IRIZA DAYININ
EŞŞEĞİNİN KUYRUĞU
Eskiden köy hayatı bir koşuşturmacaydı. İşlerin biri bitmeden diğeri başlardı. Öyle işler vardır ki o işi bitirmek için haftalar, aylar hatta bir yıl bile yetmemekteydi. Örnek mi istersiniz?
Mesela “tütün işleri. Eylül – Ekim ayında gelecek yıl içinde kullanılacak “kemre” çekilip tarlanın bir köşesine yığılır; üzerinden bir kış geçer ki kemre iyice yansın, tütün tohumları daha gür fideye dönüşsün. Havalar iyi giderse Şubat ayında “maşlamalık” yeri kazmaları başlar. Fide ekmeleri, fidelik sulamaları, fide otu yolmaları, tütün dikilecek tarlanın hazırlanması, (bozunu sür, ikile, tarakla, taşı ve ayrık otu varsa ayıkla, karıkla) fide yol, su taşı, tütün dik, dibini kaz, dip, orta, dorukaltı, doruk… diye ayrı ayrı kır, diz. Vagona as, sabah akşam vagonları salaca-güneşe taşı dur, kurut, hevek yap, kuruluğa as, kışı bekle.
Bir yıl oldu, gelecek yılın tütün işleri başladı ama tütün işi bitmedi. Kış geldi, tütün seç, pastal yap, istif yap, tonga yap. Kuruluğa at, çürütmeden yazı bekle. Hava basıncına, nem oranına göre tongaların üstünü ört-aç, aç-ört, havalandır. Tütün eksperleri köyleri gezer, tütünlerin kalitesini kontrol eder, başfiyat belirlenir, piyasalar açılır, tekele tütün indirme sırası beklenir… Haziran ayında tütün indirdiğimizi hatırlıyorum. Sonra, tütün kaça gitti, parası ne zaman ödenecek diye bekleş dur. Sıra para almaya gelince genellikle devlet alacaklı çıkar. Banka ve kooperatif borçları düşüldükten, spora, havaya ve civaya paralar kesildikten sonra üreticinin avucuna gaz, yağ, tuz ve şeker parası geçtiyse ne mutlu ona. Geçse de geçmese de, “panka ve kopetirik” (banka ve kooperatif) para almak isteyenleri zaten kapıda beklemektedir. Neyse saymayı unuttuk, kaç ay geçti aradan hep beraber; Eylül’den Eylül’e 12, Eylül’den Haziran’a 10, toplam 22 ay. İki yıla şunun şurasında ne kaldı?
Bunları niçin anlattım? Bu sadece tütün işi. Köylünün omzunda yüklü duran daha nice işler var ki say say bitmez. Yani köylüye yaz kış rahat yüzü yoktur. Düğün dernek ve cenazeleri saymazsak köylü şöyle ağız tadıyla bir bayram tatili bile yapamaz. Çünkü iş beklemez. Yaptın yaptın, yapamadın o iş yandı. Tütünü kırmazsan yanar, vagonları içeri almazsan ıslanır, dışarı çıkartmazsan çürür…
Tüm bu uğraşıların içinde köylünün en rahat ettiği zamanlar tütün dizme zamanlarıydı. Her ne kadar sabahın erken, akşamın geç saatlerinde kırma işi için tarlada olsan da, onları dizmek için evin yanlarındaki ağaçların altında, gölgede oturup “serin serin,” hele bir de hafif bir rüzgâr esiyorsa, “püfür püfür” tütün dizmek çok güzel oluyordu. Sabah saat 10’dan, ikindi vaktine (saat 16) kadar süren bu tütün dizme festivali (gece imecelerini saymıyorum) en az iki ay sürmekteydi. Ağır işlerden oraklar biçilmiş, harmanlar sürülmüş, ekinler ambara doldurulmuş. Bundan sonrası için gel keyfim gel.
Tarla-tabak işlerine kısa bir ara verilmiş, herkes evinin yanlarında günlük işleriyle meşgul olurken ister istemez dini hayatta da bir takım canlanmalar olmaktaydı. En azından öğle vakitleri için cami cemaatine katılmamak için pek bir bahanemiz kalmamaktaydı; yok tarladaydım, yok yoldaydım, yok üstüm-başım kirliydi… Mesela, Gocomoro Cafercük saat gibiydi. Her gün aynı vakitte değneğini yere sert sert vurarak ve ara sıra yalancıktan öksürürdü ki “gizlice yaklaşmış gibi olmasın” diye düşünürdü demek, evimizin önünden geçer camiye giderdi. Annem, onun bu geçiş anını görünce "vakit gelmiş" deyip elindeki işi bırakır hemen kalkar, öğle namazı, öğle yemeği gibi hazırlıklara başlarlardı.
O zamanlar camimizin vakit namazlarındaki cemaatliği de üç beş yaşlımıza kalmıştı. Zaten bütün köyler öyleydi. Camiler Cuma’dan Cuma’ya ve Bayramlarda dolardı. Başta Hacı Habib Meral, Cafer Ay (Gocamoro Cafercük) Züver Koşar, Hakkı koşar(Haggücük), Helim Koşar, Şadi Koşar ve Hacı Osman şen (İlaz Osman)… düzenli cemaattendi. İçlerinden Hakkı emmim çok güzel ezan okurdu. Hacı Habib dayı hem ezan okur hem de imamlık yapardı. Bir ara köyümüzde kadrosuz imamlık yapan MUŞTA’lı hoca O’na Cuma İmamlığını da öğretmiş, cami imamsız kaldığında Cuma Namazlarını Hacı Habib dayı kıldırırdı. Ta ki, köyden Recep, Yakup, Aziz ve Çetin gibi yeni nesil hocalar yetişene kadar.
Bu mevsimde, her gün öğle ezanı okunmadan evvel camiye varılır. Dışarıda sohbetin beli kırılır. Ezan-ı Muhammedi’nin okunmasına müteakip henüz cemaatten gelememiş olan olursa yine 3-5 dakika daha beklenir, hep birlikte namazlar kılınıp, dualar edilip üç bir yana (camimiz üç yol ağzındadır) dağılırdık. Herkes evine, işinin başına döneceği için seri sohbetler ve önemli vakalar hep bu dağılma esnasında yaşanırdı.
Temmuz ayının öğle sıcağı insana göz açtırmazken, ilerlemiş yaşına rağmen, ( o günkü genç yaşıma rağmen ben bile peşine yetişemez, onu gözden kaybederdim) hızlı adımlarıyla birlikte, tüm gücünü elindeki değneğe vermiş olan Hacı Osman dede, Irıza dayının evinin önündeki üç yol ağzında sallanan bir dal parçası ya da mısır püskülü gibi bir şeyin aşağı yukarı sallandığını görür. “Ne ola ki bu? Kim sallıyor? Niye sallıyor? Sallayan kim? Niye görünmüyor? Yoksa çocuklar bana oyun mu (şaka mı) yapıyor?” gibi düşünceler içerisinde o sallanan şeye doğru iyice yaklaşıyor. Ama yok. Sallanan o püsküllü şeyden başka hiçbir şey görünmüyor ortada? Çalı olsa dikenler sallanıyor diyecek ama o şey orta yerde ve havada sallanıp duruyor. Ta dibine kadar sokulup da o güneşin altında dikilen boz eşşeğe dokunana kadar hiçbir şey anlamıyor ve hayretler içinde kalıyor. Meğer o sallanan şey Irıza dayının boz eşşeğinin kuyruğu imiş.
Yukarköy rampasına sarmadan, Irıza dayının evinin önünde, üç yol ağzında küçük bir çayırlık vardı. Rahmetli, elinin altında sürekli bir eşşek bulundurur, onunla ufak tefek yüklerini taşırdı. Değirmene, ormana giderdi. İşi yokken de eşeğini evin oralara bir yerlere örükler, hayvancağız da çayırlarla oyalanıp dururdu. Her zaman otlayan eşşek bu sefer otlamayı bırakmış güneşin alnında dikilerek dinleniyor, bir yandan da kuyruğuyla üzerine üşüşen sinekleri kovalıyordu. İşte bu sabit duruşu sırasında oradan geçmekte olan yılların eskitemediği Hacı dedeyi şaşırtmıştı. (Bu durumu günümüzdeki DİGİTAL TEKNOLOGY ile izah etmek mümkündür. Bu teknolojide bütün görüntü nakledilmeyip, hareketsiz nesnelerin fotoğrafı, hareketli nesnelerin videosu nakledilir.)
Hacı dede, başına gelen bu vakayı cemaate hayretler içinde defalarca anlatmıştı. Kimi gün hep birlikte gülüşmüşler kimi zamanda da Allah’ın bize bahşettiği göz, akıl ve izanın ne kadar büyük bir nimet olduğunu iç geçirerek, şükrederek sükut etmişlerdi.
Allah(cc) Cümle Geçmişlerimize Rahmet Eylesin.
/Çetin KOŞAR
20 Ocak 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder