Geçen gün abim aradı. Köyden
geliyormuş. "Aşşa in, arabada sana ait bir çuval var, teslim edeyim"
dedi.
Çuval deyince aklıma ilk
etapta "un çuvalı" geldi. Merdivenlerden aşağı seyirterek indim. Bir
de ne göreyim, bizim çuval un çuvalı değil elma çuvalıymış. Sevincim bir kat
daha arttı. Doğup büyüdüğüm toprakların meyvesi ayağıma gelmişti. (Abim
sağolsun)
Malum covid günlerindeyiz,
kısa bir hoşbeş, minnet, mihnet ve teşekkür dileklerimin ardından vedalaşıp,
elma çuvalını omuzladığım gibi bu defa merdivenlerden uçarak çıktım eve.
Nedense elmayı, özellikle
doğal yetişen elmayı çok severim. Üç gündür, akşam iş dönüşü çuvaldaki
elmalarla hasbihal edip duruyorum. (Bu arada çuvalı yarıladım, affınıza
sığınarak söyleyeyim.)
ANAMIN ELMASI
O elmanın fidanını rahmetli
babam dikmişti. Meraklıydı çeşit çeşit meyve fidanı alıp dikmeye. Değirmen
yanında, çay kenarındaki bahçesinde şeftaliden armuta, eriğe, cins cins ziraat
elmalarından fındığa, incire kadar envai türde meyveliği vardı. Bir de tarla
kenarında bir "cörtük" ağacımız vardı. (Hepsini sel aldı. Şimdi bahçe
bile kalmadı.)
Bu elma ağacını da rahmetli
anacığım için diktiğini söylerdi; "anaaz hasta, şekeri var diyabetli, ona
tatlı olmayan bu elma "meyhoş / mayfoş" iyi gelir diye düşünmüştüm.”
demişti.
Anacığım ne kadar
yararlanabildi bilmiyorum ama mübarek ağaç, babamın öldüğü sene öyle bir
meyveye durmuştu ki, üstteki dallar meyveleri çekememiş, hep yarılıp
kırılmıştı. O yıl, cenaze merasimine katılan eş-dost ve akraba-i taallukat da
dahil olmak üzere toplaya toplaya bitirememiş hatta kışın gittiğimizde dalda
kalan meyveler dibine dökülmesine rağmen çalı ve otların arasında sapa sağlam
ve dibdiri duruyorlardı. Tabi onları da toplayıp, çuvallara doldurup
yararlanmıştık.
MEYVELİK
Köyde "meyvelik"
diye adlandırılan alanlarımız vardı eskiden. Meyve ağaçları tarla kenarlarına
da dikilse de meyvelik dediğimiz bu yerler genellikle evlerin etrafında olurdu.
Makineleştikçe, taksi ve tarım aracı traktörlere yer açmak için tek tek kesildi
bu koca koca ağaçlar; erikler, dutlar, ayvalar, armutlar... Evler dımdızlak ortada
kaldı.
Eskiden köyümüzdeki meyve
ağaçları "kocaman kocaman" olurdu. Baharda açan kırmızı-beyaz
çiçekleri rüzgarda dökülürken içimizde, sanki "kar yağıyor" intibaı
uyanıyordu. Şimdi bodur ağaçlar moda oldu. Eski koca ağaçlar ya kendiliğinden yıkıldı
ya da kesilip odun yapıldı, "zopa"larda yakıldı.
Çiçekler meyveye döndüğündeyse
ikinci bir şölen başlardı. Hastalıklı, kurtlu ham meyveler "patır
patır" kendiliğinden dibine dökülürken çıkardıkları sesler içimizi
gıdıklardı. Bu "döküntü"ler hayvanların nasibiydi. Sürekli değil de
yaylımdan dönen hayvanlar kısa süreliğine meyveliğe salınır, kendilerine meyve
ziyafeti çekerlerdi. (Gerçi, ağız yapısı elmaları ısırmaya müsait olmayan
zavallıcıklar buna rağmen ağızları "salya köpük" içinde kalsa da yine
onları büyük bir iştahla yemeye çalışırlardı.
Ha, bu arada biz çocuklar için
de oyuncak malzemesi idi bu ham meyvelerin iriceleri. Oyuncak arabaları
yapardık, iki tekerli, dört tekerli, direksiyonlu direksiyonsuz…
HASAT BAYRAMI
Güz gelip meyveler
olgunlaştığında da bizim hasat bayramımız başlardı. Bir ağaçtan 4-5 çit elma
toplar, öküz arabasıyla evin yanına taşırdık. Çeşitli türdeki tüm elmalar
toplanıp harman edildikten sonra ev yanlarında bir hafta on gün, geceli
gündüzlü sürecek bir faaliyet, "begmez etme günneri" başlardı.
Oluklarda elma döverken çıkan "donk donk tok" sesleri tüm köye
yayılırken herenilerde pişirilen
komposto tadında elmalar ve tavalarda kaynayan pekmez kokuları tüm köyü sarardı.
Oluklarda dövülüp ezilerek
kazanlarda pişirilip, işkenceden geçirilip, "telis çuval"larla suyu
süzülüp, tavalarda kaynatılarak "nardek" dediğimiz pekmez elde
edilirdi. Şimdi ki gibi fındık kreması yokken biz bu pekmezi "patıl"
ekmeğinin üzerine sürüp sürüp yer, yer yer sürerdik. Değişik türdeki elmaların
oluşturduğu bu yöresel lezzetin tarifi mümkün değildi.
TUTALIK
Elma ağacı "silkelenip
tokunma" dan önce "tutalık" toplama işi olurdu. Büyükçe bir
sepetle ağaca çıkılır, yeni filiz dal uçlarındaki iri, sağlıklı, olgun ve
düzgün elmalar, ezilip çizilmeden nazikçe elle toplanır yine sarsmadan
çarpmadan yere indirilip eve taşınır, sandıklarda, karyola altlarında ya da
tavan arasında saklanır, kış günlerinde yenmek üzere ayrılırdı. Tutarak
topladığımızdan ya da yemeyip, saklayıp tuttuğumuzdan olsa gerek, biz buna
"tutalık" derdik. Bazen 3-5 elma bir arada dalıyla birlikte toplanır,
oda içinde tavana asılır, belli bir süre süs olarak orada tutulurdu.
Tutalıklar toplandıktan sonra
sıra geri kalanları silkeleyip yere düşürmek, düşmeyenleri de uzun bir sopa /
cerek ile tokurduk.
NİNEMİN ELLERİ
Daha ziyade yetişkinlerin
vazife aldığı bu pekmez günlerinde yaşlılar da boş durmaz bu hummalı geçen
günlerde onlar da "gücü guvatı" ölçüsünde bir takım işlerin ucundan
tutarlardı.
Şimdi ben evdeki bir çuval
elmayı neredeyse tek başıma "öğütürken" düşünüyorum da, eğer bu elma
ninemin elinde olsaydı o bu bir çuval dolusu elmayı n'apardı? Elbette benim
gibi oturup hepsini yemeye kalkmazdı. O'nun pamuk elleri bu elmalardan neler
neler yapmazdı ki, bugün için yarın için, say say bitmez.
Meyveler olgunlaşıp dökülmeye
başlamasıyla nineceğizim hiç boş durmaz, "eteklik"ine topladığı bu
"döküntü"leri doğrar, "güzine"nin gözünde börttürür /
haşlar, meşe odunu külüyle karıştırıp güneşe serer, "günnetir," kışa
hazırlık olarak kurutur, "hoşaf gurusu" yapardı. (Dilimlenip, sadece
çekirdek kısımları ayıklanan bu elma kurularını kış günü hoşaf olarak
tüketirdik. Tabi bu sadece elma değil erik, ayva, armut, kızılcık vb.
meyvelerden karışık olurdu.)
Tüm bu işlemler yapılırken bu
meyvelerin zerresi dahi israf / ziyan edilmez, çöpe atılmaz, hayvan yemi olarak
değerlendirilirdi.
DÜŞÜNÜYORUM DA!...
Ana, baba, nine, dede... Hepsi
faniydi, bu dünyadan geçtiler gittiler, hepsi fani olduklarını ispatladılar.
Geride bıraktıkları, evlad-ı iyali bizler, geriden geriden onları izlerken,
bize aktardıkları "köy bilgeliği"nin ne kadarına talip olduk? Onlara
teşekkür edebildik mi? Sadaka-i Cariye olarak bıraktıkları bunca güzelliklere
ilaveten biz ne ürettik? Mesela, kaç meyve ağacı diktik? Rabbimizin bize bahşettiği onca nimetin
kadrini ve kıymetini ne kadar bildik?
Babamın ağacını diktiği,
abimin toplayıp bana getirdiği elmaları yerken bunları düşündüm, iyi mi?
/Çetin KOŞAR
19.11.2020
YORUMLAR
Resül YILMAZ Yazıyor…
Ağaç dikmek , dikilen ağacı
koruyup kollamak geleceğe yatırım yapmak sizce karlı bir yatırım mıdır?
Düşünsenize bir fidan
ekiyorsun meyve vermesi aşağı yukarı 5 sene veya daha az daha çok. Öyle bir
yatırım yapıyorsun ki sana çok bir faydası yok ama çocuğun çoluğun yer, yoldan
geçen biri sebeplenir veya binlerce kilometrelik diyarlardan gelen bir kuş
dalına yuva yapar veya meyvesini yiyip açlığını giderir. Veya o ağacı dikip
kollayan besleyen kişi veya kişiler bu dünyayı terki diyar eylese bile sevap
kazanmaya devam eder ve âmel defteri hep açık kalır. Fidan dikmek geleceğe
yatırımdır. İnsanın ve insanlığın devamının teminatıdır. Bilhassa Osmanlı ve Müslüman
geleneği meyve veren ağaç ev önlerine bol bol ekilmiş. Bir dikili ağacı olması
sözü şanlı milletimizin güzel bir sözü ve göz hakkı tabiri ile de herkesin alıp
yemesinde bir beis görmemiştir. Ecdadımıza Ve tüm ölmüşlerimize Alemlerin Rabbi
olan Allah(cc)’tan rahmet dilerim..