28 Mart 2009 Cumartesi

Izdırabımız Yok değil


Yosunlu mahzenlerden çığlık sesleri duyuyorum. Asırların karanlık dehlizlerinden gelip uzanan ellerin gölgeleri çarpıyor zindan duvarlarıma. El atıp tutmak, onlara sahip çıkmak isteği içimdeki sönmek nedir bilmeyen bir ateş, bir ümit, bir arzu…

Yalan dolanın olmadığı samimi ilişkilerle karşılaşamadık hiç. Hep duyguların güdüsü yönlendirir oldu bizi her hal ki bunca zaman boşlukta bağlantısız sallanıp durmaktayız.

Bağımsız olmak! Güzel şey midir? Yok yok kastım başka. İyiye, güzele bağımlı olmak ya da olmamak. Ya da korkuya sarılmak. Hele hele en kötüsü de umutsuzluğun kollarına bırakıvermek kendimizi…

Hep bu kargaşa bulandırmıyor mu ki beyinleri? Seçemez olduk yolumuzu yordamımızı. Uçsuz bucaksız göklerde boşa kanat çırpan serçeler olup gittik.

Asırlar gibi sürüp geçmek bilmeyen günler. Güneşin yakmadığı zemherilerle kızgın Temmuz sıcaklarında donup donup tutuşmak iki ateş arasında kaderimizdi. Biz istedik çünkü. Yoksa hep gülmek hayal değildir bunca güzelliklerin raksettiği güzelim dünyanın göbeğinde. Heyhat! Nedense, yine de ahların vahların dineceği yok gibi görünüyor ufuklarımızda.

Ufuklarımız, tan vakitlerini gurup vakitlerine çevirdiğimiz saatlerle kaynaşıyor. Yaşadığımız, şafakların atıp gün ışıklarının şavkeylediği dünyanın hayaliyle avunmak, göz kamaştıran güneşin avuçlarında yaşadığımız hayatta bir bilmece gibi kurcaladığımızdandır beyinlerimizi; bilememek ya da duyguların esiri olmaktan kurtulamamak. Kuşku, umutsuzluk, korku, güvensizlik…

Şöyle bir yollansak uçsuz bucaksız, dönüşsüz yolculuklara seher vaktinde bahar yıldızlarıyla bir gün. Kendimizi buluversek hayal edilmez dünyaların orta yerinde, bilinmez zamanlarda. Görsek, kaynayan koca kazanların içindeki kabarcıklarda kendimizi şöyle yükselirken göklere doğru. Ramak kala ulaşmaya bir katlara ve anlık korkuların iğrenç görüntüsünün şimşeklerle yok oluşunun verdiği şuurla gönüllerimizin ulaştığı o huzur dalgalarından ayrılmadan sayha sayha akıp gidemez miyiz ki yüceliklere? Hepsi elimizde. Lâkin bırakmıyor işte bizi şüphe dalgaları. Kin, haset, kibir, gurur ve sevgisizliğin kuşattığı ruhumuzun melanetleri, rezillikleri…

Hiç şüphesiz çok uzak değil ak karlı dağlar. İstersek seyredebiliriz kendimizi. Sisin, dumanın hiç eksik olmadığı o yüce tepelerinden. Güven ve görevi şuurla yeşertebiliyorsak yüreklerimizin her ucundan haşıl haşıl… Başka kutluluk, yücelik muştalayan çizgiler bulabilirsek ne âlâ. İrem bağının gülleri mi? Bir çingenenin tef çığlıkları mı? Bilinmez…

Asillik, yücelik ve hüsn-ü gurur yüklü bulutların rahmetine muhtacız şu bahar seherlerinde patlamaya hazır filizlerimiz için. Dal budak salacak, çiçek verip ortalığa misk gibi kokular saçacak, meyve verecek sevgilere kucak kucak…

Güzelim dünyaları sevgiyle kucaklayıp saracak kollara doğru hasretle koşarak CAN’dan içeri… BEN’den içeri…

/Çetin KOŞAR
27.03.1985
Ötelerin Tutkusu / Trabzon

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder