2 Şubat 2024 Cuma

"Mıgdar Ali" Belgeseli -2

Fotoğraf:  Sunay BAKİOĞLU Arşivi


Bir topluluğu toplum yapan mühim simalar vardır. Köyümüz Akbulut’un önemli simalarından birisi de Muhtar Ali Rıza Bakioğlu idi. Ne ki, bu önemi o gün Kışlakonak adıyla tek köy olan Gelemet, Sordanköy, Karanlıkdere, Çetirlik ve Sarımsak köylerine muhtar seçildiği 1 Aralık 1963 tarihinden itibaren başlayan hizmet aşkından başkası değildi.

Rüşvet ve iltimasın kol gezdiği günün siyasi koşullarında gemisini yüzdürmesini bilen bir kaptan idi. Gerçekten günümüzde bile bir yerlerden hizmet talep etmek, bu talebi takip etmek, karşılaşılan tüm engellerle başa çıkıp, torpil ve kayırmacılık yapılmadan işini gördürmek oldukça zordur.

O yıllarda köyümüzün en büyük sorunu yol ve köprü idi. Şimdiye göre eskinin hava şartları da bir başka idi. Kar, çarık bağı değil adam boyunu aşar, şiddetli sağanaklar anında sele dönüşür; yollar çağıldayan ırmaklara, tarlalar şelalelere dönüşür hatta sel sularıyla dolan cilim mevkii denize dönüşürdü. Toprak ya da çakıl taşlı olan yollar ilk yağmurda sele teslim olur, yolların ortasından akan sular yolu eşip dereye çevirir, yol yarılıp adeta ikiye ayrılır, düz yolda bile çukur ve tümsekler yüzünden bırak öküz arabalarının yükünün kayıp, akıp gitmesini zaman zaman bu arabaların mazuları bile ortasından ya da tekerin olduğu yerinden kırılırdı. Bereket, köyde Hasbi Şahin ustamız vardı da tamiri kısa sürede yapılırdı. Bu ve buna benzer nedenlerden dolayı o günkü adı “Köy Hizmetleri” olan kurumun merdivenlerini aşındıran bir muhtarmız vardı. Tabi merdiven inip çıkmakla iş bitmiyor bu gidiş gelişlerde birilerinden birine “selam” getirip götürmek de vardı. Hükümet kademelerinde bir tanıdığın yoksa boşuna inip çıkacaktınız o merdivenleri.

Gerçi o günün Hükümet Daireleri, bugünküler gibi çok katlı değildi. Mesela, o gün iki katlı olan ancak adli makamların olduğu bodrum kattan itibaren saymaya başlarsak kat sayısı ikiye katlanır, evrak gezdirmek için “in aşağı çık yukarı;” olmadı bir daha dolaşmak icap ettiğinde iki katlı “dayre!” 8-10 katlı olur; mısır ekmeğiyle mısır çorbasına talim eden köylünün bu iniş çıkışlarıyla hükümetten çözmesini beklediği sorunlarından önce dizlerinin bağı çözülürdü. Bu ve buna benzer nedenlerden dolayı vatandaş devletle karşılaşmamak için bu gibi yerlerden uzak durmaya çalışır, mecbur kalırsa da öne sürebileceği, bu işlerden anlayan tecrübeli bir “tanış” birini bulmaya çalışırdı. Dairelerin birinde çalışan böyle bir tanıdık, bütün dairelerin kapılarını açan bir çilingir gibiydi.

Bu hususta imdadımıza koşan bizim de kalelerimiz vardı elbet Hükümet Konağında. Köyümüzden yetişmiş İlçe Mal Müdürlüğü personeli Kenan ŞEN, Adil YAPRAK, Ziraat Müdürlüğü personeli Ziraat Mühendisi İzzet USTAOĞLU o günün ünlüleri olup adeta  muhtarımızın devlet içindeki ön karakollarıydılar. Bu imkanı çok iyi değerlendiren muhtarımızın her işi öyle tıkır tıkır işlemezdi tabi. Ne kadar adamını bulursan bul iş gelir bir yerde kilitlenir, tıkanır kalır. Ne geri, ne ileri gidebilirsin… Yeni bir çıkış kapısı bulmak zorunda kalırsınız. İşte bu kapı “siyaset kapısı”dır. Çünkü, siyasi partiler ekmek gibi, su gibi Anayasanın vazgeçilmez unsurlarıdır.

Şu da bir gerçektir ki, Siyasi Partiler devlet huzurunda aldıkları oy nisbetinde kabul görürler düşüncesi de yanlıştır. Aslında siyasi partilerin devlet içindeki güçleri çeşitli mevkilere yerleştirdikleri “adam”lar ile ölçülmeli. Hükümetler gelir geçer, Partiler açılır kapanır, bölünür, çoğalır ama su başlarını tutan adamlar hep oradadır. Bir parti iktidarda değildir ama kazanan parti muhalefet partili bürokratların ağırlıkta olduğu bir bakanlığı aslında formalite icabı idare etmektedir. O kurumda bütün ipler muhalefet partisinin elindedir. Onun için, falanca parti iktidar deyip ondan medet umarsanız yanılırsınız. Bunun için partiler tek başına iktidar olsalar bile, bürokratik yapı nedeniyle asla muktedir değildirler.

Tüm bu siyasi mülahazaları niye yapıyorum? Çünkü, sonunda varmak istediğim noktaya, anlatmak istediğim konuya zemin hazırlıyorum. Evet, yukarıda anlattığım tüm mevzular yerel yönetimlerin temel sorunlarının başıdır. Yöneticileri “Adama göre iş mi? Yoksa Adamına göre iş mi?” ikileminde bırakan bu çıkmazı ancak devlet aklı olan zeki insanlar aşabilmekte idi. Bunun sırrı da doğru “adamı” bulmak hamleyi doğru yapmaktı. İşte “Mıgdar Ali” bu hususta mahir biriydi.

Biliyordu ki, 1950 yılında başlayan “Yeter Söz Milletindir!” hareketi’nin önü her ne kadar 1961 İhtilali ile kesilmeye çalışılsa da arkadan gelen nesil, milli hassasiyetleri olan bir nesildi. Necip Fazıl’ın dediği gibi “Öz yurdunda garip, öz yurdunda parya.” olan millet evlatları Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın başlattığı Ulusal Kurtuluş Mücadelesini tamamlamak azminde idi. Ne var ki, kilit mevkilerdeki kişiler kendi geleceklerinin güvencesini milleti yerine dışarılarda, başkalarında arıyorlardı. Bu nedenle ülkedeki ihtilaller, darbeler, muhtıralar hiç bitmiyor; milletin seçtiği başbakan ve bakanlar uyduruk, sudan bahanelerle idam edilebiliyordu.

HEP BAŞBAKAN SÜLEYMAN

Demokrat Parti’nin kapatılmasıyla onun süreği (filizleri) olan Adalet, Köylü, Millet, Milli Selamet ve Milliyetçi Hareket gibi vb. partiler içinden Adalet Partisi bir adım öne çıkmıştı. Genel Başkanlığına da Süleyman Demirel (1924-2015) getirilip ilk Başbakan olduğu 1965 ‘den  itibaren ülke iktidarda hep şapkasını “gabdırmayan Sülo”yu gördü. Biz ona “Barajlar Kralı, Çoban Sülü, Baba” desek de o sanki bu ülkede gizlice krallığını ilan etmiş gibiydi. İstemeyenleri, O’nu siyaset dışı yollarla alaşağı etseler de O, önce “şapkasını” alıp gitmiş fakat her defasında biraz daha güçlenerek gelip krallık tahtına pardon iktidar koltuğuna oturmuştu. İrade sahibi, tuttuğunu koparıp alan azimli biriydi.

Bu sırada Nisan 1987 yılı referandumuyla siyasi yasaklı liderlere af çıkmış, 12 Eylül 1980 darbesiyle tüm partiler gibi kapatılan Adalet Partisi’nin yasaklı genel başkanı Süleyman Demirel de tekrar siyasete dönmüş, Hüsamettin Cindoruk’un başında olduğu Doğruyol Partisi’nin genel başkanı olmuştu.

Dokuz ay sonra 29 Kasım 1987 tarihinde ülkede genel seçimler vardı. 1984 yılında kurulan Islahatçı Demokrasi Partisi de o günün gençleri olarak bizde büyük bir coşku ve heyecan meydana getirmişti. Hele bir de gerekli teşkilatlanmasını tamamlayıp 29 Kasım 1987 genel seçimlerine katılma hakkı kazanınca, dedik, işte iktidar koltuğu bizi bekliyor. O coşkuyla, Ankara’ya parti kongresine koşarak gitmiş, çevre illerdeki mitinglere uçarak gitmiş, Ordu’nun köylerini gece gündüz demeden tek tek gezip dolaşmak yetmemiş sıra Samsun’a da gelmişti. Köyde olduğum bir gece vakti hem siyaset hem ziyaret maksadıyla Kışlakonak köyünü basan partili arkadaşlar gece vakti araçtaki propaganda cihazının sesini açıp köyü ayağa kaldırdığında konu komşu toplanıp başta ilaz Selahattin Şen, Recep Koşar Hoca; “N’oluyor yahu, gündüzler çuvala mı girdi de gece vakti bizi bu gürültüyle ayaklandırıp telaşlandırıyorsunuz? diye ikazda bulunmuşlardı. Partili arkadaşları akşam vakti evimizde misafir etmiş, annemin hazıladığı “yavan yaşuk” ile karınlarını doyurmuş, çaylar içildikten sonra Alaçam’daki parti karargahına dönmüşler fakat sabahleyin tekrar köye gelip, yanlarına benimle birlikte Metin Şen’i de alıp, Sancar, Gelemet ve Doğanyuvası köylerinde propaganda faaliyeti yaptıktan sonra Metin ile ikimiz yayan olarak köye geri dönerken onları Taşkelik istikametine doğru yollandırmıştık. Diğer gençlerin köyde yaptıkları siyasi faaliyetleri bir CİA, KGB ve MOSSAD ajanı gibi yakından takip eden Muhtarımız elbette bizim bu yaptıklarımızdan da haberdar idi.

Köydeki ilk ve son siyasi çıkışım, Züverin Mehmet Koşar’ın evindeki bir akşam oturmasında olmuştu. İlaz Hamitin Yaşar Bak ateşli ateşli Doğruyol Partisi-DYP’yi anlatıyordu. Aklımda kaldığı kadarıyla, bu partiyi Demirel’in kurdurduğunu, yasağı kalkınca bu partinin başına geçip Başbakanlık koltuğuna tekrar oturacağını, bunun için oylarımızı DYP’ye vermemizi istiyordu.

Karşı muhalefet değil de siyasi rakip gibi siyasi tarafgirliğim kabarmış olarak; “Ya! Yaşar Dayı, 12 Eylül’den önce bir Ecevit’i seçiyor beğenmiyor bir sonraki seçimde Demirel’i seçiyor, O’nu da beğenmiyor tekrar Ecevit’i seçiyorduk. Şimdi üst üste hep Özal var. Siz şimdi, tekrar Demirel diyorsunuz. Artık, bir onu bir bunu diyerek eskileri seçmek yerine, Türk siyasetine yeni yüzler kazandırsak daha iyi olmaz mı?” diye saygı çerçevesi içinde evdekilerin huzurunda böyle bir soru sorarak tartışmaya katılmıştım. Buna benzer bir kaç sorum daha olmuştu fakat aklımda kaldığı kadarıyla Yaşar dayı benim görüşlerime pek itiraz etmemiş sadece eskilerin tecrübelerinden bahsetmiş, mevzu fazla dallanıp budaklanmadan kapanmış ve gecenin ilerleyen vakitlerinde de evlerimize dağılmıştık.

Ertesi günü Ali Dayı, mutat olduğu üzere yayan olarak çıktığı köy içi gezmelerinden birinde aşşa köyden beri tek başına bizim oraya doğru geldiğini gördüm. E, köyün koskoca Muhtarı geliyor, ilgilenmemek olmaz deyip yola çıkıp karşıladım, kısa bir hoşbeşin ardından:

“Çetin, yeğenim bak, direkt konuya gireceğim. Bugün buraya sırf seninle konuşmak için geldim. Siyasi parti propagandası yapıyormuşsun. Kötü bir şey değil, inandığı bir şeyi yapması kişinin en doğal hakkı olup bunu yaptığı için de onu tebrik etmek gerekir. Köyde herkes seni sever, senin sözüne dinler. Köyün bütün oylarını alacağına inanıyorum. Okumuş adamsın, ben bile oyumu sana veririm. Ancak, burada köyümüzü düşünmek zorundayız. Biliyorsun, Süleyman Demirel biz muhtarlara çok ehemmiyet veriyor. Mesela her bayram bizlere kart gönderek bizim ve köylümüzün bayramını kutlamayı ihmal etmez. Muhtar olarak, köyümüzle ilgili yaptığım bütün işlerde bu yakınlığımızın köy yararına büyük payı vardır. Devlet dairesine işimiz düştüğünde uğraşmadan işlerimizi kolayca hallettik. Bundan sonrası için de yeni işlerimiz için yüzümüzün kara çıkmaması için oyumuzu Demlrel’e vermemiz köyümüz için hayırlı olacaktır, ne dersin?” deyince hiç düşünmeden “Tamam, Ali Dayı, seni çok iyi anladım, çok haklısın, artık bu köyde siyaset yapmayacağım” deyip konuşmayı bitirmiştik.  Üç günlük dünya’da ömrünü köyüne adamış koskoca Mıgdar Ali Dayımızın hatrını mı? kıracaktım.

Burada dikkatinizi çekmek istediğim bir konu da şu idi. Hani “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.” derler ya! İşte, Ali Dayı burada iki yoldan kolay olanı seçerek gönül almayı da bilmişti. Muhtarlarımıza örnek olması dileğiyle.

Cenab-ı Hakk O’ndan razı olsun!

02.02.2024

Çetin KOŞAR
 


1.Bölüm: 

https://www.akbulutkoyu.blogspot.com/2007/06/mktar-ali-belgeseli-i.html



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder