29 Ekim 2009 Perşembe

Bir Buluşmanın Anatomisi




Niye yalan söyleyeyim, doğrusunu söylemek gerekirse ben bu buluşmalara doyamadım. İşin aslına bakarsak bir yıl heyecanla bekleyip de her şeyi bir güne sığdırmaya kalkmak doğrusu pek akıl kârı olmasa gerek. Bu mudur bizim obamızın geleneği; bir erimizi everirken üç gün üç gece düğün dernek kurarız, bir dini bayramımızı en az üç gün kutlarız da köyümüzde başlattığımız bir büyük buluşmayı ne edip eder, nasıl becerir de bir güne sığdırırız şaşıyorum doğrusu. Onun da yarısı yollarda geçer iyi mi? Yok, yok burada bir eksikliğimiz var. Tamam, eşi dostu çağırdığımız “Şenlik Günü” nü bir gün yapalım da aslında tek bir aile olan Akbulut köyü ailesinin hasret gidermesini ne olur gelin bir güne sığdırmaya kalkmayalım. Yoksa, buluşma buluşma olmaktan çıkıyor. Birilerinin bir araya gelip sonrada dağılıp gittiği bir toplantıya dönüşüyor. Nitekim bir şeyler yapmalı. Yoksa Allah korusun yakaladığımız bu fırsatın avuçlarımızdan zağıp(*) gitmesi işten bile değildir.

Akbulut Köyü olarak aslında “biz bir aileyiz”. Bu ailemiz o kadar geniş ki öte uçta bir yiğidimiz kara toprak olur da beri uçtakimizin bırak üç gün sonra duymasını belki de hiç haberi olmaz. Kopuşma bir başladı mı gerisi çorap söküğü gibi gelir alimallah. Elbette herkes çevresinden sorumludur. Bu hususta peygamber efendimizin iki sözünü hatırlamakta fayda var. Birisi ailemize karşı sorumluluklarımıza yapılan vurgu; “Hepiniz çobansınız. Hepiniz raiyetiniz altındakilerden mesulsünüz.” Diğeri de komşularımıza karşı olan sorumluluklarımıza yapılan vurgu olup; Hz Âişe (ra) Peygamber (sav)’den anlattığına göre, Peygamber (sav) şöyle dedi: “Cibril (as), devamlı olarak bana komşuyu tavsiye ediyordu, hatta zannettim ki, Cibril komşuyu (komşuya) varis kılacak” Şeklindedir. Bir diğer hadisi şerifte de Peygamber (sav) şöyle buyuruyor: “- Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse, komşusuna iyilik etsin Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse, misafirine ikram etsin Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse, hayır söylesin yahut sussun

Bu dediğimiz konuların köy hayatındaki önemi henüz gözler önünde tutulurken şehir hayatında koşturanlarımız için bir sorun olduğu ortadır. Şehirler medeniyet saçan merkezler olmaktan çıkmıştır. İslam’daki ilk medeni şehir “Medine” idi. Orada, konulan kurallar işler, Müslüman’ı, Yahudi’si ve Hıristiyan’ı bir arada huzur içinde yaşarlardı. Şimdi dünyamızda hangi şehrimiz güvenilir ve medenidir. İşte bu fırtınalı yaşamın kucağındaki köylülerin ve de köylülerimizin sığınabileceği güvenilir limanları “köyleri”dir. Ardımıza bakmadan terk edip gittiğimiz köylerimiz virane olmamalı. Ocaklar söndürülmemeli. Hanelerin bacaları tütmeli, tüttürülmeli ve böylece köylerimiz yaşatılmalı. Bunu yapacak olanlar da sadece köyde kalanlarımız değil köy dışında yaşayanlarımızdır. Zaten köyde kalanlarımızın da at oynatabileceği alanlar oldukça daraltılmıştır. Onlar da köyden kaçışın yollarını aramaya koyulmuşlardır. Bu nedenle, köyümüzün canına can katacak taze kan ancak köy dışında yaşayanlarımızdan gelebilir. Bu öyle korkulacak bir yük de değildir. Korkmamak lazım, cesur olmak lazımdır.

Peki bu köyümüzün canına can katacak “kan”ı nasıl temin edeceğiz. Ülkemizin dört bir yanına dağılmış köylülerimizden toplayacağımız bu kanı köyümüze nasıl kanalize edeceğiz. Öncelikle şunu bilelim ki hiç bir Akbulut Köylüsü, Akbulut köyü için istenen fedakârlıktan kaçınacağını aklımızın uçundan bile geçirmiyoruz. Yeter ki, yapılacak en ufak katkının yerine ulaşacağına bir diğer ifade ile “yetimin hakkının korunacağına” dair kendisine gerekli güvenceler verilsin.

Eskiden köylerimizde eğitim öğretim denen bir kavram var mıydı? Yoktu. Çatırdayan bir koca çınar gibi yıkılmakta olan cihan devletimiz için köylerimiz vergi, olmadı savaşacak asker deposu olmaktan başka bir şey değildi. O günün köylüleri bulabilirlerse az buçuk dini bilgisi olan cami hocalarından Allah, kitap ve peygamber’i öğrenirler, geri kalan hayatları toprak ve hayvanlarla geçerdi. Ama şimdi biz öyle miyiz? Çok şükür değiliz. Özellikle, 1967 yılında açılan Akbulut İlkokulu ve eşine ender rastlanır yoluna kurban olunası sevgili öğretmenimiz Mustafa AÇIKGÖZ ile köyümüzde başlayan “aydınlanma” dönemi köyümüzü bu günlere taşımıştır. Bu arada köyümüzün ilerlemesi ve kalkınması için gecesini gündüzüne katıp yılmadan çalışan diğer tüm öğretmenlerimizi minnetle anıyorum. Daha düne kadar köyde ilkokul mezunu bile bulmak mümkün değilken şimdi Üniversitelerimizin her branşından mezun olan insanımıza sahibiz. Onların sayesindedir ki askerlik görevinden başka öğretmen, doktor, mühendis, avukat, polis, belediye başkanı ve daha birçok meslek dalında yetişip devletine ve milletine hizmet eden insanlarımız yurdun dört bir yanında dağılmışlardır. Ayrıca özel teşebbüs olarak da bu ülkeye ticaret ve sanayi alanında hizmet edenlerimizi unutmamak gerekir. Onlar bizim gurur kaynaklarımızdır.

Eskiden köyümüzün “ileri gelenleri” nin sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Sözü dinlenir yaşlılarımız da birer ikişer terk-i diyar eyleyip gittiler. Her biri koca bir devlet olan bu şahsiyetlerimizin ardından omuzlarımız çökük kaldı. Ekonomik kaygılar köy nüfusunun demografik yapısını bozmuş olsa da tanzim edeceğimiz çeşitli etkinliklerle harsımızda/kültürümüzde var olan “yarından ümit kesmemek”, “hayata hep umutla bakmak” gibi bir gücümüz her zaman vardır. Her bir silkiniş bizi kendimize getirecek böylece, yalnız ve çaresiz olmadığımızı göreceğiz.

Aslında eskiye göre çok daha şanslı bir dönemde olduğumuz gerçeğini görmemiz gerekmektedir. Her ne kadar “Köy Bilgeliği”nin üstüne başka bir güç tanımasak da artık bizim için “köyün ileri gelenleri” bir adım öne çıkıp köy dışında kendine yaşam alanı bulma cesareti ve başarısını gösteren “gurbetteki köylülerimiz”dir. Silkelenmekten bitap düşmüş köyümüzün bir uçundan tutup kaldırılmasında onların yapacağı küçücük katkılar, tıpkı sele dönüşen yağmur damlaları gibi birikip, köyümüzün dirilişine büyük katkılar yapacaktır.

Allah’ın izniyle bu katkıları sağlayacak oluşumu gerçekleştirmek, bu alanda onlara gerekli güvenceleri vererek, bütün sorunlarını halletmiş, daha güzel ve müreffeh bir Akbulut Köyü meydana getirmek artık boynumuzun borcudur.

/Çetin KOŞAR
29 Ekim 2009



(*)Zağmak: Akıp/kaçıp gitmek. Gidişine engel olmak için girişimde dahi bulunamamak.

Bu kelimeyi eskiler daha ziyade tarlada, bayırda rastladıkları yılanın kaçışını ifade etmek için kullanırlardı. Yılan gözümüzün önünden bir anda akarak kaçıp gider. Bunun karşısında insanın yarı korku yarı telaştan eli ayağı tutulur, adeta dona kalır. Yılan kaçtı demezler de “yılan zağdı” derlerdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder