21 Nisan 2023 Cuma

ZEHNÂN SÉLİH

      

Gelemet köyümüzden bir çınar daha devrildi. Köyümüzün köklü ailelerinden idi Zehni Ağanın Salih. Allah(cc), rahmet eylesin. Kabri nurla dolsun, mekanı cennet olsun.

Zehni ismi, Zihni isminin köyümüzdeki söyleniş şekli olup, zihin ile ilgili manasınadır. Zihin, insanda anlayış, kavrayış, algılama yetisi demektir. Bir başka ifadeyle, yaşantıları, öğrenilenleri, bunların geçmişle olan bağlantılarını bilinçli olarak kafada saklama gücü, bellek demektir zihin. Eskilerin, okuyan çocuklara ettiği çok güzel bir duadır; "Allah zihin açıklığı versin!"

Köylerimizde adı geçen bazı lâkaplar bildik lakapların dışında bir anlama sahip olmalılar ki bunlardan birisi de AĞA lakabıdır. Yerel ağız ile söyleyecek olursak "Zehnâ" yani Zehni Ağa adlı kişi elbette Doğu ve  Güney Doğu bölgelerimizdeki ağalar gibi çevresinde "marabaları" olan köy sahibi bir ağa değildi. Gözlemleyebildiğim kadarıyla bu ağalık vasfı kendisine çevresi tarafından yakıştırılmış daha doğrusu layık görülmüş bir ünvan olmalı. Hali vakti yerinde olup, çevresine faydalı olan, ihtiyacı olanlara yardım eden, onlara ağalık eden, babalık yapan kimselere layık görülen bir ünvandı bizdeki ağalık. Hani, birine yalvarırken "yap bir ağalık" deriz ya!.

Köylerimizde bu tip ünvan ve lakaplar çok ve çeşitli olup bunların tespit edilip kayıt altına alınarak gelecek nesillere aktarılması gerekir. Halil Ağa, Cırmanlar, Mustafa Reyiz (Reis), Gopuz Kâhya, Sordonon… (Sordanoğlu) vb. daha nice lakap ve unvanlar bizim birer kültürel zenginliğimiz olup bu kültürel öğeler gelecek nesillerin eğitimi ve benlik bilincinin oluşumuna katkı sağlayacak kodlardır. 

Bu değinmelerden sonra merhum Salih amcaya dönecek olursak; bu ailenin bendeki canlı hatırası 60'lı yılların ikinci yarısında başlıyor. Salih Kevrek (Gevrek?) bir "ağa" evladı olarak daha o yıllarda traktör sahibi biriydi. Köylümüz, çarşı-pazar ihtiyaçları için Alaçam'a dağ-bayır demeden, 8-10 km.lik yolu yayan olarak (yürüyerek) gider gelirdi. Sırtlarına bağladıkları çuvallar, kollarında kolçaklar, ellerinde sele sepetlerle onca yükün altında konar-göçerler gibi çarşıya tarla kenarlarından, sınır çizglerini takip ederek kestirme yoldan gitmeleri kış günleri yağmur çamur ne ise de, yaz mevsiminde sıcağın yanında yüklerinin çeşitliliği ve fazlalığı oldukça meşakkat verirdi. İşte bu yük altında ilerlemekte zorlanan insanımızın imdadına (pek emin değilim ama zannederim) o günkü adı FORDSAN olan küçük mavi bir traktörüyle Salih amca yetişirdi. (Fehim abi bu traktör konusunda beni bilgilendirirse sevinirim.)

Sordan köyüne gelirken köy sınırlarına girdiğinde korna çalmaya başlar, Caminin yanına park eder, karisör (gelesör)  dolana kadar arada sırada korna çalmaya devam eder, hatta dolup giderken de çalardı ki biz de  gittiğini bu seslerden anlardık. 

Karisör ile yolcu taşımak elbette trafik kurallarına aykırıydı. Ama, o yokluk yıllarında çarşıya bir vasıtayla gidip gelmek oldukça lüks bir şeydi. Karisörün yan kapaklarına boydan boya uzanan özel oturaklara oturur, satmaya götürdüğümüz öteberilerimizi oturak altlarına, ayaklarımızın arasına ve kucağımıza koyar, bozuk köy yollarında hoplaya zıplaya, sağa sola savrula savrula da olsa en azından oturarak gidiyor olmamız bir saltanattı. Hatta bazen kalabalık olunca gençler ya ayakta ya da kapak kenarlarına oturarak Alaçam'a vasıl olurduk bi-iznillah. Çok şükür ki, bu tehlikeli yolculuklarda hiç bir kaza olmamıştı. Karisöre değil de traktörün arkasında ya da arka tekerlerin çamurluk üstlerinde yolculuk etmek, tam manasıyla "şoför mahalli"nde yapılan bir yolculuktu; ne yolun tozu ne de egsoz dumanı vurur, efil efil esintilerle giderdik. Ardından biraz daha pahalı da olsa Alaçam'dan konfor dediğimiz minibüsler gelmeye başladı, hatta çok geçmeden köy minibüsleri derken artık her ailenin kendine özel bir aracı oldu. Benim anım bu traktör idi. Asıl hatıra dedem Sefercüğün yani ailemizin yaşadıklarıydı.

ZEHN  İLE DEDEM SEFERCÜĞÜN İRTİBATI

Gelemet köyümüzün tarihi 1520'li yıllara dayanıyor ve köyün ilk yerleşimcileri daha doğrusu kurucuları İmparatorluk yıllarında bölgeye "görevli" olarak yani, bölgenin İslamlaştırılması, Türkleştirilmesi için  yerleştirilen Oğuz Türkleri (Türkmenler)'dir. Geldikleri yer olarak Amasya işaret ediliyor. Benim dedelerim ise 200 yüzyıl sonra 1770'li yıllarda Vezirköprü'den gelip Gelemet nüfusuna dahil oluyorlar. Sözlü tarih bilgilerimizde bizim Bengü adıyla bilinen bir lokasyonumuz daha var. Bugün Bafra ilçemiz sınırlarında olan bu  Bengü köyü daha evvelinde Vezirköprü ilçesine bağlıymış. Vezirköprü ise o günlerde Amasya iline bağlı olduğuna göre Gelemet ve Sordan Köy kurucularının Şehzadeler şehri Amasya ilinin Vezirler yurdu Vezirköprü ilçesinden geldikleri sonucuna varıyoruz.

Daha önceleri Andriyatik'ten Çin Seddi'ne uzanan bir coğrafyada hüküm süren bu milletin Fetihler devri kapanıp ricat(çekilme) devri başlayınca ister istemez can kayıplarına ilaveten toprak kayıpları da vermeye başlıyoruz. 

Savaş yılları. Son kale Anadolu. Dedemin babası iki çocuklu "Bengülülü Şevki" kim bilir kaç yıl olmuş, hâlâ o cepheden bu cepheye koşturup duruyor. 

Yokluk günleri. 13 yaşında bir çocuk bir kız kardeşi ve hasta bir anne. Bu zor durumda olan ailenin imdadına yetişen bir ağa var adı Zehnâ.  Gelemet'ten ârı "Sefeeer!" diye bir seslenmesi yetiyor 13 yaşındaki çocuk olan dedeme. Küçücük ayakları bir kanat oluyor ve Sordan Köyü'nden Gelemet'e uçurak gidiyor adeta. Mal gütmesi, öküz önünde yürümesi vs. O günün işi neyse seve seve koşarak gidiyor çalışıyor, karnı doyurulup sırtı da giydirilip, evdekiler için de eline bir şeyler tutuşturulup akşam evine yollanıyor.

Şevki babası bir gün yaralı ve hasta olarak evine gönderilir. Ana hasta, baba hasta. Ev revire dönmüş. Yoksulluk ve kıtlıktan evde yiyecek bir lokma bile yok.  Allah'tan komşusu halk doktoru İzzet var. İlgileniyor hastalarla. Ve bir gün bu defa Sordan Köy'den bir ses iniyor Gelemet Köyü'ne; "Sefeeer, baban öldü, eve gel eve!"

35 yaşındaki babasının kaybının ardından çok geçmeden annesini de kaybeden dedem Sefercük kendinden küçük bir kız kardeşiyle Zehni Ağa'ya emanettir.

Sağlığında dedeme sorardım "Dede, bu Zehnâ ile bir akrabalığımız var mı?" diye. Dedem, "Bilmiyem ki!" derdi. Bugün, biz de bilemiyoruz. Bir akrabalığımız var mı? Yok mu? Çünkü, savaşlar bir nesli yok etmiş, yeni yetişen nesle birikimleri aktaracak kimse kalmamıştı. Şevki dedemden başka üç mezar daha var Gelemet mezarlığında ama ne adları var ne de sanları. Dedemin emmioğlunun 13 yaşındaki son çocuğu Cafercük'ü bile askere almak için köye zaptiyeler geldiğine göre… Dedemi koruyup kollayan Zehnâ'ya çok şey borçlu olduğumuzu düşünüyorum. 

Bir vefa borcu olarak tek yapabileceğim onları hayırla yâd etmek ve tüm içtenliğimle "Rabbimin bu aileden razı olmasını" dilemektir. Ruhları şâd olsun.


20 Nisan 2023

/Çetin KOŞAR


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder