4 Ekim 2020 Pazar

Fakir BAYKURT’UN “Kaplumbağalar” Adlı Romanında Köy ve Köylü

 

Fakir BAYKURT “Kaplumbağalar”

 Bir köy romanı olan “Kaplumbağalar” 1962-66 yılları arasında yazılmış olsa da içindeki siyasi mülahazalara bakılarak 1950’li yıllardaki yaşamı ele almaktadır. İletişim vasıtalarının henüz yaygınlaşmadığı yıllarda tüm yoksulluğuna rağmen köylerimiz henüz Kurtuluş Savaşının Zafer sarhoşluğu içindedir. 60 evden oluşan ufak bir köy olan Tozak Köyü, Ankara’ya 100 kilometre uzakta bulunur. Tozak kurgusal bir köydür. Romanda adı geçen Buğra Köyü, Avşar Köyü, Hasayaz Köyü gibi gerçek köylerden yola çıkılarak, Kozak köyünün aslında Elmapınar adlı bir köy olduğu anlaşılıyor. Yazar, yaşadıklarından ve dinlediklerinden ilham aldığı belirtilmiştir. Dinlediği kişilerden biri de Eğitmen Rıza karakterine uygun olan köy öğretmeni Rıza Dikenoğlu’dur.

 
Romanın Özeti
 
Şaraba düşkünlükleriyle ön plana çıkan Tozak Köyünün ana geçimi tarım ve hayvancılıktır. Bir okka üzüme bir okka buğday isteyen satıcıların aşağılamalarından rahatsız olan köylü taşlı, ot bitmez boş bir hazine arazisini ihya ederler ve buraya bir üzüm bağı kurarlar. Beş yıl sonra tam ürün almaya başlamışlardır ki köye “kadastro” girer ve hazine arazisi olarak kaydedilen bağ, on yıldan az kullanıldığı için köylünün elinden alınır. Devlet, tüm çabalarına rağmen, “kanun” der, bu kararından vazgeçmez. Bunun üzerine, köylüler “kentli ve devletlü”lere veryansın eder.
 
Gelelim romandaki köy, köylü, kentli ve devletlü söylemlerine. (Önemli Not: Büyük harfli ara başlıklar romandan değil, konuyu özetlemek için tarafımdan yazılmıştır.)
 
 
KÖYLÜ DÜŞMANI DEVLET
 
“Köylünün ya huyunu, ya oy'unu beğenmeyen yönetim, yeni yeşermeye başlayan yaşama isteğini besleyeceği yerde, aracı, ilacı olmayan bu köylere sivri sivri minareler dikmiş.
 
Eskiden kölelere yayık yaydıran barbar dağ Avrupalıları sağa sola bakıp ayranı dökmesinler diye onların gözlerini kör ederlermiş. Şimdi kendi çocuklarına yabancı dilli kolej, yüksekokul, hatta Avrupa, Amerika bulan yöneticiler, köydeki bebelerin ilkokuldan sonra gidecekleri okulları hesap dışı etmişler. ilkokul uyutuyor, ortaokul uyandırmıyor. Ne farkı var bu insanların o kölelerden? Ulusun işgücünü, kültürünü besleyecek, toplumun varlığını sürdürecek köy kaynağını kurutmaya başlamışlar.”
(…)
 
“A emmim! köylünün sahabı yok! Köylü kömeli, sırtı yamalı! Elindeki ekmeği yimeye bak, ekmeği!” Sayfa: 6
 
 
KÖY ÖĞRETMENLERİ
 
“Her köye bir eğitmen, ya da öğretmen yollayabildik mi, Türk'ün düşmanları çatır çatır çatlayacaktır fesatlıklarından! Hemi de sadece A'yı B'yi değil, işi gücü belletecek eğitmenler. Köylerin zeynini açacak, uyandıracak eğitmenler. Köylerimizin yüzüne kan, dizine can gelecektir o zaman.”
(...)
 
«Emme yollayamadık her köye birer eğitmen, ya da öğretmen! İşler durdu çabucak! Ben diyorum ki, düşmanlar haber aldı bizim uyanmaya başladığımızı, önlemek için aramıza casuslar salıp korsları, enüstüleri paltaladılar! Şimdi şeherlerde herkes, hemi de bütün varsıllar, toprak ağaları, böyük tüccarlar ve de hacısı hocası durup durup eğitmenlere, öğretmenlere sövüyor!... »
(...)
 
«Irauf hoca derdi ki, "Köylü bir an önce uyanıp devletin başına oturmalı, yurda sahap olmalı. Bu cascavlak topraklara yurt denmez arkadaşlar!" Aynan böyle derdi ... »
(...)
 
«Köylünün uyanmasından korktular da, eğitmenlere öğretmenlere düşman oldular. Halbuysam ki, köylünün uyanmasından kime ne zarar gelir? Köylü uyanırsa devletin başına oturacak, yurda sahap olacak. Kötü bir iş mi?”
Sayfa: 56-57
 
“Yurdumuzda bir avuç toprak için insanların kayalardan uçtuğu köyler vardır. Sırtlarıyle kayaların başına toprak taşıyıp ekin ekerler …”
Sayfa: 75
 
“Köylü dediğin bir kör köstebek dünyada. Yörüyor emme görmüyor. Toprağı burnuyla, eşeliyor. Eyi kötü yiyeceğini buluyor. O kadar. Daha datlılarını, daha gözellerini, yeşil bostanları, çeşit çeşit üzümleri, almaları, payamları bilmiyor. Görmüyor ki bilsin!”
Sayfa: 167
 
 
KÖYDEN EVLENMEK
 
“Baştan düşünüp sağlam bir köylü karısı almak varmış! Öyle bir köylü karısı ki, hem köye uyacak, hem kasabaya! Emme kasabadan aldık, halt ettik. Şimdi köye uymuyor …”
Sayfa: 221
 
 
SEÇİM BOŞUNA
 
“Zati seçimin ne nüzümü var Emin beyim!» diye Kır Abbas atıldı. «İki yıla bir seçim, üç yıla bir seçim ... Her köye bir sandık koyuyor. Her sandığa bir başkan. Her başkana 120 lire para! Türkiye'nin gökte yıldız kadar köyü var. Ne demek bu? Bu Türkiye'nin aklı yok mu Çelik beyim? Öyle yapacaklarına, versinler köy başına yüzer lire, alsınlar bizim oylarımızı, istedikleri sandığa tıksınlar, bitti!...”
(...)
 
“Millet seçim istiyorsa hökümet ne b.k yisin! Millet ben ikilik üçlük istiyorum, otuz evli bir köyün kırk parçaya bölünmesini istiyorum, imam Halkçı deye Demirokların ayrı yerde namaz kılmalarını istiyorum, camilerin içine ip çekilip ikiye bölünmesini, dahi içine iki dene soba kurulmasını istiyorum derse, sen ben hökümet olsak ne yapabiliriz?”
Sayfa: 264-265
 
 
KÖY MÜ KENT Mİ?
 
“«Hayat şimdi kentlerde !» diyordu Emin bey. «Evlerin içinde akarsu, ışık, yol, sıcak sulu banyo, sıcak sulu mutfak. .. Tabii ona göre de gelirin olacak. Gelirin yolu da malum, kafayı çalıştırmak! Kafayı çalıştırdın mı çok iş var yapılacak! Oluk gibi para! .. Köyle öyle değil ama! Taş devrinden kalma yemekler, tunç devrinden kalma yataklar, fitilli lambalar, kağnı, karasaban, kuyu suyu, tuluk. .. Geçmiştir bunların çağı! Boşuna beklemeyin buraları! Vakitken bir yolunu bulup kentlere sokulun. Dünya kırk kulplu kazan, bir kulpundan da tut sen kazan ... Kadınlarınız görgüsüzlükten, erkekleriniz bilgisizlikten, imanınız gevriyor be gözüm!»
 
 
Kır Abbas da sözünü sakınmıyordu hiç:
«Ne hayatı varmış kentlerde? Varsa bile size var! Ne geçiyor eline bizden oraya gidenlerin? Ne olabiliyorlar? Kapıcı, çöpçü, hızmatçı, dutma ... İstanbul-Ankara'daki avratların sidikli donlarını paklayıp, apartman yapılarını, garacları, caddaları bekliyorlar. Sırtlarıyla taş çekip han apartman yapıyorlar. Emme içine girip oturamıyorlar. Bekledikleri dükkenlerin hiçbiri kendilerinin değil. Pakladıkları sidikli donlar, bulaşıklar hep başkalarının! Biz dünyaya çöpçü, hızmatçı olmaya mı geldik Emin bey? Burda acımdan ölürüm, gene gitmem o donuz kentlere ki çöpçü, hızmatçı olayım! Diyorsun ki, taş devrinden kalma yimekler, tunç devrinden kalma fitilli lambalar, kağnı, karasaban, tuluk ... Senin bir şeyden habarın yok Emin beyim! Yazıyorsun iki çızık, alıyorsun bin, iki bin! .. Bu gidende bizim yidiğimiz yimekleri bulamayanlar da var! Yataklarımızı dersen, eyi kötü biz yatarız be efendim! Eyisini buluncaya kadar kötüsüne eyvallah! Diyorsun ki, fitilli lambalar ... Tuluk suyu demene de karşılık vereceğim: Tuluğun değerini bilen bilir ... Ondan sonracığıma, sen ölçeriyorsun ki, komşular köyleri bırakıp kentlere yörüsün! Yörüsün arkadaş! Yörüyenlere dur deyen yok zati ! Emme köyler boşalmasın... Köyler boşaldı mı hepimiz b.ku yidik Emin beyim! Ulusun milletin kaynağı, be­şiği, köyler değil mi? Bu kaynağı kurutup, nerde üreteceksin milleti? Köyü söndürdün mü memleket söner beyim! Elleme giden gitsin, yörüyen yörüsün. Emme kaynak kurumasın. Daha o gidenlere seviniyoruz biz. Neden deyecek olursan, okuyup amir mamir oluyorlar. Hiç olmazsa bizim dilimizi biliyorlar! Biz de onların dillerini biliyoruz. Baksana şu hallarımıza: Kadastro ... Ne demek kadastro? Meteoroloji Rasat Cihazı? Ne bu? Kasabada bir dayranın kapısında yazıyormuş, Irıza söyler: Malarya Eradikasyonu! Emin beyim, biz Türküz hamdolsun! Dilimiz de Türkün dili. Bize diyorsun ki, kadınlar görgüsüz, erkekler bilgisiz ... Haşa! Hiç kabul etmiyorum! Biz kendi görgümüzü, kendi bilgimizi biliriz. Hemi eyi biliriz! Ama sizin görgüleri bilmeyiz. Emme siz de bizimkileri bilmezsiniz. Bak, yere bağdaş kurup oturabildin mi? Biz diz bile çökeriz! Masa sandalle deye tuz yumurtlattın Battal'a ... Dal öğlen bir seet uyumadan edemiyor hiçbiriniz. Uyku dediğin geceye masus ...
 
 
KÖYLÜ MİLLETİN EFENDİSİDİR
 
Eee hani görgülüydünüz siz? Sen sade kendi görgünü biliyorsun. Emme senin görgün mü eyi, benim görgüm mü? Orası ayrı. Sen Gazi Kemal'i duydun, ben gördüm. "Memleketin efendisi, başkanı köylüdür!" deye neden dedi Gazi Kemal? Çünkü Kurtuluş Savaşını köylüler kazandı. Eğer varısa yarın cennete de köylüler gidecek. Neden? Çünkü köylüler sade kendilerinin değil, tüm milletin ekmeği için çalışıyor... Bir var ki, harp darp, sonra da seçim saçım, ağalar, beyler ... anasını sinkaf etmiş köylülerin ki, belini alıp doğrulamıyor garipler ... »
Sayfa: 267-268
 
“Köylü bu halde iken, Ankara kalkıyor, idare reformu, seçim meçim diyor hanım! .. Yahu, herif daha mesainin beşte bittiğini bilmiyor! Makama dilekçeyle başvurulacağını bilmiyor! Dilekçeye damga pulu yapıştırılacağını bilmiyor ... Günde belki yüz dilekçe çeviriyorum, çünkü pulları yok! Eee insaf canım, bize de insaf!.. Aklına yanayım ayrıca Ankara'nın ki bizi bu köylülerle demokrasiye soktu! Ortak Pazar'a da sokacak! .. Olmaz hanım, olmaaaz! .. bu köylüyle bu işler yürümeeez... Sor bana ki çare nedir? Çare, bunları geleneklerinden koparmaktır hanım! Çocuklarını yatılı okullara alacaksın. Kendilerini de her yıl üçer aylık kamplardan geçireceksin. Kadınları şehirlere, kasabalara getirip evlere dağıtacaksın. Farz et bizim eve geldi ikisi üçü.
 
Semra, Selma, oturup ders vereceksiniz bunlara. Göstereceksiniz: "Bacı bak, bu sudur, musluktan akar! Bu sabundur, böyle kullanılır! Bu taharet bezidir, görevi şudur! Baya bezi eliyle tutturup sildireceksin hanım …”
Sayfa: 323
 
 
KENTLİ NE BİLSİN KÖYLÜNÜN HALİNDEN
 
“Kasabanın yolları taştan. Memurların ekini yok, orağı yok. Güneşi yok, sıcağı yok. Ay otuz, aylık bin dokuz yüz ... Git bir köye, yolluk! Dön kasabaya, yolluk! Avratların çok bir işi yok. Kıçlarını koymuşlar kapıların taşına, sakız çiğnerler. Yidikleri önlerinde, yimediklerf arkalarında. Bir kocalarının keyfini çattırmaktan başka ne yorgunluk, ne sıkıntı... Esnafın işi de dalga ... Berberinki kırt kırt iki ustura .. Tenekecininki tık tık. Yürümeden, yorulmadan, «kölge»de ... En zoru, hemi de iyisi çiftçilik. Ama suyun olacak. Toprağın kuvvetli olacak. Atın, öküzün, motorun... mazotun... Hemi de hazine diye, kesinleşmiş karar diye, icar diye, imar, ihya, eciri misil diye bun vermeyecek bir hökümetin olacak ... Bir devlet... baba bir devlet ki, herkesi evlat bilecek ...
 
Hükümet konağı ağır, taş yapı... Sade mermerden hemi de! .. Nasıl çıkardınız bu taşları bu duvarların üstüne? Hangi güçle, hangi fenle? İçerleri serin! Kapıdaki j andarmayı anası Kadir Gecesinde doğurmuş. Ne talim var, ne devriye! Dikiliyor tahriratçı beyin kapısında. Göbeğinde bir tabanca. Bununki de dalga, bununki de «kölge».
Sayfa: 346
 
 
DEVLET ANA MI BABA MI
 
“Kanuna hiç kimse bir şey deyemez ! Kesinleşen kararlar uygulanır. Sizin göreviniz o. Görev namus ! Helbet ... Emme bizim de elimizden tutan biri gerek. Sen tut bizim elimiz-den efendi. Biz demiyoruz ki hazinemiz kurusun. Biz diyoruz hazinemiz kurumasın, emme bizim yetişip ele gelmiş bağlarımız da kurumasın! Köyümüz temelli körelmesin! Biz daha devletimizin beş kuruşunu ziyan etmedik bugüne kadar. O kadar oy verdik, üç kuruş karşılık istemedik. Efendime söyleyim, biz sessiz, saygılı; haddini bilir, ne Arabın yüzü, ne Şanım şekeri, efendime söyleyim, ne elin üç oğlağı, beş keçisi ... biz çok akkın köylüleriz ! Sürer eker biçeriz. Ulülemre itaat ederiz. Gökten yağan her şeyi kabul ederiz. Emme emme ... bu bağ işi eyiye dönmezse, hani yok mu ya, içimizin duvarları göçer efendim, yani hükümetten devletten, kaymakamdan nefret oluruz ki bir daha düzelmesi olanaksızdır!..”
Sayfa: 348
 
 
DEVLET İDARESİ
 
“Kimsenin kimseden habarı yok! Bu devletin adliyesi ayrıdır, mülkiyesi, maliyesi ayrıdır. Eğitimi, Ziraatı ayrıdır. Ticareti bir yana çeker, Gümrüğü, Hariciyesi bir yana çeker. Hepsi bir bütçeden, bir halkın sırtından beslenir, hepsinin başında bir başkan vardır, emme yaptıkları iş birbirini okşamaz. Buyüğürür, öteki bozar. Onun için de milletin çocuğu doğmaz. Karnı, göbeği bozuktur. Kaba deyimle bu böyledir hemşerim !?>
 
İlyas kalktı, hayatın ucundaki dama, yıldızların altına yatakları serdi:
«Lafların çok eyi Hamdi beyim emme, tohumu yok! Hemi de yarın yola gideceksin. Yani Hamdi beyim, bir köylüyken köylü bile işlerini böyle yörütmüyor valla. Akşamdan böyük oğluna der, sen şunu. Küçük oğluna der, sen şunu. Karısına, şunu. Kızına, şunu. Sabah olunca hepsini birer birer sevk eder. Akşam olunca da hesap sorar: Sen ne yaptın, sen ne yaptın? ..
 
Pekey, ne yapar bu bizim valiler, kaymakamlar, bakanlar? .. » «Haha! Haha!» diye güldü Hamdi bey. «Gazetelerde konuşurlar. Radyolarda konuşurlar. Mecliste dövüşürler. Dairelerde çay, kahve içerler. Sipor, sinema konuşurlar. Toto kaadı doldururlar. İç gezi, dış gezi, pilaj. Akşamları Bulvar Palas, Ankara Palas, cem olup dans ederler. Bira, votka, bordo şarabı... her akşam kafa çekerler ... »
Sayfa: 360
 
 
“«Eğer ki bu iş senin dediğin gibiyse bu millet ölmüştür Hamdi beyim, ne dersin?»
«Yooook!» dedi Hamdi bey. «Milleti bu işten tenzih ederim. Ölmemiştir, hemi de ölmeyecektir. Şu damların üstünde, şu yaz gelince yıldızların altında yatanlar öyle bin canlı ki, kimse bunu bilmiyor. Bu gelinler, bu çilekeş analar ki her kıtlıktan, her kuraktan, her savaştan, askerlikten sonra milleti yeni baştan fışkırtıyorlar. Çok mutlu bize ki ayrık otu gibiyiz, eşşekler kemirdikçe yeniden bitiyoruz. Neden? Hep bu insanların gücünden, onların canlı suyundan ... »
(...)
 
 
BÜROKRATLAR
 
“«Bak İlyas, sana anlatayım. O dediklerin var ya senin ... Onlar bu milletin «yandan sürme»leri. Muhallebi çocukları. Gülerin, tüllerin içinde pış pış büyümüş onlar.. Çoğu anasının südüyle değil, emzikle, inek südüyle büyümüş. Korkak, pısırık, nazik! "Pardon mösyö", "Vıy madam" ... Okumuşlar, Londra, Faris, Atina, gezip tozmuşlar. Ama bilmezler senin Sarıkızlı' nı, Tozak'ını; halkı, milleti. Bilmezler dört mevsimin ayrı ayn çilesini. Yazın susuz tarlalarda, kurakta; kışın çamur yollarda, suların böldüğü köprülerden düşe uça; yarlardan yamaçlardan yuvarlanarak; kanadı kırılıp yollarda kalarak; iki çuval buğdayın nasıl ekilip biçildiğini, nasıl kasabaya ulaştığını, nasıl fırınlarda ekmek olduğunu bilmezler. Karıları kızları, hemi de kendileri sanırlar ki, biz aylık alıyoruz, fırıncılar da para kazanmak için hamurları yoğurup, pişirip camekanlara diziyorlar. Onun için böyle dans oyunlarıyle, bordo şaraplarıyle vakit geçiriyorlar ... »
Sayfa: 360-361
 
“«Şimdi bu dediğimi yoralım: Ne demek bu? Yani Saffet bey değil, şu yataktaki Rıza bakan olacak. Rıza kim? Halis kökten sürme. Tozaklı. Topraktan öğrenip kitapsız bilen ... En dayanıklı granit taşı. Yağmur geçmez. Soğuk geçmez ... Kaymakamın yerine de Sırrı beyi değil, seni, Sarıkızlı köyünden İlyas'ı oturtacaksın. Bütün valiler, kaymakamlar, bakanlar böyle işçiden köylüden olacak!.. Beni de hepsinin başına başbakan yapacaksın anasını satayım, bak nasıl tıkır tıkır yürüyor işler o zaman!...»
 
“«Okuma ne yavu? Büyütmeyin gözünüzde! Nasrettin Hoca musafın arasına ekmek ufaklarını koymuş, dağın ayısı da okumuş ... İşte yolunu tuttunuz, onu da belleyeceksiniz. Köye okul yapıyoruz. Ama dıkkat emin, asıl okul köyün kendisi: Yazlar, kışlar, tarlalar, dağlar, yalçın kayalar! Yalçın hayat! İnsanı insan eden budur, adam eden budur. Büzüğü sık, ötekiler üç aylık iştir. Deyeceksin ki onların çenesi Iaf yapıyor. Onlar avukat, onlar yargıç, onlar lügat, onlar nutuk ... Sen onların lügatine, çenesine bakıp aldanma. İnsanın çenesi değil, yüreği konuşmalı. Onların hepsi birbirini tekrarlıyor. Ayrı bir şey konuştukları yok, korkma!..»”
(...)
 
 
KÖYLÜLERİN DENETİMİ ALTINA
 
“«Gelelim: Eğer daldan eğme istiyorsan, yani biliyorsun daldan eğme ne demek! Mevcudun eyisidir. Fazla yaramaz ... Valileri kaymakamları, vali kaymakam olacakları, saylav bakan olacakları, kıçı kırık müdürleri, müdür olacakları, işçi ve köylülerin denetimi altında, on sekiz, yirmi ay kurs göstereceksin!
 
Vereceksin ellerine sabanı, sürecekler. Vereceksin orağı, biçecekler. Ondan sonra da, al şu iki çuval buğdayı, yükle eşeğe, pazarda sat gel, deyeceksin. Eşeğin taze sıpasını da köyde bırakacaksın. Eşek yıkılacak yollarda, çamura çökecek; yeniden yükleyecek. Kimse yardım etmeyecek. Kendileri yapacaklar. Bunu yapamayanlar devlet gemisinde ne dümen tutabilir, ne kürek çekebilir! Sınayacaksın ki başımızdakilerin kaçı, iki çuvalı bir eşeğe yükleyebilir; bu sınavı kazanabilir? .. Milleti yönetecek olan, yöntemi milletten belleyecek. Buna candan yürekten, hemi de çok eskiden beri inanıyorum, gene de inanacağım ağam! . . »
Sayfa: 362-363
 
KAYNAK:
Fakir BAYKURT, “Kaplumbağalar”, Remzi Kitabevi Yayınları, 4.Baskı, İstanbul, 1975.
 
/Çetin KOŞAR
4 Ekim 2020
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder