İktisat ilmi, “sonsuz ihtiyaçlarımızın kıt kaynaklarla nasıl karşılanabileceğini araştırmak ve bu ihtiyaçlar ile kıt kaynaklar arasında denge sağlamak” amacından doğmuştur. Ne, nasıl ve kim için üretilecek problemine çözüm arayışları, bir de buna eklenen psiko-sosyal belirsizlikler madde-insan ilişkilerini karmaşık bir hale sokmuştur.
“İhtiyaca göre üretim düşüncesi”, zamanla gelişen ve değişen hayat şartlarının anlamsız bir sonucu olarak tamamen tersine dönmüş ve “üretime göre ihtiyaç” halini almıştır. Tabiatta gün geçtikçe miktar olarak azalan fakat marjinal olarak artan kaynakların gücü ölçüsünde üretim ve bununla yetinme, idare etme düşüncesiyle doğması uygun görülen ihtiyaçların haklı ve gerçekçi ihtiyaçlar olduğu düşünülebilir. Ancak üretilen malın ihtiyaçları karşılama yeteneğine bakıldığında uygulamanın hiç de düşünüldüğü gibi haklı ve mantıklı bir gerekçeye dayanmadığı görülecektir.
Günümüzde bilim ve tekniğin ilerlemesiyle kat edilen mesafenin baş döndürücü bir hız kazandığı açık bir gerçektir. Teknolojinin sağladığı imkânlarla kıt kaynaklarımızın daha verimli kullanılmaya başlandığının bir göstergesi güzel neticeler bunun bir ifadesidir. Lâkin üretimin niteliğine göre çeşitlenen ve bollaşan tüketim alışkanlıkları insanı doyumsuzluğa itmekte, bunun sonucu olarak baş gösteren savurganlık, israf ve artıklardan kaynaklanan sosyal ve maddi çevre kirliliği, altından kalkılamayacak yeni ve köklü problemlerin kapılarını aralamaktadır.
Malın çeşitlenmesi ve bunun sonucu olarak ihtiyaçların çeşitlenmesi çoğalması dedik. Konuya açıklık getirmesi bakımından burada ihtiyaçları niteliklerine göre iki temel guruba ayırabiliriz. Bunlardan birincisi “zaruri ihtiyaçlar”; diğeri ise yapmacık, zevke dayalı “suni ihtiyaçlar”. Gelişmiş ekonomiler ve refah toplumları için bu ayırım şüphesiz hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Ancak olay gelişmekte olan ekonomiler açısından ele alındığında derinlemesine düşünmeyi gerektirmektedir.
Özde suni ihtiyaçların çoğaltılması amacına yönelik olarak geliştirilen pazarlama teknikleri, serbest ve rekabete dayalı gelişmiş ekonomiler için güzel bir olaydır şüphesiz. Olaya gelişmekte olan ülkeler yönünden bakıldığında çirkinliği bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmaktadır. Şöyle ki, ileri pazarlama teknikleriyle, reklâmlarla baskı altında tutulan dar gelirliler ister istemez kendilerini özentinin çarpık kucağında bulmaktadırlar. Özellikle kentleşme oranının son derece yoğunlaştığı çağımızda “özenti kaynaklı tüketim alışkanlıkları” reklâmların ters yöndeki çirkin baskısıyla gelişme yolundaki ekonomilere onulmaz darbeler vurmaktadır. Gayri âdil gelir dağılımının doğurduğu acı gerçek göz ardı edilerek pervasızca yapılan şümullü reklâmlar dar gelirliyi zenginle yarışa sokmakta; vadeli satışlarla desteklenen bu yarışın getirdiği zoraki talep artışları enflasyonun her türlüsünü peşinden sürüklemekte ve malum kısır döngü sürüp gitmektedir.
Bu açıdan “çağ atladık”, “aranılan her mal mevcut” gibi yalanlarla halkı oyalamanın milli ekonomilere hiçbir yararı yoktur.
/Çetin KOŞAR
01 Nisan 1988
Bayrak Gazetesi / İSTANBUL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder