Büyütmek İçin Fotoğrafa Tıklayınız!
Dönmek, mümkün mü artık
Dönmek, onca yollardan sonra
Yeniden yollara düşmek
Neresi sıla bize, neresi gurbet
Yollar bize memleket
/Yeni Türkü
Yol bir “gitme”dir; bir “uzaklaşma”, bir “ayrılık”, bir “bitiş”tir. Bir yeri, birilerini arkada bırakıp uzaklarda kaybolmadır. Aynı zamanda yol bir dönüştür; geri gelme, bir “kavuşma”, bir “başlangıç”tır. Giderken bıraktığı soğukluk kadar gelirken verdiği sıcaklık da insanın taa ciğerlerine kadar işler.
Yol, gözlenendir. Gidişten itibaren arkada bırakılanların gözlerinin kaldığı yerdir yollar. Gidiş yolunda olan gözler içlidir, hüzünlüdür, buğuludur, ıslaktır, yaşlıdır. Allah kimsenin gözünü böyle yollara koymasın. Geliş yolundaki gözlerse derindir, ışıl ışıldır, sevinçlidir, neşe ve umut doludur. Kim istemez hasretle beklediğinin geliş yollarına düşüp onu yolda karşılamayı. Yarı yola kadar gidip büyüğüyse önce ellerini öpüp, küçüğü ise gözlerini öpüp, sonra ona sarılmayı. Hele bu gelen sevgili ise olacakları varın siz tahayyül edin.
Kaçımızın gözü bu yollarda kalmadı ki. Gidenin peşi sıra, düşüp yollara, ardı sıra gözyaşlarına boğulmadık ki onca zamandan sonra yollarımızın ayrıldığı sevdiklerimiz için. Buna karşılık kaçımız dönüp gelenler için bu yollarda çığlıklar atmadık ki sevinçten. Giderlerken akıttığımız acı gözyaşlarının yerini şimdi bizi tarifi imkansız duygulara gark eden sevinç gözyaşları almıştır.
Yol bir kavuşmadır; gidenleri varacakları yere ulaştıran, dönenleri sılaya kavuşturan. Bu yönüyle yol ulaşım için zaruridir. Kimi “YAR” ına kimisi de “YARIN” a ulaşacaktır bu yollardan geçerek. Yol bir kültür, yol bir medeniyettir. Düşünebiliyor musunuz “kuş uçmaz kervan geçmez” mekanlar ile çift yönlü asfalt yolu olan ve bilumum vasıtaların vızır vızır geçtiği yollara sahip mekanlar arasındaki farkı. Birinde güneşin batmasıyla hayat sona ermiştir. O saatten sonra ne yola çıkabilirsin ne de geri dönebilirsin. Oysa öbüründe yaşam 24 saat canlı yayındadır. İstediğin saatte kalkar, istediğin saatte oturur. Dilediğinde kalkar yola revan olur gideceğin yere vasıl olursun.
Yolların biz insanlara kazandırdığı en önemli meziyet ise bu yollar üzerinde gidip-gelmelerle çeşitli ihtiyaçlarımızdan ya da zorunlu olarak diğer insanlarla kurulan iletişim sayesinde oluşan bir kültür ve medeniyettir. Tıpkı “İpek Yolu” medeniyeti gibi bu yollar üzerinde gidip gelirken beraber olduğumuz insanlarla kurulan dostluklar, yol üstünde uğradığımız yerlerdeki insanlarla yapılan alışverişler bir takım temellerin atılmasından başka bir şey değildir.
Konuyu köyümüzü medeniyete bağlayan yollara yani köyümüzün yollarına getirmek istiyorum. TDK sözlüğünde yol üç şekilde tanımlanmıştır. Birincisi; “Karada, havada, suda bir yerden bir yere gitmek için aşılan uzaklık, tarik.” İkincisi; “Genellikle yerleşim alanlarını birbirine bağlamak için düzeltilerek açılmış ulaşım şeridi.” Üçüncüsü ise; “Bir amaca ulaşmak için başvurulması gereken çare, yöntem. Görüldüğü gibi “yol” denince aklımıza yürüyüp geçtiğimiz yerler gelmiyor. Ama bu yazımızı sadece bu konuyla sınırlamak istiyorum.
İnsanlar göçebe hayattan ne zaman yerleşik hayata geçtiler işte aralarındaki hukuk o zaman başladı. Dünyanın belli bir bölümünü özel mülkiyeti altına alan bu tip bir yaşam tarzında sahiplenmek yetmeyip paylaşmanın da kaçınılmaz olduğu gerçeği ortaya çıkmıştır. Özellikle tekerleğin icadı ile ulaşımda araç kullanımı bu paylaşımı çeşitli şekillerde zorunlu hale getirmişti. Bu paylaşım, belli bölge ve noktalara ulaşım için çeşitli ebatlarda “yol”ların açılması demekti. Yeni yolların açılması özel mülkiyetin bir kısmının başkalarıyla paylaşılması demekti.
İnsan ilişkilerinde sadece yolların açılması da yetmiyordu tabi. Bu yolların korunması, bakım ve onarımı gibi onu yaşatmanın dışında onun üzerinden gelip geçenlerin de korunup kollanması, geçişleri esnasında rahatsız edilmemesi, yolda kalanlara yardımcı olunması, yol kenarlarına yapılan han, hamam gibi kuruluşlarla yolcuların ihtiyaçlarının giderilmesi imani ve insani bir vazife idi. Yine yol kenarlarına sebiller (hayrat) yaparak, gelip geçen “kurdun kuşun” dahi faydalanmasını sağlamak ve onların duasını almak “sadaka-i cariye” hizmetleri olarak insanımızın önem verdiği makbul işlerdi.
Köyümüzün yolları
Bizim küçüklüğümüzde bildiğimiz tek asfalt yol Samsun – Sinop karayolu idi. Bunun dışındaki tüm yollarımız ham toprak yol idi. Toprak yol demek, yağışlı havalarda “çamur-çökek” demekti. Yürüyerek belki bata çıka gidebilirdiniz ama o zamanın (1960’lı yıllar) tek vasıtası öküz arabaları olduğu için bunların da çamura saplanıp yolda kalma riskleri bile vardı. Mesela anneme gelin arabası olarak düzenlenen öküz arabası Köyaltı mevkiinde çamura saplanmış ve rahmetli “Züver emmimgilin” kömüşleri arabaya koşularak evimize kadar ulaşabilmiş. 1970’li yıllardan itibaren yollarımıza çakıl taşı dökülmeye başlanmış ta ki 2000’li yıllarda köy yollarımız mucur asfaltla tanışmıştır.
Yaya olarak inerdik hep Gökçeboğaz sapağına kadar ellerimiz kollarımız dolu yüklerle. Sapağa vardığımızda ilk işimiz, eğer havalar açıksa ayakkabılarımıza ve paçalarımıza saran tozları silkeler, yağışlıysa çamurları siler yıkardık. Bunun tam tersi de köyümüze dönüp geldiğimizde de yine ilk işimiz çamurlu ayakkabıları yıkamak, çamurla kirlenmiş üst başımızı çıkarıp değiştirmekti. Bu zamanlarda eve gelen misafirin ayakkabılarının hane halkından biri tarafından yıkanması misafirperverliğin gereğiydi.
Bir de “Değirmen” ve “Dağ” yollarımız vardı ki, kış mevsiminde yağışlı günlere tekabül eden bu günlerde, öküzlerimizle birlikte kullandığımız bu yolların dönüşünde, kendimizden önce öküzlerimizin ayaklarını sıcak suyla yıkardık.
Yeri gelmişken anti parantez iki çift söz de şu öküzlerimiz hakkında etmeden geçmeyelim. Öküzler bu medeniyetin, bu tarım kültürünün bir parçasıydılar. Tarlada ve yollarda hayatımızın tüm yükü onların omuzlarındaydı. Her köylü ailenin hayatında, yaşamının olmazsa olmazıydı bir çift öküz ve en az bir adet inek. Aileden biri gibi muamele görürlerdi. Aynı odada olmasalar bile evde altlı üstlü oturan iki komşu gibi ama birbirlerine nefesleri kadar yakın komşulardı. Gece uyuduğumuz odayla ahırın arasında “kısırık” ları bol döşeme tahtaları vardı. Doğum yapacak inekler bu aralıklardan gözlenir, hatta gözetmeye gerek kalmadan doğurup doğurmadıkları hayvanların seslerinden tespit edilirdi. Hangi öküz ayakta hangisi yatıyor; Hasta olan var mı? Yuları ayağına dolanan var mı? Hane halkı kulak misafirliğiyle bunları takip edebilmekteydi.
Bugün nasıl ki büyük aile tipinin yerini çekirdek aile aldıysa tıpkı evlatlar gibi öküzlerimiz ve ineklerimiz de bu aile yapısını terk etmek zorunda bırakıldılar. Az önce bahsettiğim altlı üstlü oturmalar bitti. İlk önce ahırlar konutlardan ayrı olarak inşa edilerek ilk ayrılık hareketi başlatılmış oldu. İşin garibi o trene bakan öküzler var ya! Başlarına gelecek tehlikeyi o günlerde anlamış olmalılar ki trene onun için “öyle” bakmışlardır, derin derin… Kendileri trenden sonraki teknolojik gelişmeler karşısında tarım toplumundan tamamen dışlanmışlardır. Ahırlar ineklere kalmıştır.
Köprüler Yaptırdım Gelip Geçmeye
Yolların bu şekilde modernize edilmesi elbette bir ihtiyaçtandı. Evvel zamanlarda köyde motorlu taşıt yokken taşlı yola da ihtiyaç olmuyordu. Ne zaman ki bu araçlar köy yollarında sökün etmeye başladı yollarımız da tekâmül etmek zorunda kaldı. Yollarımız güzelleşti ama varın siz bu güzelleşmeyi bunun bedelini ödeyen, ceremesini çeken köylüye ve devlet kapısını aşındıran köy muhtarımız rahmetli Ali Rıza BAKİOĞLU’na sorun. Soralım ki, yokluklar ülkesi olan bu memlekette devletimizden bir adet dozer ya da grayderi köyümüzün yollarının onarmak için istemenin ne demek olduğunun öğrenelim derim. Şimdi, halkımız da, devletimiz de zenginleşti ki yollarımız asfalt köprülerimiz sağlam. İhtiyaç hasıl olduğunda anında hizmet kapıda!..
Kimi köylerimiz bir tane bile yaptıramazken bizim köyümüze bu yolları açık tutmak için toplam yedi adet köprü yaptırmak bu köye ve bu muhtara nasip olmuştur. Her biri betonarme olan bu yedi adet köprünün biri Gökçeboğaz’da, biri Cilim mevkiinde, biri Gecekli Sapağında, biri Sarımsak Sapağında, ikisi Gelemette ve diğeri de Karanlıkdere’dedir. Bunlarla köprü ihtiyacımız bitti mi? Hayır. Şu an için köprü kurulması gereken tek yer Sarımsak ile Sordanköy arası kalmıştır.
Bu köprülerimiz yokken yaşanan güçlükleri burada anlatmaya gerek yoktur zannederim. Ama tarihe kayıt düşme açısından belirtelim ki Gelemet yani yeni adıyla Kışlakonak Köyü ile bağlantımızı sağlayan tek köprü Gelemet Camisinin yanına kurulu ağaç köprü idi. O da Caminin köyün içinde değil de çayın beri yakasında oluşu nedeniyle köyle bir irtibat sağlaması içindi. Karanlık Dere, Sarımsak, Gecekli ve Gökçeboğaz köprüleri yokken geçişler çay içindeki taşların üzerinden teke gibi sekerek ya da öküz arabalarının üstünden sağlanıyordu.
Gelemet İle Sordanköy Arası
Köyler arası ulaşım için eskiden yola pek ihtiyacımız olmazdı. O zamanlar köyümüzün tek Cami ve Okulu Gelemet köyünde olduğu için oraya ulaşımda Gemberyeri, Sefercüğün Avlusu ve Köklük kullanılırdı. Bu tip yani patika diyeceğimiz yollar için genellikle tarla kenarlarında ya da ortalarında bir insanın geçebileceği kadar genişlikte boşluklar bırakılırdı. Tarla sınırlarını çevreleyen çalılar bu geçiş bölgelerinde özel olarak tanzim edilir ya ağaç dallarından yapılmış küçük bir kapıcık yapılır ya da her insanın rahatlıkla üzerine tırmanarak aşabileceği sağlamlıkta “dizeme” ile tutulurdu.
Eski zamanlarda Gelemet ile Sordanköy arasında ulaşımı sağlayan Cilim Sapağı dışında biri şu an açık olan, (Ürfet’in) Sefer KOŞAR’ın evinin önünden geçen ve Gelemet okuluna çıkan Köklük Yolu ile şu an kör olan ikinci bir bağlantı yolumuz (İlaz Osman’ın) Sadık ŞEN’in evinin önünden geçen ve Hasbi’nin Dağı dediğimiz ormanın alt yanından geçerek Cırman’ların su değirmeninin olduğu yere çıkan Gemberyeri Yolu vardı. Ayrıca bu Cırmanların su değirmeninin olduğu noktadan itibaren Gelemet ile Karanlıkdere’yi bir birine bağlayan bir yolumuz daha vardır ki bu yolumuz hâlâ o eski haliyle hasat mevsimlerinde kullanılabilmektedir.
Sordanköy ile “Garanukdere” Yolu
Köylerarası sürekli açık olan bir yolumuz da Karanlıkdere’yle olan bağlantı yolumuzdur. Tabi bu yol aslında sadece iki mahalleyi bir birine bağlamaktan ziyade Karanlıkdere’nin ötesinde bulunan Sancar Köyü ve devamındaki Tefekli köyleriyle de bir bağlantı sağlamaktadır. Ayrıca, Devret, Salak, Ardıçlık, Papazlar ve Kömürlük Dağına da bu yoldan ulaşmaktayız.
Sancar köyü ile Karanlıkdere arasında olan bu kadar yakınlığa rağmen Sancarlılar nedense hep bugünkü mevcut Sancar Gelemet yolunu tercih etmişlerdir. Ben bunu köy içinden bir yabancının gelip geçmesinin o köylüye vereceği rahatsızlık kadar her ne kadar komşu köyü olsa da köy içinden geçerken vereceği rahatsızlığın bilincinde olan kişinin duyduğu “ar ve haya” duygusuna bağlıyorum.
Karanlıkdere Yolumuzun bir özelliği de heyelan bölgesi olmasıdır. Her seferinde yolumuz 1-2 metre aşağıya sarkar fakat yine eski yeri hizalanarak yenisi açılır.
Eskiköy Yolu
Eskiköy derken eskiden Rumlar tarafından kurulmuş fakat günümüze sadece adı kalmış bir mevkii adıdır kastımız. Genellikle, komşumuz Kapaklı Köylülerine ait olan buradaki tarlalardan ziyade bizim için mühim olan “Eskiköy Dağı” dır. Bu ad genel bir ad olup Kabaalma, Temrontepe, Dikilitaş, Kökçe gibi köy ormanlarımızı kapsamaktadır.
Köy merkezinden yola revan olduğumuzda ilk geçtiğimiz yer Kelçebenyeri’dir. Ardından Tokmak Hırmanı, Kilise, Mutaflılar, Türbe, Kışla ve Peynirpuvarı mevkileri ve Eskiköy ve akabinde meşhur Kabaalma gelir.
Kömürlük dağ yolu burası kadar gelip geçilen bir yer olmasa da Eskiköy Yolu hemen hemen her Sordan köylünün irili ufaklı anılarıyla yüklüdür. Bunların anlatılarak yaşatılması gerekmektedir. Özellikle ilkbaharda tarlalarımız ekili olduğu için hasat mevsimine kadar hayvan otlatmak için bu iki dağımız ve dağ yolunda geçen ilginç anılar anlatılmakla bitmez zannederim.
Diğer Köylerarası Yollar
Doğanyuvası ve Taşkelik köylerine köyümüzden ulaşmak artık mümkün. Sancar Köyü yolumuz da açık. Beri taraftan Sarımsak kanalıyla Gecekli Köyü ile de bağlantımız var. Beni tek düşündüren, akrabalık bağımızın da olduğu Kapaklı Köyü ile bir bağlantı yolumuzun olmayışıdır. İlkokuldayken bir kez, yılsonu okullar arası ziyaret amacıyla okulumuz Kapaklı Köyü okulunu ziyaret etmişti. Başımızı çevirdiğimizde karşımızda heybetli duruşuyla dikkat çeken bu köye kırk yıllık hayatımda bir defa ulaşmış olmak bana oldukça garip geliyor. Karşı karşıya duruşan iki köy halkı maalesef haftadan haftaya ancak çarşı-pazarda buluşup görüşebilmektedirler.
“Bazar”a Gidelim.
Çarşı ya da Pazar için köylümüz Çarşamba günleri ilçeye, Alaçam’a gitmektedir. Tabi şimdiki gibi minibüslerle değildi. Sırtına vurulmuş 30-40 kiloluk yükün yanında elleri, kolları da dolu bir vaziyette yolu koyulan köylümüz eskiden “kestirme” yolu tercih ederdi. Bu kestirme yol Sarımsak, Gecekli, Evci ve Pergeli Sırtlarından Alaçam demekti ama bu yolculukta yol aramamak gerekmektedir. Yer yer köy içlerinden geçerken kullanılan yollar vardı tabi. Ama bu “Bazar” yani Pazar(alış-veriş) yolculuğu genellikle tarla kenarları ve çalı diplerini takiple olurdu.
Pazara gidelim. Tamam bunda zahmete katlanıp şarkıda olduğu gibi Pazara gidip de ne yapalım. Ne yapmazdık ki. Buğday, mısır, fasulye, kurutulmuş meyve, tavuk, yumurta, süt, yoğurt ve tereyağ hatta bazen hayvan pazarlarında sığır satardık. Dönüşte gazyağı, tuz, şeker ve yemeklik sıvıyağ ve sabun alırdık. Her nedense giderken yükümüz oldukça ağır olurdu ama dönüşümüzde neredeyse elimiz kolumuz boş gelirdik. Sattığımız para etmez. Aldıklarımıza bir servet öderdik ki bulursak. Çünkü anarşi ve terörün hüküm sürdüğü 70’li yıllar aynı zamanda yokluk, kıtlık ve kuyruklu günlerdi. Nasıl olduysa bir gecede kökü kazınan terörden sonra millet Özallı yıllarda az buçuk para görmeye başladı.
Bu çarşu - bazar yolculuklarının zikre değer en önemli olayı ise yolculuk esnasında birer ikişer gruplar halinde giderken derinleşen sohbetlerdi. Yaklaşık 1-2 saat süren bu yolculuk boyunca iş-güçten bir fırsat bulup bir araya gelemeyen insanlarımız doyasıya hasret giderir bol bol sohbetler edilirdi. Büyükler anlatır küçükler önde arkada yanda konuşulanlara kulak misafiri olurdu. Bu yolculuklar aynı zamanda kültürel bir faaliyetti. Yaşayan toplumsal kültürün gelecek nesillere aktarılma yollarından birisi de bu yolculuklardı.
İlçeye gidişler zamanla köyümüze gelen traktör ve minibüslerle yapılsa da eski geleneği bozmayıp yürüyerek gidip gelmeler gerek kestirmeden gerek alt yoldan uzun süre devam etmiştir.
Şimdi köyde neredeyse herkesin kapısında bir iki adet araç bulunmaktadır. Olmadı bir telefon. Tak taksi kapıda. Bu zamanda bir yerden bir yere kim yürüyerek gitmek ister ki. Hazır vasıta varken.
Bazen köye gezmeye gidiyorum. Diyorum “şöyle bir memleket havası alıp geleyim.” Giderken bir an önce ulaşmanın telaşı ve yokuş yukarı çıkması hadi zor diyelim ama bari geri dönüşümde rahat rahat, elimi kolumu sallaya sallaya gezinerek ineyim köy yolundan aşağıya diyorum ama bırakmıyorlar ki güzel köyümün güzel insanları. Önce öte-beri ile elimi kolumu dolduruyorlar. Ardından da “bunca yükle yürünmez gel iki dakikada seni bırakalım aşşa” deyip beni ve bütün hayallerimi atıp arabaya indiriyorlar asfalta. Böylece, köy yollarının tozutmak ve çamurunu çiğnemek bir sonraki ziyarete erteleniyor.
Siz siz olun köy ziyaretlerinizi ertelemeyin. Sevenlerinizin gözünü yollarda komayın. Köyün bütün yolları açıktır. Yollar gibi bahtınız da açık olsun. Gelirseniz safalar getirirsiniz.
/Çetin KOŞAR
Köy Günlüğü’nden…