Bu sene hacca gidemedim. Belki seneye.. Belki sonraki seneye. Belki de sonunda sineye kalacak haccımız. Senelere ertelediğimiz hacca, sinelerimizde erişebiliriz. Hacca gitmeyi sorun ettiğimiz kadar, hacca ermeyi de sorun etmeliyiz diye düşünüyorum.“Hacca ermek”ten muradım, hacca bizim adımıza gidenlerin gönlünde haccı yaşamaktır. Buralarda kalmak, oralara katılmaya mani olmamalı. Hacca gidememek, haccın anlamına girmeye bahane olmamalı.
Gidenler, biz kalanlar adına gitti. Tıpkı, nehrin denize ulaştığı yerdeki sular gibi şimdi gidenler. Nehrin en ucunda denize eriştiler. Biz akıntının gerisinde kaldık. Nehrin henüz denize uzak bölümünde gibiyiz. Denizden önce önümüzde dağlar vardır. Uçsuz bucaksız ovalar, koyu karanlık vadilere uğramamız gerekiyordur daha. Denize erişip deryaya karışan, deryalaşan diğer kardeşlerimize inat, kuru bir taşın dibinde dolanıyor, bir derenin kuytusunda oyalanıyor, kirli sarı, sıradan bir akıntının orta yerinde kıvranıyor olabiliriz.
Denize çok vardır daha.. Deniz çok uzaklardadır. Deryalaşmak ümidi, okyanusla kucaklaşma sevdası, yüreğimizde eriyip gidecek midir, o halde? Katran karası dünyeviliklerden kabenin karasında kristalleşen bembeyaz ins okyanusuna yol yok mudur?
Ama hayır! İçinde bulunduğumuz nehir hep denize, hep denize akıyor. Okyanusa giden bir akıntının suyunda çalkalanıyoruz hepimiz. Deryaya kavuşan kardeşlerimiz gibi deniz aşığı damlalarız hepimiz. Öyleyse uzaklık yok.
Denize akan her damla gibi biz de nehrin öte ucundaki kardeşlerimizin vuslatını yüreğimize indirmeliyiz. Yağmur gibi. Yüzü yere dönük göklüler olmalıyız. Olabiliriz. Yeter ki yakın olma telaşı kalbimizde solmasın kâbenin sevdası alnımızdan eksik olmasın.
Şimdi bir yüreğin odacığında nefeslenen, tazelenen, göklerin soluğunu kuşanan kan gibi hacı kardeşlerimiz. Tüm coğrafyaların merkezinde, ölü-diri tüm bedenlerin kalbinde, tüm zamanlardan süzülmüş o duru iklimde, tevhidin kara pıhtısında, Kâbe’de dolanıyorlar, dolaşıyorlar, dualaşıyorlar, koşuyorlar, kucaklaşıyorlar. Sonsuz bir helezonun kıvrımlarında yeniden ve yeniden insanlaşıyorlar, kaderleri yeniden yazılıyor, defterleri yeniden beyazlaşıyor. Herkes bir anda ve bir kanda buluşuyor.
Bugün arefe... Uzaklaşma günü. Yakın olma günü. Şimdi Kâbeden uzaklaşıyor müminler. Ebede doğru akıp duran ins selinin yeryüzünde kristalleştiği noktadan ters yüz olduğu, gaybe doğru yöneldiği ana denk gelir arafata çıkış. Mevlana’nın neyini dert dert delip inleten, İbrahim’in[as] kalbini kanatan, bütün zamanlarda arza doğru kanayan hem eski hem taze ayrılık yarasının iltiyama yüz tuttuğunu haber veren kan pıhtısından yani Kâbe’den kopma vaktidir artık. Ümmetin bir cenin gibi yeni baştan ihya, inşa ve insan edildiği Mekke’nin rahminden düşme vaktidir. Hem ayrılıktır hem vuslattır Arafat’a çıkış. Hem yakınlıktır hem uzaklıktır. Hem Kâbe’leyin kara sevda, hem Arafat’ın kucak kucak beyaz insanı kadar kavuşmadır.
Bugün dolanma günü değil. Hacılar dönmüyorlar. Vakfe’ye duruyorlar. Kâbenin temsil ettiği suretin verasına geçip aslın sevdasında duruluyor müminler. Arefe, gündüzlerin en uzunu, en güneşlisi, en aydınlığı, en çok yıldızlısı. Bir ömre değen gündür Arefe. Bir asra bedel gündür arefe. Asr’ın hüsranlıları burada teselli bulur. Şimdi muarefe vakti… Rable tanış olma ânı.
Şimdi katışma vaktidir. Alnımızın değdiği kıblede, yüreğimizin yöneldiği Kâbe’de, aklımızın çıktığı Arafat’da, hayalimizin uzanıp durduğu Vakfe ânında nehrin öte ucundaki insanlara katılabiliriz, katışabiliriz. Şimdi, ihramın içinde kıl koparamayacak denli emre bağlı ellere bağlanmalıyız. Kâbe karasını nuru eylemiş gözlerin dup duru yaşına, gaybe aşina bakışına katılabiliriz. Nehrin öte ucundaki adamların eliyle uzaklara yakın olabiliriz. Nehrin öte ucundaki adamların gözlerinden ebedî yakınlıklar devşirebiliriz.
Yarının kurbanını bugünün kurb ânıyla kesmeliyiz.
/Senai DEMİRCİ
Hac Yakınlığı Yazıları-1
25 Kasım 2009, 21:01
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder