâr
yıldırımı, şimşeği ve yeli harekete geçiren güç olarak bilinir (Bayat II, 2007:
165). Ayrıca Yakutlar yıldırım düşmesi ile bazı kötü ruhların yeryüzüne
dağıldıklarına inanmaktadırlar. Altay Türkleri yıldırımı iyi ve uğurlu bir
işaret olarak kabul ederler. Bazı efsanelerinde ise bunu izah ederler. Bu Altay
inanışlarına göre” kötü ruhların en çok korktukları şey yıldırımdır. Yıldırım düştüğü
zaman kötü ruhları kovduğu veya yok ettiğine, yıldırımdan kurtulmak isteyen
kötü ruhların, ya ağaçların köklerine ya da insanların içlerine girdiklerine
inanılırdı. Bazı rivayetlere göre de yıldırım tehlikesini hisseden kötü ruhlar
hemen bir sincap şekline girerler ve ağaçların içlerine saklanırlardı. Yıldırım
ise sincabın içine düşerdi (Ögel, 1995: 282). Ancak yıldırımın asla Tanrı’dan
ayrıldığına inanılan kayın ağacına düşmeyeceği inancı yaygındır (İnan 1976:
122). Gagauzlara göre şimşek Aziz İlyas’ın şeytana attığı ok olarak kabul
edilirdi. Kış mevsiminden sonra gök gürültüsü ilk defa işitilince demir ve taş
alınarak vücudun çeşitli yerlerine vurulurdu, böylece insanın taş ve demir gibi
sağlam olacağına inanılırdı (Kıyak, 2010: 220). Bazı inanışlara göre de
yıldırım iyesi vardır. Bu iye yerdeki kötü ruhları takip eder, saklandıkları
ağaçlara ateşini gönderir, böylece yıldırım düşer. Türk dünyasında ortak iye olarak
kabul edilen yağmur yağdırmakla görevli olan Burkut Ata, Tatar ve Türkmenlerde yağmurun
yanı sıra şimşek çaktırma görevini de yerine getirmektedir ( Gökçimen, 2010:
70). Yıldırım düşen ağaçtan bir parça alınıp saklanırsa, o yere kötü ruh
giremez. Yıldırım ve şimşekten insanların korktuğu bir gerçektir. Bunun içinde
Kazak, Kırgız kadınları ilkbaharda, ilk şimşek çaktığı ve gök gürlediği vakit
çadır çevresinde süt, ayran, kımız dolu kapları dolaştırıp “saçı “ töreni
yaparlar. Bu bir nevi Tanrı’nın kızgınlığını azaltmak ve vereceği felaket ve
zararları defetmek için yapılan bir dilek ve hacet törenidir (Ögel, 1995; 280).
Ayrıca yıldırımın düşmesi, şimşeğin çakması halk arasında yağmurun yağacağına
da işarettir. Uzun zamandır yağmur yağmamıştır, gökyüzü kızgındır. Gökyüzü yere
yağmur tanelerini dökerek öfke ve şiddetinden kurtulacaktır (Rayman, 3003: 91).
Eski Türklerde değerli maden ve taşların, yıldırımı defettiği veya insanlardan uzaklaştırdığı
inancı mevcuttur. Kaş taşı ile ilgili inanç Divanü Lugati’t-Türk’te yer
almaktadır. Kaşgarlı Mahmut, kaş taşından yaşın (Şimşek) maddesinde“ Kimin
yanında kaş bulunursa ona şimşek dokunmaz. Kaş lekesiz, saf bir beyaz taştır.
Yüzüklere konur. Sahibine şimşek dokunmaz çünkü yaradılışı böyledir (Kaşgarlı
Mahmut III, 1986:22, 152) diye bahseder. Kaşgarlı, bu taşın yeşim taşı olduğunu
söyler (Kaşgarlı Mahmut, I 1985: 231).
Yıldırım düşmesinden sonra yapılan törenler
Türkler arasında çok yaygındır. Eski Türkler yıldırım törenlerinden önce yıldırıma
kurban vermek amacıyla atları azad ederlerdi. Bu tam manasıyla bir kurban
törenidir. Azad edilen atlara sopalarla vurularak korkutulur ve kaçması sağlanırdı.
Kaçan atı ne kimse tutabilir, ne sahip çıkabilir, ne de yakalayıp binebilirdi.
Buryatlar arasında da atın üzerine süt saçılır ve baştan aşağı tütsülenirdi. Yıldırım
düşmesinden sonra yapılan törenlerde şamanlar tarafından birtakım ritüeller de
gerçekleştirilirdi (Ögel, 1995; 285-286). Eski Türkler’de yıldırımın düştüğü
yer, kutsal sayılırdı. Bununla beraber bu yerin, insanlar ve hayvanlar için,
pek iyilik getirmediği de, bir gerçekti. Bu sebeple insanlar mümkün olduğu
kadar o yere pek yanaşmak istemezler ve hayvanlarını da o yerden uzaklaştırırlardı.
Kırgızlar yıldırımın düştüğü veyahut da otlarını yaktığı bölgeye hayvanlarını
kesin olarak yanaştırmazlardı. Onlara göre bu yerde otlayan hayvanların hemen
tüyleri dökülür ve çırılçıplak kalırlardı. Çünkü bir yere yıldırım düşünce,
yıldırım çivisi de o yere saplanır kalırdı. Uygurların ataları da yıldırım
düşen yere toplanır; törenler yapar ve bu törenlerden sonra da kurban keserek
aynı yere gömerlerdi. Bir müddet sonra yine aynı yerde toplanırlar, kadın ve
erkek şamanlar dualar okurlar; savaşçılar da atlarına binerek, yıldırımın oyduğu
çukurun veya yaktığı ağacın çevresinde dönerlerdi (Ögel, 1995:284).
Anadolu’da ise yıldırımdan korunmak için
yaygın olan mevcut inanışlar ise şunlardır: Gök gürleyip şimşek çakmaya başladığı
zaman, herhangi biri elinde demir parçası varsa hemen onu ağaca çakar. Çünkü
demirin bulunduğu yere yıldırım düşer inancı vardır. Yine yanında balta ve
nacak cinsinden bir şeyler bulunanlar, bunları ağacın gövdesine saplayarak o
ağaca yıldırımın düşmesini sağlayıp kendilerini bu tehlikeden korumuş olurlar.
Yağmurlu ve bulutlu havalarda çoğu insan yıldırımdan korunmak için yanından
bıçak taşır (Gökbel, 1998:127). Gök gürleyip şimşek çaktığı zaman hemen şehadet
getirilir. Herkes bildiği kadar sure okur ve dua eder. Ağrı’da gök gürleyip
şimşek çaktığı zaman, insanlar duvara sırtını dayayıp, ağızlarına demirden bir
nesne alıp dişleri arasında sıkarsa, sırtının pek, dişlerinin sağlam olacağına inanılır
(Kalafat, 1995 ; 36).
Orta Asya’dan Anadolu’ya olan
serüveninde yıldırım düşmesi ve şimşek, güneş, ay, gökkuşağı ile ilgili müspet düşüncelerin
aksine iyi karşılanmamıştır. İnsanoğlu ilkçağlardan bu yana bilmediklerini merak
etmiş, çözümlemeye, açıklamaya çalışmıştır. Zarar verici durumlar için de
korunmak ve zararlarını bertaraf etmek için tedbirler geliştirmiştir. Tanrı’dan
geldiğine inanılan ve kızgınlığın, öfkenin tezahürü olduğu düşünülen yıldırım
ve şimşek için de durum aynıdır.
Yağmur
Yağmur, pek çok kültürde gök Tanrı ile
yeryüzünün birleşmesi yani bir çeşit kutsal düğün olarak algılanmaktadır. İnanışa
göre göğün toprağı yağmur yoluyla döllemesi bitkilerin doğup büyümesini sağlamaktadır
(Öztürk, 2009: 980). Hatta baharın ilk yağmurunun dertlere şifa olarak olarak
telakki edilmesi, toplanan bu suların içilmesi veya bu sularla yıkanılması
inanışlar arasında yer alır (Kaynak Kişi 1). Anadolu’da yağmur bu inanışlar
doğrultusunda bereket, bolluk, rahmet, şifa olarak algılanır. Yağmur yağmadığı
zamanlar da Tanrı’nın öfkesi olarak yorumlanır. Halk bir takım ritüeller vasıtasıyla
yağmur yağdırma teşebbüsünde bulunur.
Türk kültür tarihine baktığımızda, ya da
taşı diye bilinen taş vasıtası ile kar ve yağmur yağdırıldığının örneklerini görmekteyiz.
Ya da taşı canlı bir varlık olarak kabul edilmektedir. Ya da taşının kendine
göre bir ısısı ve sesi vardır. Altay dağlarının buzullu bölgelerinde bulunan
bir taştır. Yağmur, kar ve bazen de don getireceğine inanılmaktadır (Ögel,
1995:275). Ya da taşı muhtelif tabiat olayları üzerinde müessir olduğuna inanılan,
sihir yapmada kullanılan kıymete haiz bir taştır.
Saha (Yakut) Türklerinin Culuruyar Nurgun
Bootur destanında ya da taşı (sata) birbirine sürülünce yağmur yağacağına inanılan
koyu renkli yeşil, yuvarlak ve sihirli olarak bilinir. Sahaların inanışlarına
göre ya da taşının sihirli bir gücü vardır. Sahalar yada taşının bulutsuz güzel
bir yaz gününü fırtınalı bir güne, karlı boranlı bir kış gününü de güllük
gülüstanlık bir bahar gününe dönüştürebileceğine inanılır ( Ersöz, 2010:109).
Ya da taşı sadece yıldırımdan, şimşekten korumaz, hava değişimlerine sebep olmaz
onun sağlık mutluluk, şans verdiğine de inanılır. Çinliler bu taşın Tanrıyla
insanların ortasında olduğuna inanırlar (Yu Ming, 2009: 19).
Yağmur yağmadığı zamanlar Anadolu’da
muhtemelen ya da taşı inancını bir uzantısı olarak karşımız çıkan “taş okuma”
ritüeli mevcuttur. Çoğunlukla dere yataklarından toplanan yetmiş bin küçük taş
çuvallara doldurularak o çevrede bulunan bir türbede toplanılır. Halk
çuvallardaki her bir taşa bildikleri ayetleri okur. Okunmuş olan taşlar
tekbirlerle bir su kuyusuna atılır veya bir çeşmenin yalağına ıslatılır. Nehir,
çay, dağ gibi yerlerde de son dualar edilip yağmur dilenir (Kaynak Kişi 1). Bu
taş okuma sık yapılan bir ritüel değildir. Kuraklık son safhaya geldiğinde başvurulur,
en kısa zamanda da netice alınacağına inanılır.
En yaygın ritüel ise “ yağmur
duasıdır” Türk dünyasının tamamında itibar ve iltifat bulan bu çözüm İslami
kimlikle karşımıza çıkan eski Türk inanç bakiyelerinden başka bir şey değildir.
Yağmur duasında kesilen kurbanlar, pişirilen yemekler ise saçı ve adağın İslami
formattaki uygulanış şekilleridir. Türk dünyasında özellikle Türkmenler, Tatarlar
arasında Burkut Ata yağmur yağdıran iye olarak kabul edilmektedir. Tatarlar,
Burkut Ata’ya; Börket Ata, Börket Divana ve Yangır Eyesi adını verirler. Onlar
arasındaki inanışa göre Börket Ata gök katında yaşar. Kamcısını şakırdata
şakırdata bulutları önüne katıp sürer ve istediği yere yağmur yağdırır
(Gökçimen, 2010: 70; Gılmanov, 1996:90). Özbeklerde de Mama Kuldurak adı ile
anılan kadın yağmur iyesi mevcuttur. Kazaklarda da yağmur yağdırmakla mesul
iyeler Makul ve Makkay’dır (Gökçimen, 2010: 70). Anadolu’da da yağmur
dualarının genellikle bir türbede veya civarında yapılması aynı iyeler gibi
veli kişileri Yaradan’la kul arasında vasıta kılmak içindir. Yağmur yağmadığı
zaman yağmuru yağdırmaya yönelik istek ve gayret yağmur çok yağdığı zaman da
gösterilmiştir. Güneş veya ay tutulmasında, gök gürültüsünde teneke çalarak
korkutma temeline dayandırılan göğe taş atmak yağmur, kar, dolu çok yağdığında
da en yaygın olan ritüeller arasında yer almıştır.
SONUÇ
Gökyüzü, güneş, ay, ebemkuşağı, şimşek,
yağmur ile ilgili inanışlar ve ritüeller Türklerin kozmolojik düşüncelerini belirtmesi
bakımından önemlidir. Gökyüzü ile ilgili bütün kültler, Eski Türkler tarafından
kutsal olarak tanımlanmış ancak Tanrı olarak algılanmamıştır. Eski Türklerin
güneş ve diğer nesnelere, hürmet göstermesi, ululaması, hem Tanrı tarafından
gönderilen mesajlar olduğuna inanılması hem de Tanrı’nın onlara verdiğine
inanılan olağanüstü özelliklerinden ileri gelmektedir.
Türk tasavvurunda Tanrı’nın göğün en
üst katında bulunması, göğün bütün kâinatı kucaklaması, güneş, ay ve yıldızları
katlarında bulundurması, göğün ululanması için kâfi sebeplerdendir. Güneş, ay
ve yıldızlar da koruyucu iye mevkiindedir (Kalafat,1995:36-37).
Göğün, güneş, ay ve yıldızların
koruyucu vasıfları Tanrı tarafından verilmiştir. Bu inanç tezahürleri
neticesinde birtakım ritüeller ortaya çıkmış ve bunlar geniş bir coğrafya
üzerinde geçmişten günümüze kadar süreklilik göstermiştir. Netice itibariyle bu
gün Anadolu’da yaşayan gökyüzü ile ilgili inanç ve ritüeller eski inanç
bakiyeleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak bugün halk bu ritüellerin menşeini
bilmeden yapmaktadır. Bu uygulamaların bir kısmı da İslami ritüellerle
sentezlenmektedir. Orta Asya’dan Anadolu’ya olan serüveninde gün ve ay Türk
sanatı ikonografisinde de yerini almıştır. Bu da Türklerin her dönemde güneş ve
aydan etkilendiklerinin bir göstergesidir.
Neticede gökyüzüne ulaşılamaması halkı,
gökyüzü ve gökyüzünün elementleri ve tezahür eden olaylar hakkında merakla
beraber bir korkuya itmiş, korku da beraberinde saygıyı oluşturmuş ve tedbir
almaya yöneltmiştir.
DİPNOTLAR
1 İslami inanç içinde Allah, zaman ve
mekân dışıdır. Allah için zaman ve mekân yoktur. Bakınız Kuran-ı Kerim, sure
112, Ayet 1-4
2 Kuran-ı Kerim, sure 48
KAYNAKÇA
Alizade Rövşen, Astral Kültlere Bağlı
İnanmalar, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi sayı 41, Erzurum 2009.
Bayat, Fuzuli, Türk Mitolojik Sistemi
I, İstanbul: 2007.
Bayat, Fuzuli, Türk Mitolojik Sistemi
2, İstanbul: 2007.
Campbell, Joseph, Kahramanın Sonsuz
Yolculuğu (Çeviren:Sabri Gürses) İstanbul:2000.
Çançibaeva, L. V. O Sovremennıh
Religioznıh Perejitkahu Altaytsev, Etnografiya Narodov Altaya i Zapadnoy
Sibiri, Moskova: 1978.
Çobanoğlu, Özkul. Türk Dünyası Epik
Destan Geleneği,Ankara: 2003.
Dilek İbrahim, Altay Destanları I TDK
Ankara:2002.
Dilek İbrahim, Altay Destanları III
TDK Ankara: 2007.
Eliade, Mircea, Dinin Anlamı ve Sosyal
Fonksiyonu ( Çeviren: Mehmet Aydın) Ankara:1990.
Eliade, Mircea. Şamanizm, (Çeviren:
İsmet Birkan) İstanbul: 1999.
Ergun, Metin. Altay Türklerinin
Kahramanlık Destanı: Alıp Manaş Ankara:1998.
Eröz, Mehmet. Türkiye’de Alevilik ve
Bektaşilik, İstanbul:1977.
Ersöz, Murat. Culuruyar Nurgun Bootur
Saha ( Yakut) Türklerinin Kahramanlık Destanı, Ankara 2010.
Esin, Emel. Orta Asya’dan Osmanlıya
Türk Sanatında İkonografik Motifler, İstanbul: 2004.
Eyuboğlu, İsmet Zeki. Anadolu
İnançları, Anadolu Üçlemesi I, Ankara:1987.
Gılmanov,Galimcan. Tatar Mifları,
Kazan:1996.
Gökbel, Ahmet. Anadolu Varsaklarında
İnanç ve Adetler, Ankara: 1998.
Gökçimen, Ahmet. Türkmenistan’da Bir
Yağmur İyesi “Burkut Ata”, Bilig Kış 2010 sayı 52.
Harva, U. Die Religiçsen Vorsellungen
der Altaischen Völker Helsinki: 1938.
İnan, Abdülkadir. Eski Türk Dini
Tarihi, İstanbul: 1976.
İnan, Abdülkadir. Tarihte ve Bugün
Şamanizm, Materyaller ve Araştırmalar TTKY. Ankara: 2006.
Kalafat, Yaşar. Doğu Anadolu’da Eski
Türk İnançlarının İzleri, Ankara: 1995.
Kalafat, Yaşar . Makedonya Türkleri
Arasında Yaşayan Halk İnanışlar, İstanbul: Türk Dünyası Araştırmalar Vakfı: 1994.
Kaşgarlı Mahmud, Divanu Lûgat-it- Türk
Tercümesi, Çeviren: Besim Atalay, TDKY Ankara:1985-1986.
Kıyak, Abdulkadir. Türk Kültüründe Gök
İle İlgili İnanışlar, Hikmet Yurdu, Düşünce-Yorum Sosyal Bilimler Araştırma
Dergisi, yıl.3, C.3 s 6 Temmuz-Aralık 2010.
Koç, Yılmaz, Türk ve Alman
Edebiyatında Ay, Türkiyat Araştırma Dergisi, sayı:8 Güz 2000.
Köksal, Fatih. Klâsik Türk Şiirinde
Güneş Tutulması ve Bununla İlgili İnanış ve Âdetler, Milli Folklor, Yıl 14 sayı
53 Bahar 2002.
Malinowski, B. Büyü, Bilim ve Din,
Çeviren: Saadet Özkal, Kabalcı Yayınevi İstanbul: 2000.
Naskali, Gürsoy Emine. Altay Destanı:
Maaday Kara, İstanbul:1999.
Schimmel, Annemarie. Tanrı’nın
Yeryüzündeki İşaretleri, İstanbul: 2004.
Soyanmaz, İbrahim Hakkı. Ay ile İlgili
İnanışlar “Türk Folklor Araştırmaları C. XIV. S.274 Mayıs:1972.
Öğel, Bahaeddin. Türk Mitolojisi II.
CİLT Ankara :1995.
Öğel, Bahaeddin. Türk Kültür Tarihine
Giriş, Cilt 2 Ankara:1978.
Özdemir, Ahmet. Folklor Penceresi,
Ankara: 1995.
Özkan, Fatma. Altın Arığ Destanı,
Ankara:1997.
Özkan, İsa: Yusuf Bey- Ahmrt Bey (
Bozoğlan) Destanı, Ankara:1989.
Öztürk Özhan. Folklor ve Mitoloji
Sözlüğü, Ankara: 2009.
Rayman Hayrettin. Yozgat Yöresinde
Bazı Şamanik ve Kozmogonik İnaçlar, Milli Folklor Yıl 15, sayı 60, 2003.
Strauss, K. Levi, I Strukturnaya
Antropoloqiya, Moskova, 1985.
Taner, Nuri. Halk Kültüründe Ay I,
Türk Folkloru sayı: 30 Ocak 1982.
Taner, Nuri. Halk Kültüründe Ay II,
Türk Folklor sayı: 31 Şubat 1982.
Taylan, Ertugrul. Çokaklı Köyü, Kültür
Bakanlığı, Ankara: 1995.
Türkmen, Fikret. Türk Halk
Hikâyelerinde Gökyüzü ile ilgili Alegoriler, Ankara: 2. Uluslararası, Türk
Folklor Semineri Bildirileri: 1974.
Yeniterzi, Emine. Divan Şiirinde Na’t,
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları-96 Ankara: 1993.
Yıldız, Naciye. Manas Destanı ve Kırgız
Kültürü ile İlgili Tespit ve Tahliller, Ankara:1995.
Yu Ming. Chınese Jade, Sacred,
İmperial and Civil Forms Translated by Xiao Ying, Culturel China Series,
Beijing China: 2009.
Kaynak
Kişi
1- Hafize Turan, Isparta, Keçiborlu,
85, okuma yazması yok.
2- Şükran Tığlı, Ankara 84, Lise
mezunu.
/ Yrd. Doç. Dr. Fatma Ahsen
TURAN
Gazi
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi aturan@gazi.edu.tr /
edebiyatr@hotmail.com