Fotoğraf: Erhan YILMAZ Arşivi.
Köyümüzün aydınlanmasına adanmış bir ömür nihayet son buldu. Akbulut Köyü ilkokulunun kurucu müdürü ve Öğretmenler Öğretmeni Sevgili Öğretmenimiz Mustafa Açıkgöz Hakk’ın Rahmetine kavuştu. Bir eğitimci olarak son dersini bizlere uygulamalı olarak verdi; “Her nefis ölümü tadacaktır.” Ayet-i Kerime’sinde ifade edildiği gibi “Dünyanın gelip geçici olduğunu” bizlere hatırlatarak aramızdan ayrıldı. O öğretmenlik mesleğini bundan sonra, yetiştirdiği binlerce öğrencisinin ve onların nesillerinin gönüllerinde bıraktığı güzel anılarla sürdürmeye devam edecektir.
O, ilim erbabıydı. İnsanlara ilim(hayat) öğreten bir âlim idi. Âlimler, Peygamber vârisi olduğuna göre ömrünü insanların eğitimine adamış biri olarak Sevgili öğretmenimiz Mustafa Açıkgöz’ün de mahşer günü Efendimiz (sav)’in sancağı gölgesinde olacağına inanıyorum. Allah(cc), O’ndan razı olsun.
Ayrılık elbette zordur. Ölüm ayrılığı aslında daha kolaydır. Çünkü, bir gün bizler de ölüp kavuşacağız. Dünyadaki ayrılıkların sona ereceği gün sayılı olsa da belirsizliklerle doludur. Buluşup buluşamayacağımız, kavuşup kavuşamayacağımız, birbirimizi bir daha dünya gözüyle görüp göremeyeceğimiz belli değil. Onun için bu ayrılıklar ölüm ayrılığından daha zordur. Rabbim bizi “ölümden beter ayrılık”lardan korusun.
Dünya yalan, ölüm gerçek olduğuna göre bizim korkumuz “ölümden beter ayrılık”lara düçar olmaktır. İnanıyor ve biliyoruz ki kıyamet günü Sur’a üfürüldüğünde ruz’i mahşerde toplanıp, hep bir araya geleceğiz. Kavuşma yerimiz ve zamanımız belli. Bu kesin ve garanti. Kesin olmayan ise o gün orada birbirimizi görünce kaçıp saklanacak yer arayıp aramayacağımızdır. Dünyada yaptığımız her şeyin ayan beyan ortada olacağı o gün, birbirimizin yüzüne korkusuzca bakabilecek miyiz? O an öyle bir andır ki “evlat annesinden, anne evladından kaçacak” diye buyrulmakradır. Hiç şüphesiz, Mustafa öğretmenimizin gözleri biz öğrencilerini arayacaktır. Tıpkı şairin “dünyanın bütün çiçeklerini, öğrencilerimi getirin bana” dediği gibi bizleri alnımız ak, başımız dik olarak karşısında görmek isteyecektir.
Yaşadığımız sürece, onun yüzünü kara çıkarmayacak işler yapmak zorundayız. Bugün üzerimize düşen, “vefa” borcumuzu vefatından sonra da ruhuna dualar ederek ödemeye çalışmak “boynumuz borcu”dur. Biliyoruz ki öğrencisinin öğretmenine edeceği dua sadaka-i cariyedendir. Sadaka-i Cariye, kişi ölse bile amel defterinin kapanmayıp sevap yazılmaya devam ettiği işlerdir.
Mevtaların son yolculuğu yani cenaze törenleri aynı zamanda bir vedalaşma törenleridir. Dünyada kalan eş-dost, hısım-akraba ve konu-komşular bu cemiyete iştirak ederek hem son görevlerini ifa ederler ve hem de imam efendinin nezaretinde ahiret yolcusuyla helalleşirler. Buna fırsatı olmayanlarsa gıyabında, gönülden bir niyaz ile haklarını helal eder. Ve, sadece mübarek gün ve gecelerde değil bunların dışındaki sair günlerde de Fatihalar, Yâsinler okuyarak ruhuna “hîbe ve hediye” ederler.
***
İlk kez 1967 yılının Eylül ayında tanıdık biz onu ve aradan geçen 54 yıl boyunca etrafa saçtığı ışığıyla köyümüzü, köylümüzü ve gönlümüzü aydınlatmayı sürdürdü. O'nun naçiz vücudu artık aramızda değil ama sevgiyle, saygıyla, minnet ve özlemle her Akbulut köylünün gönlünde yaşamaya devam edecek, ufuklarımızı aydınlatmayı sürdürecektir.
MUSTAFA AÇIKGÖZ İLKOKULU
Mustafa Açıkgöz adının unutulmaması ve yaşatılması için yapılacak ilk işimiz kurucu müdürü olduğu Akbulut İlkokulunun adını “Mustafa Açıkgöz İlkokulu” olarak değiştirmektir. Her ne kadar günümüzde okulumuz faaliyette değilse bile öğretmenimizin adının oraya yazılması onun hakkıdır.
İÇİMİZDEN BİRİ GİBİ
Çok sevilen ve sayılan insanlar için söylenen o meşhur "İçimizden Biri - Bizden Biri" ifadesini Mustafa Açıkgöz öğretmenimiz için kullanamıyorum çünkü O, bu ifadenin fevkinde bir konuma sahipti. Evet sonuçta o içimizden biri oldu. Bir eğitimci olarak köye geldiğinde "salla başını, al maaşını" ifadesinde olduğu gibi davranmayıp devletin bir memuru olarak aramıza katılıp sadece "içimizden biri" olmak yerine O, kutsal öğretmenlik mesleğinin bilinciyle hareket ederek bizi hep "kendinden biri" yapmak için çabaladı durdu. Çünkü görevi buydu.
KÖYÜMÜZ AÇIKGÖZ AİLESİNE MİNNETTARDIR.
Tabi bu görevini yerine getirirken yanında eşi Zeliha annemiz ve çocukları Yücel, Emel, Ümit , Nevin ve Dilek kardeşlerimiz vardı. Her biri, dört bir koldan köyümüzün makus talihini yenip ilerlemesi için katkı vermişlerdir. Tamam, mesleğimiz icabı bizim evlerimiz “tezek” kokar, üstümüz başımız hep kir-pas içinde olurdu ama öğretmenimizin yuvasına yaklaştığımızda burnumuz temizlik kokusu alır bu da annelerimizi özendirir, “öğretmenin garısı şöyle yapıyor, böyle ediyor” diye duyduklarını gördüklerini birbirlerine salık verirlerdi. Gerek öğrenciler aracılığıyla ve gerekse ev ziyaretlerinde edinilen bu bilgilerin dikkate alınması Zeliha annemizi de bir öğretmen gibi görmeleri, ev ve üst-baş temizliğinde onu örnek almalarıydı. Daha başka, mesela bizim emsalimiz Yücel kardeşimizin temiz giyimi, nazik davranışı ve efendi tavrı bizi etkiler biz de onun gibi olmak için gayret gösterirdik.
HEM ÖĞRETMEN, HEM DOKTOR, HEM ECZACI
İlkokul öğrencilerinin kabusudur iğneciler. Malum sağlıklı bir nesil için bu çağlarda olmamız gereken çeşitli aşılar vardır. Bu yüzden aşılama için okula gelen sağlık ekibini atlatmak için bin bir dümen kurar, kaçma yolları arardık. Akbulut Köyün'de Meslekler yazı dizimizde de belirttiğimiz gibi öğretmenimiz de bir "iğneci"idi. Torunu Eda Hanım hatırlattı bir yazısında "Köydekiler " bu köyün hem öğretmeni, hem doktoruydu" diyor. Gerçekten bu konuda da donanımlı biriydi. Sağlık sorunu olanlar bir aile hekimiymiş gibi O'na danışır, onun yönlendirmesiyle ihmal etmez tedavisi için doktora giderdi. Hatırlıyorum da köyde sağlık sorunu olanlar arttığında ilçeden doktor ve hemşire çağırır, ayakta tedavi olacaklar okulun yanına çağrılır, gelemeyecek olanlara bizzat evinde tedavi uygulanırdı. Kim olduğunu şimdi hatırlayamıyorum ama elini kesen bıçak yarası yüzünden kolu dirseğine kadar şişmiş bir kadın gelmiş, caminin merdiveninde ağlıyordu. Hemşire de hem pansuman yapıyor, hem de onu teselli ediyordu.
Müdür odasında bir ecza dolabı vardı. İçinde tentürdiyot, pamuk, sargı bezleri gibi pansuman gereçleri, çeşitli merhemler ve basit ağrı kesiciler bulundurur. Kaza durumlarında bir doktor gibi koşar gerekli müdahalede bulunurdu. Hiç bir karşılık beklemeden köylünün dertlerine de derman olmak için çabalayan çok değerli bir insandı.
EĞİTİM ORDUSU KOMUTANI
Mustafa Öğretmenimiz, hep düşünerek hareket eder, doğru bildiğinden asla taviz vermez, gerekirse bedenini ortaya koyardı. Bu yönüyle bir öğretmenden öte omuzlarında dünyanın sorumluluklarını taşıyan bir komutan gibiydi.
O komutan ki aynı zamanda hem bir öğretmen hem bir eş ve hem de bir baba idi. Doğduğu topraklardan uzak bu gurbet elinde eşi ve çocuklarıyla birlikte yaşamak elbette kolay bir şey değildi. Şehre gidilecek yol yok, vasıta yok. Yayan gitmeye kalksa diz boyu çamur ve çökeklerden bezerken insan O buna boyun eğmiş, bir an önce tayinini aldırıp rahat edebileceği başka yerlere gitmek yerine köyün zorlu hayat koşullarına karşı yaşamak ve yaşatmak için direnmiştir. Muhtar ve imam ile birlikte “Köy İhtiyar Heyeti”nin doğal bir üyesi olarak köyümüzün kalkınması ve gelişmesi için gereken çabayı göstermiş; yerine göre akıl danışılmış yerine göre önerileri kaale alınarak öğretmenlik mesleğinin dışındaki konularda da kendisinden yararlanılmıştır. Köyümüzün o yıllardaki hal-i pür melalini burada anlatmama gerek yoktur zannederim. Kendisine kıt kanaat yetecek kadar üretimle ziraat ve hayvancılıkla uğraşan köylü fakirlikten üst-baş almaya para bulamaz yama üstüne yama yaparak yaşardı. Süverlik nedir? şimdi kaçımız biliyor. Bir giydiğini bir daha giymeyenlere anlatmak mümkün mü? bunu. Bir öğretmen olarak okulda öğrencilerine hayatı öğretirken, giyim kuşamından, oturup kalkmasına; çevresiyle ilgilenmesinden güzel konuşmasına kadar köylüye de “rol-model” olmuştur.
İlk Ders: İYİ KOMŞULUK İLİŞKİLERİ
Yaşadığı çevrenin dışına çıkıp başka bir toplum içine giren bir insanın yaşadığı yalnızlığı ve çektiği sıkıntıları anlatmak mümkün değil, bunu ancak yaşayanlar bilir. Burada “komşuluk” kavramı çıkıyor karşımıza. O komşuluk ki neredeyse birbirine yabancı iki ailenin akrabaymış gibi birbirinin “vârisi” olabilecek ilişkiler bütünüdür. Mustafa Öğretmenimiz belki de bize ilk önce bu konuyu öğretmişti. İyi komşuluk ilişkileri. Bırak yabancı biriyle iyi geçinmeyi birbirine komşu kardeşler bile kavgalı-dargın yaşarken O, bu hususa dikkat etmiş, komşularıyla kurduğu iyi komşuluk ilişkisiyle köyümüze örnek teşkil etmişti. Hep “komşu” diye hitap ettiği komşusu Celalin Kemal’den bahsetmeden olmaz. Mustafa öğretmenimizin o zor günlerinde her konuda yanında ve yardımcısı olan Kemal Yılmaz’dan eşinden ve çocuklarından Yüce Mevlam razı olsun. (Âmin.) Bu nasıl bir komşuluk bağıdır ki Mustafa öğretmenimizin çocukları bugün bile bu komşularından Kemal Dedemiz diye bahsetmektedirler.
İLKOKUL MU, ENSTİTÜ MÜ?
Akbulut İlkokulu açılmadan evvel öğrenciler okul için Gelemet Köyüne, ondan önce de Gökçeboğaz köyüne giderdi. Gelemet, Sordanköy, Karanlıkdere, Çetirlik ve Sarımsak Kışlakonak Köyü adı altında tek bir köy yapılır. Merkez köy olarak ilkokul Gelemet’e açılınca Sordanköy, Karanlıkdere, Çetirlik ve Sarımsak köylü öğrenciler bu defa Gelemet’e gitmeye başlarlar. 1967 yılına gelindiğinde Kışlakonak Köyü’nün ikinci mahallesi olarak Akbulut adıyla tanzim edilen (1996 yılında muhtarlık olan) köyümüze Akbulut İlkokulu açılır ve Sordanköy, Karanlıkdere, Çetirlik ve Sarımsak köylü öğrenciler burada okumaya başlarlar. Bu arada, köyümüze Cami ve okul yaptırmak için çalışan merhum Ali Rıza BAKİOĞLU’nu ve Caminin ihyası için çalışan merhum Hacı Habib MERAL’i de rahmetle analım. Allah(cc), her ikisinden de razı olsun.
OKULA GİDELİM, OKULA GİDELİM
OKULA GİDİP, OKULA GİDİP N'APALIM
Tarım ve hayvancılıkla uğraşan köylü için o gün okulun bir önemi yoktur. Hatta, işgücü kaybı olarak köylüye zarar bile vermektir. Çocuğunu okula göndermek istemeyen velilerin itirazı meşhurdur; ”Amaan be örtmen bey, okuyup da Gaymakam mı? olacak.” Köylü kaymakamların uzaydan geldiğine inanıyor olmalı ki adam olmak için okumanın lüzumlu olduğuna da inanmıyordu. Bu yanlış inancı kırmak zordur ama öğretmenimiz bunu da başarmıştı. Herkes tatildeyken o Ağustos ayında köye gelir, öğrenci kayıt dosyasını alır koltuğunun altına ve bütün köyleri (Sordanköy, Karanlıkdere, Çetirlik ve Sarımsak) ev ev ziyaret eder, okul çağına gelmiş olanları bizzat yerinde tespit eder ve kaydını yapardı. Gerek askerliğini geciktirmek için ve gerekse geç kayıt yaptırdığı için küçük yazdırılan ya da ölen kardeşinin kimliği verildiği için büyük görünenler için bir orta yol bulurdu.
Tüm çabalara, resmî uyarı ve ceza tehditlerine rağmen ekim ve hasat nedeni ile köy yerinde okullarda eğitim-öğretim tam teşekküllü olarak bir ay geç başlar ve bir ay erken biterdi. Sair zamanlarda sık sık izin alınarak çocuklar tarla işlerinde çalıştırılır, öyle zamanlar olur idi ki evden tarlaya, tarladan okula gider; akşam olunca da okuldan tarlaya ve tarladan eve dönerdik. Bu nedenle isterdik ki Cumartesi-Pazar hatta yaz tatilleri hiç olmasın, böylece köy işlerinden yırtalım!..
Kız çocuklarının okula gönderilmemesi ayrı bir sıkıntı idi. Bir müdür olarak disiplinli tavrıyla köylü üzerinde kurduğu güven sayesinde, kavgasız gürültüsüz bir şekilde tüm bu zorlukları sabırla çalışıp teker teker aşmasını bilmişti. Mezun ettiği öğrencilerinin ortaokul ve liselere gidebilmesi için hatta parasız yatılı okulları kazansınlar diye ilçeye götürür sınavlara sokardı. Gözlerinde ışık gördüğü öğrencileriyle özel olarak ilgilendi. Sarımsak’tan Neriman ÇELENK öğretmenimiz bunlardan ilkiydi.
Öğretmen dediğin okulda öğrencileri eğitir öğretir. Ama bizim öğretmenimiz bununla yetinmez okulun fiziki yapısı ve çevre düzenlemesiyle de uğraşır, projeler geliştirirdi. Bunlardan ilki Kayışyeri’nden sökülüp getirilen ve yol kenarına dikilen çam ağaçları olmuştu. Okula geç başladıkları için zaten koca koca adamlar olan öğrencileriyle birlikte kendisinin de bizzat çalışarak yaptığı bu hizmeti bugün köy meydanına ayrı bir güzellik katmıştır. Daha sonraki yıllarda okulun bahçe sınırları boyunca diktirdiği kavak ağaçları büyüyünce kesilip satılmış köye irad kaydedilmişti. Dere kenarlarındaki klasik kavak ağaçlarından başka kavak bilmeyen köydeki birçok aile de bu örneklemden yola çıkarak sulak arazilerine kavak fidanı dikerek tütüncülük dışında da çeşitli gelirler elde etme yolları bulmuştu
İşte bu yönüyle Mustafa Açıkgöz öğretmenimiz bir yerde “uygulamalı eğitimle” köyümüzün gelişimine katkıda bulunmaktaydı.
KÖY ÖĞRETMENLERİ
Köyümüz tarihi geçmişiyle Alaçam ilçesinin nadir köylerinden birisidir. Bir dağ köyü olmasına rağmen köye atanan güzide öğretmenleri sayesinde kendini kısa sürede toparlayıp dünyaya açılmıştır. Akbulut İlkokulu ilk açıldığında kurulan düzen sayesinde bizler gerçekten çok kaliteli bir eğitim aldık. Bizlerin okuyup adam olması için tabiri caizse “dişini tırnağına takıp” çalışan bir öğretmenler kadromuz vardı. Burada sevgili öğretmenimiz Mustafa Açıkgöz’ü yâd ederken onun kadrosunda yer alan ekip arkadaşları diğer öğretmenlerimizi de anmadan geçmek olmaz.
Ülkemizin çeşitli bölgelerinden gelen öğretmenlerimiz vardı. İkinci sınıf öğretmenim Yusuf Bey Kars ilimizden, Resul Güneytepe öğretmenimiz Ordu ilimizden gelmişlerdi. Sacit ve Yusuf öğretmenlerimiz kısa sürede ayrılmışlar fakat onlardan sonra gelen Alaçamlı öğretmenlerimiz Ahmet Fazıl Aksoy, Mehmet OYAR, Sezai GÜNER ve köylümüz merhum Fevzi ŞEN öğretmenlerimiz ile oluşturduğu kadrosu adeta “Mahşerin Beş Atlısı” gibi köyümüzde bir devrim gerçekleştirmişlerdir. Tekin Çelenk kardeşimizin vurguladığı gibi “her birinin on parmağında on marifet” olan bu kadronun hakkı ödenmez. Ülkenin düşünür ve siyasetçileri köylülüğü öldürmenin derdindeyken onlar hep birlikte köylerimizi nasıl ayağa kaldırırızın hesabını yapıyorlardı.
Ayrıca belirteyim ki, Mustafa öğretmenimizden bayrağı devralan Şahinde ve Sami ASAN öğretmenlerimiz de 11 yıl kesintisiz bir süreç ile bu hizmeti sürdürmüşlerdir. Adını zikredemediğim diğer öğretmenlerimizle birlikte yaşayanlara sağlıklı ömürler, vefat edenlere de rahmetler dileriz. Allah(cc), hepsinden razı olsun.
***
Not: PİŞMANLIĞIM.(Affet Beni Öğretmenim)
Şu hayatta en çok sakındığım şey “verdiğim sözde duramamak” ve “geç kalmaktantır.” Ve korktuğum başıma geldi. Yıllar sonra Mustafa öğretmenimle köyümüzde karşılaşmıştık. O zaman kendisinden uzun soluklu bir röportaj yapma sözü almıştım. Araya giren corona illeti de dahil dünya meşgalesi beni verdiğim sözümden etti. Geç kaldım. Hem de çok geç. Özür dilerim öğretmenim. Tıpkı okulun camını kırdığımda o gün affettiğin gibi beni bugün de affet, hakkını helal et.
Nur içinde yat.
Mekanın cennet olsun.
(Âmin-e Yâ Muin.)
/Çetin KOŞAR
31.12.2021