Yoksa başlığı “Hüzün Bayramı” olarak mı değiştirseydim bilemiyorum ama küçüklüğümde gördüğüm ve her Kurban Bayramında gözümde canlanan bir rüyanın tesiriyle zihnimde oluşan fikirleri paylaşmak için zannederim en vurgulayıcı başlık böyle bir şey olmalıydı. “Bayramlar sevinç günleridir” nereden çıktı bu hüzün der gibi kaşlarınızı çattığınızı görüyorum ama Kurban bir başkadır. Hüzünlerin en sarısı O’nda yaşanmaktadır.
Kurban, Arapça bir kelime olup “akraba” kelimesinin de kendisinden türediği “Kurb” kelimesinden türemiş “Yakınlık” ifade eden bir kelimedir. Istilahi manada Kurban, “Yakınlaşma ve Allah’a yakın olma” anlamındadır. Cenab-ı Allah, Kur’an’da: “Sizin kestiğiniz kurbanların ne eti ne de kanı Allah’a ulaşmaz. Allah’a ulaşacak olan sadece sizin takvanızdır”(Hac, 37) buyuruyor.
Türk Dil Kurumu sözlüğünde ise Kurban mecazi anlamda “Bir ülkü uğruna feda edilen ya da kendisini feda eden kimse” olarak tanımlanmaktadır. Bir fikir vermesi bakımından diğer tanımlara da bir göz atmakta yarar var. “Dinin buyruğunu veya bir adağı yerine getirmek için kesilen hayvan.” “Halk ağzında İçtenliği belirten bir seslenme sözü.” “Maddi ve manevi bakımdan felakete sürüklenmiş, insani değerlerini yitirmek zorunda kalmış veya bırakılmış kimse” birer kurbandır. Öte yandan deyimlerimiz de vardır. Kurban olmak; “Bir kimse veya bir şey için kendini feda etmek.” (birinin veya bir şeyin)Kurbanı olmak; “Uğruna ızdırap veya büyük üzüntü, sıkıntı çekmek, zarara girmek, ölmek.” Kurban gitmek; “Suçsuz yere ölmek, zarara uğramak.” Kurban vermek; “Can kaybına uğramak” Son olarak bir de Komplo kurbanı ;”Kendisine komplo kurulan veya komploya uğrayan kimse.”
Hani derler ya “Hz. İsmail için gökten o kınalı kuzu inmeseydi Tanrıya evlatlar kurban edilecekti.” Söylenmesi bile ne kadar korkunç değil mi? İşin aslı elbette öyle değildi ama okuma yazma kültüründen yoksun toplumlarda görülen kulaktan kulağa aktarılarak gelen “geleneksel inanç” ile her türlü hurafeyi imanın bir parçasıymış gibi lanse etmek ve kitlelere kabul ettirmek çok kolay olmaktadır. İşte küçüklüğümde duyduğum bu “kötü tasvir” benim de içime bir korku düşürmüş olmalı ki bir gece rüyamda kurban edilme sırası bana geldiğini görüyorum. Sünnet çocuğu gibi kaçıp kurtulmanın mümkünatı yok. Rüya bu ya! Başta o günkü köy muhtarımız merhum Ali Rıza Bakioğlu ve İmam ile köyün ileri gelenleri kapımıza dayanmışlar. (Anti parantez olarak belirteyim, eskiden köy muhtarından korkmayan taş kesilmese de muhtar o kişinin bir yanlışını yakaladığında gözünün yaşına bakmazdı. Eğer köyümüzde taş üstüne taş konulduysa bu, uyulan disiplin sayesinde olmuştur.) Babama “Haydi Salih, sıra senin kurbanında” derken ellerindeki sini ve tepsilerde kalp ve ciğer gibi hayvan sakatatlarını görünce acaba bu yıl köyde benden başka hangi çocukların kurban edildiği merakıyla ve büyük bir teslimiyetle aralarına karışıyordum. Şimdi düşünüyorum da o gün o rüyadan belki uyanarak “sanal kurban” olarak kesilmekten kurtulmuştum ama gerçek hayatta kim kelimenin tam manasıyla “kurban olmak”tan kurtulabildi ki?
İnsanlar başta Allah’a kurban olurlar. Bunun için gözlerini budaktan sakınmazlar. En çok da analar evlatlarına kurban olurlar. Kurban her ne kadar hüzünlü olsa da aslında temeli sevgiye dayandığında hüznü bir kenara bırakmakta, sevginin gereği olan kendini feda etmek, bunun için emek vermek ve bu sevgiye râm olmaktadır. Elbette hiç kimse suçsuz yere “kurban” olmayı asla kabul etmez. Bu ayrı konu.
Gelelim bir tarım toplumu olan köyümüze özel Kurban Bayramı hüzünlerine… Her şeyden evvel kapıda yetiştirilen hayvanın kurban edilmesi ya da satılması durumunda bir evladımız gibi kendi ellerimizle büyüttüğümüz hayvandan ayrılmanın yaşattığı ayrılık acısının verdiği hüznü ifade etmek çok zordur. Ancak onu çeken bilir. Bu konuda sorumluluk gereği belki babalar biraz katı davranış içinde olabilirler ama anne ve çocukların bu ayrılığa pek bir hüzünlendiklerini, gözlemlerim ve yaşanmış anlarımdan dolayı çok iyi bilirim. Bunlardan birisi kendi elleriyle büyüttüğü hayvanın kurban etini yiyemeyen bazı analarımızdır.
Yaz kış fark etmez, genellikle bayramlarımız hep yağışlı geçer. Yerler kar ve çamur deryasına döner. Bu nedenle eskiler “Kurbanın gözü yaşlıdır” derler. Bu yaş ne yaşıdır? Hayvanın duygu dünyasını bilemeyiz ama onu keserken gözlerini bağlayarak bu yaşları görmezden gelemeyiz. Her ne kadar bizim gibi olmasalar da onların canının da can olduğuna göre üzülen taraflardan birisi de bu hayvancıklar olmaktadır. Biz insanların mezarı öldükten hemen sonra kazılırken onların kanlarının akıtılacağı mezarları ölmeden kazılmaz mı? Tabi onların üzüntüsünün, yaratılış gereği görevlerini îfa etmenin bir tecellisi olduğu da ayrı bir konu.
Köy yerinde küçük yaştan itibaren her çağda çocukların kurban kesimini izlemeleri belki ilk bıçak vurulurken yasaklansa da derisini yüzme ve etlerini parçalayıp pay etme safhalarının her biri çocukların gözü önünde cereyan etmektedir. Ki bu sahneler özellikle seyrettirilir ki çocuk “ödlek”, “korkak” ve “çekingen” olmasın, “atılgan”, “girişken” ve “cesur” olsun. Tabiî ki her çocuğun psikolojisi özellikle bu iletişim çağında aynı olmamaktadır. 3-4 yaşlarındaki oğlum ile yine aynı yaşlardaki dayısının kızları, kar yağışlı bir kış gününde kurban kesişimizi köy evinin camından birlikte seyrettiklerinden sonra 3 yıl boyunca etyemez olmuş hatta pişmiş et kokusundan bile rahatsız olmuşken bize de kızlara maşallah çekmek düşmüştü.
Bu Kurban günlerinde üzülenlerin en cicisi hiç şüphesiz bu sâbiler olmaktadır. Kesilen hayvanlara üzüldükleri gibi bir de “pay” toplamak üzere yola koyulup da pay alamayıp üzülen çocukların durumu da beni çok üzerdi. Kurban kesilip pay edilmiş ve dağıtılmıştır. Kesim yerine geç ulaşan bu çocukların giderlerken boyunları hep bükük, gözleri arkada kalır. Bu hüznü fark eden kurban sahibi onları çağırır elindekinden pay vererek onları bayrama yolcu ederlerdi.
Kurbana Hüznün Bayramı dedik. Kurban niçin hüzündür? Çünkü hüznü içinde barındırır. Eşimizle dostumuzla neşe ve sevinç içinde nice Bayramlar yaşadık bunu inkâr etmek mümkün değil elbette. Bununla birlikte eski bayramları birlikte kutladığımız kaç kişi bugün aramızda. Ahrete intikal edenlerimiz dışında kopan aile bağları ya da tütmeyen ocaklar yüzünden çalınmayan kapılar. Bayramların genel manzarası inceden inceye bakıldığında zaten hep böyledir ama kurban bayramına has hüzünlerle birleşince insanın şöyle bir arkasına yaslanası, gözlerini kapatıp “kimler geldi kimler geçti bu dünyadan” diyesi geliyor. Nice canlar verdik değil mi?
Tarihte Kurban olayı karşımıza ilk önce Adem (as)’in oğulları Habil ile Kabil olayında ortaya çıkar. Kabil, Âdem ve Havva'nın ilk oğlu, Habil ise ikinci oğludur. Kabil'in, kardeşi Habil'i Allah’a sunduğu kurban yüzünden öldürdüğünü biliyoruz. Sebebi ise, Habil'in adağı sürüsünün ilk doğan kuzularından ve en besililerinden olduğu halde, Kabil'in adağı meyve ve tahıl olup üstelik de özenle seçilip hazırlanmamış olmasıydı. Alın işte size ilk hüzün. Bir kurban uğruna, kıskançlığına kardeşini kurban eden bir âbi. Bir diğer ifade ile kardeş katili…
İslamiyet’teki kurban kültürünün ilk başlangıcını da Hz. İbrahim (as)’da görüyoruz. Hazret-i İbrahim (as) bir Peygamberdir ve İslâmiyet’in ilk kurucusudur. Yani “çok tanrı” inancını terk ederek, “tek tanrı” düşüncesini ilk kabul eden ve “Semavî Dinin” ilk temsilcisi olma şerefine sahip bir Peygamberimizdir. Olay şöyledir; Hz. İbrahim’in çocuğu olmamaktadır. Allah’a yalvarıp kendisine bir erkek çocuk vermesini ve onu Rabbine kurban edeceğine söz verir. Kur’an-ı Kerim’in Saffat suresi, 100’den 113’üncü ayete kadar olay şöyle anlatılır;
[100- "Ey Rabbim! Bana salihlerden (bir oğul) ihsan et!" , 101- Biz de kendisine yumuşak huylu bir oğul müjdeledik. 102- Oğlu, yanında koşacak çağa gelince: "Ey oğlum! Ben seni rüyamda boğazladığımı görüyorum. Artık bak, ne düşünürsün?" dedi. Çocuk da: "Babacığım sana ne emrediliyorsa yap, inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın" dedi. 103- Ne zaman ki ikisi de bu şekilde Allah'a teslim oldular, İbrahim oğlunu şakağı üzerine yatırdı. 104- Biz de ona şöyle seslendik: "Ey İbrahim! " 105- "Rüyana gerçekten sadakat gösterdin, şüphesiz ki, biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız." 106- "Şüphesiz ki bu apaçık bir imtihandı." (dedik) 107- Ve ona büyük bir kurbanlık fidye verdik. 108- Kendisine sonradan gelenler içinde iyi bir nâm bıraktık. 109- Selam olsun İbrahim'e... 110- İşte biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız. 111- Çünkü o bizim mümin kullarımızdandı. 112- Ona bir de salihlerden bir peygamber olmak üzere İshak'ı müjdeledik. 113- Hem ona hem İshak'a bereketler verdik. Her ikisinin neslinden de hem iyilik yapanlar var, hem de açıkça kendi nefsine zulmedenler var.“]
Yüz on ikinci ayetten öğrendiğimize göre Hz. İbrahim’in İsmail’den başka bir oğlu daha olmuştur. Elbette, kurban etmek için söz verdiği ilk oğlu Hz. İsmail (as) idi. 102. ayette belirtilen çağa geldiğinde yine olayın içinde ana, baba ve kardeşin de bulunduğu büyük hüzün yollara düşmüştü. Hz. İbrahim’in evladı yerine fidye olarak tüm mal varlığını ortaya koyması bu hüznün derinliğini ortaya koymaktaydı. Ameller niyete göre olduğuna göre Mevla Hz. İbrahim’in teslimiyetini görünce evladının yerine bir koç kurban etmesini yeterli bulmuştu. Yeri gelmişken belirtelim bu kurbanlık koçun o an gökten indirildiği veya cennetten geldiği şeklindeki rivâyetler gerçek değil sadece bir tahayyülden ibarettir.
Davet ehli Hıristiyan kardeşlerimizin inançlarına göre bir kurban olayı daha vardır ki o da “Hz. İsa (as)’nın çarmıha gerilerek öldürülmesi, adeta bütün insanlığın günahlarına bir kefaret olarak kendini feda etmesi” olarak algılanması olayı vardır ki bu da hüzünlerimizin bir diğeridir. Tabi İslam inancına göre Hz. İsa (as) çarmıha gerilerek öldürülmemiştir. O, Allah(cc) tarafından semavâta alınırken o günün azgın insanları İsa zannettikleri O’nun bir benzerini çarmıha gererek ilkel toplumların tanrılara insan kurban etme geleneğine katkıda bulunmuşlardı. Oysa dinimiz İslam, insanın kendi tutkularının kurbanı olduğunu açığa çıkararak bunu ilga edercesine, insanın kurban olarak feda edilemeyeceğini buyuruyordu. Ne yüce bir din…
Eski zamanların birinde bir gazetemiz “Bu seneki Hac mevsimi kurban bayramına denk geldi” şeklinde bir haber yapmıştı. Bilmem cehalet bilmem mizah olarak… Ama burada benim değinmek istediğim Hac farizasını yerine getirenlerin ve onların çevresindekilerin Hac mevsimi dolayısıyla yaşadıkları hüzündür. Bir bayram gününde burada kalanlarımız gidenlerin dönüş hasretiyle yanıp tutuşurlarken, o kutsal beldelere gidenlerin oralara vasıl olmanın dayanılmaz, deruni duygularıyla yaşadıkları hüzünler. Bilindiği gibi dinimiz İslam, kurban olayını Hacc ibadeti içine yerleştirmek suretiyle, Haccın özünün Arafat (kendini bilme) ilkesi olduğunu hatırlatarak, kurbanla da yaklaşmanın önemini ve anlamını açığa çıkarmaktadır.
Vejetaryenleri saymazsak, sağlıklı beslenme için et ve et ürünlerini sofralarından hiç eksik etmedikleri halde Kurban Bayramında kesilen kurbanlıklar için çok üzülüp kahrolan o kadar vatan evladı insanımız vardır ki onların haklı üzüntülerine de “katılmadan” edemiyoruz.
Son bir genel hüzne de değinelim ki o da bağışlanan kurban derileriyle ilgili olarak yaşanan hüzünlerdir ki bu konuda kimler hüzünlenmez ki… Vatandaş derisini istediği yere bağışlar fakat oradaki derilere “devletin deri toplamaya yetkili organı(!)” el koyarak hem bağış yapanı hem de bağış alanı bir hüzün sarar ki sormayın gitsin. İnsanı hayır “yaptığına” da “yapacağına” da bin pişman etmiyorlar mı? Hele bir de bu ilgili organın el koyamadığı kurban derileri vardır ki buna da kaçırdıkları için kendileri çok üzülürler. Allah onlara da sabırlar versin.
Sonuç itibariyle Bayramlarımız bir neşe ve sevinç günleriyken her nedense Kurban Bayramları sevinçten çok hüznün dolu dolu yaşandığı bayramlardır. Türkülerimize bile konu olan bu hüzünlü bayramlarla ilgili pek içli, “aman” ile “anam” arasındaki farkı da irdeleyen, bir bayram türküsüyle sizlere veda edelim.
Geceler Yarim Oldu (Aman Aman Garibem)
Ağlamak Karim Oldu (Anam Anam Garibem)
Her Dertten Yıkılmazdım (Aman Aman Garibem)
Sebebim Zalim Oldu (Anam Anam Garibem)
Bayram Gelmiş Neyime (Aman Aman Garibem)
Kan Damlar Yüreğime (Anam Anam Garibem)
Yaralarım Sızlıyor (Aman Aman Garibem)
Doktor Benim Neyime (Anam Anam Garibem)
/Cemil Cankat
Bizleri böylesine mübarek günlere eriştiren Rabbimiz Cenab-ı Allah’a sonsuz hamd-ü senalar olsun. Milletimizin ve tüm İslam âleminin kurban bayramı kutlu olsun. Bu bayram, tüm dünyaya sevgi, kardeşlik ve barış getirsin. Bu dualarımız, kutsal topraklara varıp, orada el açıp yakaran hacılarımızın dualarına karışıp Hakk’ın katına ulaşır inşallah.
/Çetin KOŞAR
26 Kasım 2009
Diğer Kurban Bayramı Yazılarımız
Kurban Bayramı Anıları /Hicabi AY
Kevük / Çetin KOŞAR