22 Nisan 2003 Salı

Edebiyatta ve Antropolojide Köy Teması


Yarattığı kişileri belli bir ortam içinde sunan veya yaşatan, onların ruhsal yapılarını, yazgılarını, serüvenlerini tanıtan, çoğunlukla düz yazı biçiminde kaleme alınmış, oldukça uzun, hayal ürünü yapıtlar roman olarak adlandırılmaktadır.

İnsanların başlarından geçen ya da geçebilir kanısı uyandıran olayları yer ve zaman bildirerek anlatır. Roman olayları anlamak, anlatmak ihtiyacından doğmuştur. Romanlar konularına göre çeşitli şekillerde sınıflandırılır. Konusu köy havası ve özellikleri içinde gelişen roman köy romanı olarak adlandırılır.

Türk edebiyatında roman türünün başlangıcı Tanzimat Dönemi’nde Fransız edebiyatından yapılan roman çevirilerine bağlanabilir. Çeşitli dönemlerde Türk romanına hakim olan konular değişiklik göstermiştir. Milli Edebiyat Akımı ile birlikte yazarlar Anadolu’ya yönelmiş ve buradaki insanların yaşamlarını, sorunlarını konu alan eserler vermeye başlamışlardır. 1940’dan sonra konusunu köy yaşamından alan romanların sayısının arttığını görüyoruz. Türk köyündeki hayat gerçekçi bir dille anlatan Mahmut Makal’ın Bizim Köy adlı kitabı köy edebiyatımızın en önemli ilk eserleri arasındadır. Edebiyatımızda köy problemlerini değişik açılardan derinlemesine ele alan pek çok eser verilmiştir. Eski kır romanlarının şairliğe resimciliğe kaçan tasvirli romanların yerini bugün, köyün sosyal yapısını inceleyen, köylülerin ekonomik hayatını konu edinen yeni bir köy romancılığı gelişmiştir.

İlk antropolojik araştırmalar ilkel gruplar üzerinde yapılmıştır. Bu grupların sayısının azalması ile beraber yapılan çalışmalar durmamış bunları çeşitli konulardaki araştırmalar izlemiştir. Antropolojinin temel araştırma konusu kültür olduğu için insan topluluklarının özellikleri değişik açılardan incelenmektedir. Kültür çeşitli şekillerde gelecek kuşaklara aktarılır. Büyük bir toplulukta kültürün bazı öğeleri zaman içerisinde değişebilir. Buna rağmen ele alınan grubun alt gruplarında bu öğelerin daha geç ortadan kalktığı görülmektedir. Bunun en güzel örneğini kır toplumlarında görüyoruz. Antropologların kır toplumlarına yönelmesinde çeşitli sebepler etken olmuştur. Bilimsel olan bu yaklaşımın yanında edebiyatçıların da eserlerinde bu konuya değindiklerini görüyoruz. Roman, öykü gibi edebi eserler bizlere çeşitli ipuçları verebilmektedir. Böylece bizlerin araştırdığı ve onların anlattığı kırsal alanı karşılaştırma imkânımız söz konusu olmaktadır. Aşağıda konusu köy olan eserlerin bir listesi verilmiştir.


(Köy Konulu Edebi Eserler Listesi)
Hikaye, Öykü, Roman
Eser Adı, Yazarı, Türü
Acenta Mirza, OSMAN ŞAHİN, Öykü
Acı Para, EROL TOY, Roman
Acı Tütün, NECATİ CUMALI, Roman
Aç Harman, MEHMET BAŞARAN, Öykü
Ahmet’in Kuzuları, SAMİM KOCAGÖZ, Öykü
Amerikan Sargısı, FAKİR BAYKURT, Roman
Anadolu Garajı, FAKİR BAYKURT, Roman
Anadolu Notları, R. NURİ GÜNTEKİN, Gezi
Anadolu’dan Hikayeler, KEMAL BİLBAŞAR, Öykü
Asker Cıgarası, NECMİ ONUR, Öykü
Bacı, TAHSİN H. BENDOĞLU, Roman
Bahar Hikayeleri, KENAN HULUSİ KORAY, Öykü
Barış Çöreği, FAKİR BAYKURT, Roman
Başakçılar, O. ZEKİ ÖZTURAN, Öykü
Başka Olur Ağaların Düğünü, KEMAL BİLBAŞAR, Roman
Bataklık Çiçeği, SELAHATTİN ENİS, Öykü
Baykuş, H. FAHRİ OZANSOY, Roman
Bereketli Topraklar Üzerinde, ORHAN KEMAL, Roman
Bir Çift Öküz, SAMİM KOCAGÖZ, Roman
Bir Karış Toprak, SAMİM KOCAGÖZ, Roman
Bir Köy Öğretmeni, R. NURİ GÜNTEKİN, Roman
Bir Şehrin İki Kapısı, SAMİM KOCAGÖZ, Roman
Bir Yol, TALİP APAYDIN, Roman
Bizim Diyar, SEVİNÇ ÇOKUM, Roman
Bizim Köy, MAHMUT MAKAL, -
Bizim Köy (1975), MAHMUT MAKAL, -
Bozkır Gelini, BEKİR YILDIZ, Öykü
Bozkırda Geçen Günler, TALİP APAYDIN, -
Bozkırdaki Çekirdek, KEMAL TAHİR, Roman
Bozkırdaki Tehlike, KEMAL TAHİR, Roman
Büyük Mal, KEMAL TAHİR, Roman
Can Parası, FAKİR BAYKURT, -
Can Şenliği, ABBAS SAYAR, Roman
Cehennem Yolcuları, SELAHATTİN ENİS, Roman
Cihan Şoförü, SAMİM KOCAGÖZ, Öykü
Çamasan, DEMİRTAŞ CEYHUN, Öykü
Çarığımı Yitirdiğim Tarla, MEHMET BAŞARAN, Anı
Çarpana, ÜMİT KAFTANCIOĞLU, Öykü
Çıkrıklar Durunca, SADRİ ERTEM, Roman
Çilli, FAKİR BAYKURT, Öykü
Çuvalın Yanındaki Adam, NAHİT ERUZ, Öykü
Dağ Kanunu, BEDİRHAN ÇINAR, -
Dağdaki Kaynak, TALİP APAYDIN, Roman
Define, TALİP APAYDIN, Roman
Değirmen, SABAHATTİN ALİ, Öykü
Demirciler Çarşısı Cinayeti, YAŞAR KEMAL, Roman
Dik Bayır, ABBAS SAYAR, Roman
Doruktaki Öfke, EROL TOY, Roman
Döl, GÜLTEN DAYIOĞLU, Öykü
Dönemeç, ÜMİT KAFTANCIOĞLU, Öykü
Duru Göl, İLHAN TARUS, Roman
Efendilik Savaşında, FAKİR BAYKURT, Roman
Efkar Tepesi, FAKİR BAYKURT, Roman
Ekilmemiş Topraklar, ORHAN HANÇERLİOĞLU, Roman
Ekin İti, İLHAN TARUS, Öykü
Emmioğlu, TALİP APAYDIN, Roman
Eskici ve Oğulları, ORHAN KEMAL, Roman
Göl İnsanları, KEMAL TAHİR, Öykü
Güllüce’yi Sel Aldı, Y. ZİYA BADANLI, Roman
Güneydoğu’ya Geçit Yok, FERZAN GÜREL, Roman
Hacizci Toprak, CENGİZ TUNCER, Roman
Hanımın Çiftliği, ORHAN KEMAL, Roman
İnce Memed, YAŞAR KEMAL, Roman
İnce Memed II, YAŞAR KEMAL, Roman
İnsansız Şehir, ORHAN HANÇERLİOĞLU, Öykü
Irazca’nın Dirliği, FAKİR BAYKURT, Roman
Irgatların Öfkesi, KEMAL BİLBAŞAR, Öykü
Kaçakçı Şahan, BEKİR YILDIZ, Öykü
Kağnı, SABAHATTİN ALİ, Öykü
Kan Davası, R. NURİ GÜNTEKİN, Roman
Kanlı Topraklar, ORHAN KEMAL, Roman
Kaplumbağalar, FAKİR BAYKURT, Roman
Kara Ahmet Destanı, FAKİR BAYKURT, -
Kara Toprak, REŞAT ENİS, Roman
Karabibik, NABİZADE NAZIM, Roman
Karadeniz Hikayeleri, ZİYA HAYRETTİN, Hikaye
Karanlığın Kuvveti, TALİP APAYDIN, Anı
Karanlık Dünya, ORHAN HANÇERLİOĞLU, Roman
Karapürçek, SUNULLAH ARISOY, Roman
Karın Ağrısı, FAKİR BAYKURT, Öykü
Kasabanın Yarısı, MUZAFFER İZGÜ, Mizah-Roman
Keklik, FAKİR BAYKURT, Roman
Kelleci Mehmet, KEMAL TAHİR, Roman
Kınalı Gelin, NAZİRE DEMİR, Roman
Kırmızı Yel, OSMAN ŞAHİN, Öykü
Koca Taş, TALİP APAYDIN, Öykü
Körduman, KEMAL TAHİR, Roman
Köy Doktoru, HONORE DE BALZAC, Roman
Köy Enstitüleri ve Ötesi, MAHMUT MAKAL, -
Köy Öğretmenine Mektuplar, CEYHUN ATIF KANSU, Deneme
Köy Papazı, HONORE DE BALZAC, Roman
Köyde Bir Ay, I. S. TURGENYEV, -
Köyden İndim Hollanda’ya, HÜRREM EFE, Öykü
Köyden Kentten, KEMAL BİLBAŞAR, Öykü
Köye Dönen Yosma, PAKİZE BAŞARAN, -
Köye Gelen Deli, NOVASE GOVSA, -
Köye Giden Gelin, RAKIM ÇALAPALA, Roman
Köye Gidenler, MAHMUT MAKAL, -
Köygöçüren, FAKİR BAYKURT, Roman
Köylü İsyanı, HONORE DE BALZAC, Roman
Köylüler, HONORE DE BALZAC, Roman
Köylüler, ANTON ÇEHOV, Roman
Köyümden, MAHMUT MAKAL, -
Köyümüzün İnsanları, AHMET ŞENTÜRK, Roman
Köyün Kamburu, KEMAL TAHİR, Roman
Köyün Yolu, REFİK AHMET SEVENGİL, Roman
Kurt Kanunu, KEMAL TAHİR, Roman
Küçük Paşa, EBUBEKİR HAZIM TEPEYRAN, Roman
Maral, DURSUN AKÇAM, Roman
Memleket Hikayeleri, R. HALİT KARAY, Öykü
Memleket Hikayeleri, BEKİR SITKI KUNT, Öykü
Memleketin Sahipleri, MAHMUT MAKAL, -
Memleketin Sahipleri - Köye Gidenler, MAHMUT MAKAL, -
Mola, YAMAN KORAY, Roman
Mutlu Köyün Mutsuz Kadını, MUSTAFA GÜLÜSEVER, -
Odalarda, ERDAL ÖZ, Roman
Onbinlerce Kağnı, FAKİR BAYKURT, Roman
Onuncu Köy, FAKİR BAYKURT, Roman
Orta Direk, YAŞAR KEMAL, Roman
Ortakçılar, TALİP APAYDIN, Roman
Ortakçının Oğlu, TALİP APAYDIN, Roman
Ölmez Otu, YAŞAR KEMAL, Roman
Ölü Ekmeği, DURSUN AKÇAM, Öykü
Öte Yakadaki Cennet, TALİP APAYDIN, Öykü
Pehlivan ve Çeteci Yörük Ali, BEDİRHAN ÇINAR, -
Rahmet Yolları Kesti, KEMAL TAHİR, Roman
Sağırdere, KEMAL TAHİR, Roman
Sara, SELAHATTİN ENİS, Roman
Saragöl, ÖMER POLAT, Roman
Sarduvar, FAİK BAYSAL, Roman
Sarı Traktör, TALİP APAYDIN, Roman
Silindir Şapka Giyen Köylü, SADRİ ERTEM, Öykü
Sınır Kavgası, FAKİR BAYKURT, Roman
Son Seçim, EROL TOY, Roman
Susuz Yaz, NECATİ CUMALI, Öykü
Şamatalı Köy, LİNDGREN, -
Şeytanistan, ALİ YÜCE, Roman
Tırpan, FAKİR BAYKURT, Roman
Tonguç Yolu, MEHMET BAŞARAN, -
Toprağa Basınca, TALİP APAYDIN, Roman
Toprak Acıkınca, EROL TOY, Roman
Toprak Kokusu, REŞAT ENİS, Roman
Toroslardan Aşağı, HİKMET ÇETİNKAYA, Öykü
Toz Duman İçinde, TALİP APAYDIN, Roman
Tütün Yorgunu, TALİP APAYDIN, Roman
Tütün Zamanı, NECATİ CUMALI, Roman
Vukuat Var, ORHAN KEMAL, Roman
Yaban, Y. K. KARAOSMANOĞLU, Roman
Yağmurlar ve Topraklar, NECATİ CUMALI, Roman
Yalnız Efe, ÖMER SEYFETTİN, Öykü
Yarbükü, TALİP APAYDIN, Roman
Yayla, FAKİR BAYKURT, Roman
Yediçınar Yaylası, KEMAL TAHİR, Roman
Yelatan, ÜMİT KAFTANCIOĞLU, Roman
Yer Demir Gök Bakır, YAŞAR KEMAL, Roman
Yılan Hikayesi, SAMİM KOCAGÖZ, Öykü
Yılanı Öldürseler, YAŞAR KEMAL, Roman
Yılanların Öcü, FAKİR BAYKURT, Roman
Yol Ayrımı, KEMAL TAHİR, Roman
Yoz Davar, TALİP APAYDIN, Roman
Yusufcuk Yusuf, YAŞAR KEMAL, Roman
Zaniyeler, SELAHATTİN ENİS, Roman
Zeliş, NECATİ CUMALI, Roman


Manzum Eserler
Eser Adı, YAZARI, Türü
Köy Akşamları, ŞEMSİ BELLİ, Şiir
Köy Geceleri, HAMDİ GÖKALP, Şiir
Köy Melodileri, MUSTAFA MÜMTAZ, Şiir
Köy Şiirleri, M. ULUĞ TURANLIOĞLU, Şiir
Köy Yolcusu, ŞAKİR ATALAY, Şiir
Köy Yollarında, HAZIM AYIK, Şiir
Köy Yolunda, HAYRULLAH ÇAVUŞ, Şiir
Köyde Akşam, H. BEDİ FIRAT, Şiir
Köyden Esintiler, MEHMET AKÇAN, Şiir
Köyden Sesler, KAMİL NİZAM BİGALI, Şiir
Köyden Şiirler, MEHMET TUĞRUL, Şiir
Susuzluk, TALİP APAYDIN, Şiir


Yararlanılabilecek Diğer Kaynaklar,
Eser Adı, YAZAN
Anadolu Efsaneleri, HALİKARNAS BALIKÇISI,
Köy Halk Türküleri, YUSUF ZİYA DEMİRCİ,
Köy Masalları, AHMET HİDAYET,
Köy Seyirlik Oyunları, NURHAN KARADAĞ,

H. Murat BABADALI
22 Nisan 2003

14 Ocak 2003 Salı

İsimler Lakaplar

İsimler ve lâkaplar... İsimler; kimi zaman anne baba tarafından, kimi zaman aile büyükleri tarafından verilmiştir kişiye. Kişinin seçme hakkı yoktur başlangıçta ismini, ne dediysek o denmiştir bir kere. Zamanla alışır ismine insanoğlu ve sevmeye başlar. Çocuklarına utanmayacakları, iftiharla taşıyabilecekleri güzel isimleri vermek, onların güzel lâkaplarla hatırlanmalarını sağlayacak hasletlerle yetişmelerini sağlamak, anne-babanın vazifelerinden, çocuğun da anne-babası üzerindeki haklarındandır. Ebu'd-Derda (ra)'nın rivayet ettiği, "Sizler kıyamet günü isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız, öyleyse çocuklarınıza güzel isimler koyunuz." hadîs-i şerifinden hareketle, güzel isim koymanın dinî vecibelerden olduğu da söylenebilir.
Yine bir başka hadîs-i şerifte, "Allah'ın en çok sevdiği isimler; Abdullah, Abdurrahman'dır. En çirkinleri de, Harb (Savaş) ve Mürre (Acı) isimleridir." buyurulmuştur. Demek ki insana; Allah'a kul olduğunu hatırlatacak, aczinin, fakrının farkına vardıracak isimler; güzel isimlerden addedilmiş, enaniyetini kabartacak, meydan okumaya, büyüklenmeye sevk edecek isimler ise kerih görülmüştür.

Hz. Cabir (ra)'in rivayet ettiğine göre, Peygamberimiz (sas), "Bereket, Ya'la, Eflah, Nafi" vb. isimleri yasaklamayı arzu etmiş, sonra da bu mevzuda sükut etmiştir. Efendimiz bu tavrıyla, "Burada bereket var mı?", "Eflah burada yok." gibi cümlelerin işaret ettiği mânâların hoş olmadığını nazara vermek istemiştir.

Kaynaklarda Hz. Peygamber (sas)'in sadece insan isimleriyle ilgilenmediği; mekân, eşya isimlerinin de güzel mânâlara sahip olmasını istediği, hattâ tedaileri nahoş olan cahiliye döneminden kalma mekân ve eşya isimlerini de değiştirdiği belirtilmektedir.

İsimlerin kişinin ruhî yapısı üzerinde de tesirli olduğu bilinmektedir. Tecrübeyle sabit olan darb-ı mesellerden biri de, "Bir adama kırk gün deli dersen deli, akıllı dersen akıllı olur; ne dersen o olur." sözüdür. Yani sürekli telkinle (isim ve lâkaplarla), insanın bilinçaltına bazı hisler, hasletler yerleştirilebilir. Kaldı ki isim ya da lâkapların kullanım süreleri atasözünde ifade edildiği gibi kırk günle de sınırlı değildir. İnsanın hayatı boyunca; Aslan, Fatih, Bahadır, Barış, Efe gibi isimlerle çağrılmasının, kişiliği üzerinde müspet tesirinin olacağı muhakkaktır. Belki de bu sebeple, anne-babalar ve aile büyükleri çocukları hakkında hüsn-ü zanda bulunarak -güzel isimlerin işaret ettiği vasıflara sahip olmalarını ümit ederek- çocuklarına; Aslan, Yiğit, Cesur, Onur gibi isimler verirler.

Çocuklarının, ismine uygun vasıfları taşıması bulunmaz bir mutluluktur aile için. Meselâ, 'aslan' gibi cesur bir çocuğunun olması her aile için bir bahtiyarlıktır. Böyleleri için de, "ismiyle müsemma" (isimlenmiş) denmiştir, atalarımız tarafından.

Ailelerin, çocuklarına isim vermek için hürmet ettiği, fikrine itibar ettiği kişilerden isim istemesi de kültürel bir özelliğimizdir. Bunun eski Türklerde de böyle olduğu, Dede Korkut Hikâyeleri'nden biri olan Dirse Han Oğlu Boğaç Han hikâyesinden anlaşılmaktadır. Kişinin gösterdiği bir kahramanlıktan ya da topluma faydasından dolayı, "Dede Korkut gelsin, boy boylasın, soy soylasın bu oğlana bir ad koysun." denerek, Dede Korkut'un vereceği ismi merakla beklemektedir atalarımız. Bayındır Han'ın çocuğunun, oğlanın diğer arkadaşlarının meydandan kaçmasına rağmen kendisinin boğaya meydan okuyarak boğayı alt edip yere yıkmasından hareketle, Dede Korkut, Bayındır Han'a; 'Ak Meydanı'nda bu oğlan savaş etmiş, bir boğa öldürmüş, oğlunun adı Boğaç olsun, adını ben verdim, yaşını Allah versin.' diyerek, isim verme merasimini noktalamıştır.

Ailelerin çocuklarına verdikleri isimleri seçerken zaman zaman sosyal hâdiselerin etkisinde kaldıkları, bazı isimlerin hâdiselerin de tesiriyle kimi zaman moda olduğu görülmektedir. Meselâ, dönem itibariyle Adnan, Menderes, Turgut, Özal isimlerinin, Kıbrıs Barış Harekatı zamanında ise Bülent, Ecevit isminin, 12 Eylül zamanında da Kenan ve Evren isimlerinin moda olması gibi. Millî Takım'ımızın 2002 Dünya Kupası maçlarında başarılı olan oyuncularının, -Ümit, Emre, Hasan, İlhan, Hakan.. gibi- isimlerinin de moda olması kaçınılmazdır.

Kimi zaman da yaygın isimlerin menfî tedaileri meydana çıkar. Bu durum, o isimlerin ya kullanımdan kalkmasına ya da daha az kullanılmasına sebep olmaktadır. Meselâ, "İnek Şaban" tiplemesinden dolayı "Şaban" ismini; Karadeniz fıkralarının vazgeçilmez figürleri oldukları için; Temel, Dursun, Fadime isimlerini aileler çocuklarına vermekte eskisi kadar istekli davranmamaktadır.

Yine bazı dinî motifler taşıyan ve kültürel özellikleri olan isimlerin, kasıtlı olarak kimi yazılı ve görsel basında menfî anlamlarda kullanıldığı, karikatürize edildiği görülmektedir. Abdulcebbar, Gaffar, Hacı, İmam vb. isimlerin kasıtlı olarak menfî tiplemelere verildiği, böyle davranılarak halkın tesir altına alınmaya çalışıldığı görülmektedir.

İsimlerin tercih edilmesinde yaşanılan bölgenin de tesirinin olduğu, belli bölgelerde bazı isimlerin daha fazla kullanıldığı görülmektedir. Meselâ Mardin yöresinde, Şeyhmus; Karadeniz yöresinde, Temel, Fadime; Kastamonu ve Karabük yörelerinde ise Satılmış isimleri yaygındır.

Bazı bölgelerde bir ismin çok kullanılmasında bir zatın, daha önce orada yaşamış, hizmetlerde bulunmuş, örnek davranışlar sergilemiş ve bölge insanının zihninde ideal insan modeli olarak yer etmiş ve genellikle o yörede defnedilmiş olması tesirli olmuştur. Kahramanmaraş'ta kullanılan Ökkeş, Sivas'ta Ahmet Turan ismi bunlardandır. Bunun sebebi ise, sahabeden Hz. Ukkaşe bin Mihsan (ra)'ın Maraş'ta, mâneviyat ehlinden Ahmet Turan'ın da Sivas'ta medfûn bulunmasıdır.

İsim belirlemede tesirli faktörlerden biri de; bebeğin ailenin kaçıncı çocuğu olduğu veya ailenin karşılaştığı özel bir durum olabilmektedir. Çocukları hayatını devam ettiremeyen bazı ailelerin yeni çocuklarının yaşamasını ümit ederek dua niyetiyle Yaşar; sürekli erkek çocuğu olan bir ailenin, en sonunda kız çocuğuna sahip olduklarını ifade için Döndü; başka çocuklarının olmasını istemediklerini ifade için Yeter, Dursun, İmdat isimlerinin verilmesi de ilginçtir.

İnsanları hemcinslerinden ayırmak, onların tanınmalarını sağlamak için kullandıkları ismin farklı olması da çoğu zaman işe yaramaktadır. Bu sebeple isimlerin yanı sıra çeşitli lâkaplar da kullanılmaktadır.

Lâkaplar

Osmanlılarda Lâkaplar ve Hikâyeleri isimli bir eserde, Osmanlı Devleti'nde görev yapmış padişah, sadrazam, şeyhü'l-İslâm vb. 940 resmi görevlinin isimleri incelenmiş ve bunların 251'inin isminin Mehmet, 91'inin Ahmet olduğu tespit edilmiştir. Aynı ismin bu kadar sıklıkla kullanılmasının kişilerin tefrik edilmesini zorlaştıracağı meydandadır.

'İsmin ne?' sorusuna, Mehmet cevabını aldığında, "Hangi Mehmet?" der, Anadolu insanı. Bu Mehmet'in tebarüz ettiği başka bir vasfı olmalı diye düşünülüyor olacak ki, 'Sarı Çizmeli Mehmet Ağa' cevabıyla tamamlar sorusunu. Artık Mehmet'in, ayırıcı, tanıtıcı bir hususiyeti bulunmuştur ve söze devam edilebilir. Demek ki, isimlerin yetmediği yerde lâkaplar devreye giriyor.

Lâkap nedir? 'Bir kimseye veya bir aileye; kendi adından ayrı olarak sonradan takılan, o kimsenin veya o ailenin bir özelliğinden kaynaklanan ad.' diye tarif ediliyor sözlükte lâkap. Bir yazarımız da, 'Zamanın ve zamanenin bir adama lâkap takması, umumî efkâr karşısında o zatın; hâl, ahlâk ve işinden dolayı verdiği imtihana mukabil bir sıfatla anılması demektir, bunda halkın çok kereler isabet ettiği görülmüştür.' der, lâkaplar hakkında.

Tanımından da anlaşılacağı üzere, bir eser sayılabilecek lâkaplar, umumiyet itibariyle anonimdir. Başlangıçta belli olsa bile, bu sonradan unutulmuş ve anonim hâle gelmiştir. Çünkü maksat sözü edilen kişiyi tanımlamaktır. Bir kişi veya bir ailenin milliyeti, memleketi, fizikî ve ruhî özellikleri, mesleği, alışkanlıkları, sık kullandığı kelimeler göz önüne alınır lâkap verilirken: 'İşkodralı, Avlonyalı, Sokullu, Çandarlı; Frenk, İngiliz, Gürcü, Tellak, Kabakçı, Çavuş, Kalın, Hezarpare, Uzun, Kara, Melek, Canım, Lâlezar...' örneklerinde olduğu gibi.

Lâkaplar, aynı isimli kişileri tefrik etmeye yaradığı gibi, isminin taşıdığı mânâya uygun hâl ve tavır içerisinde bulunmayan, ismiyle davranışları tenakuz içerisinde olan insanların gerçek yüzlerinin belirtilmesinde de kullanılmıştır. Asıl adı Aslan, kendi korkak olan; adı Sabit kendisi bîkarar olan; adı Uygar, Çağdaş olduğu halde yeniliklere, gelişmelere kapalı olanlar da vardır. İşte böyle bir durumda, sözlü bir halk edebiyatı geleneğine sahip olan insanımız, 'Tam yerine rast geldi.' dedirtecek bir kelimeyi söz konusu kişi veya ailenin ismine ekleyiverir. Karga Paşa, bunlardan biridir. Yani ismi ile davranışları ittifak etmemiştir, Karga Paşa'nın. Asıl adı Şahin olan paşa 93 Harbi'ne katılmıştır. Ancak askerler üzerinde müspet bir tesir bırakmamıştır. Asker, Şahin Paşa'nın korkak olduğunu vehmetmiştir. Hattâ hakkında, 'Bir boru çalınıp da asker silâh başı eder veya top tüfek patlarsa, kendisini korkudan sancı tutarmış.' rivayetleri dolaşmıştır. Bu sebeple çevresindekiler tarafından Şahin Paşa, 'Karga Paşa' diye tesmiye edilmiştir.

Ancak tenkit etmek, ayıplamak, kınamak, kötülemek için verilen lâkapların, isimlerin kullanılmasının bir faydası olmayacağı gibi zararlı neticeleri de olabilir. Böyle lâkaplar; haset, nefret ve düşmanlığa yol açabilir. Bu sebeple bu tür lâkapların kullanılması âyet-i kerimeyle yasaklanmıştır.

Yasaklanan lâkapların, kötü mânâlar ihtiva eden lâkaplar olduğu, mânâsı güzel olan, insanları öven, onlara saygıyı ifade eden, dostlukları ve barışı tesis etmeye katkısı olacak lâkaplarla hitap etmenin teşvik edildiği görülmüştür. Bu konuyla alâkalı Keşşafta Peygamberimiz (sas)'den, 'Müminin, mümin kardeşi üzerindeki hakkından birisi de onu en sevdiği ismiyle çağırmasıdır.' hadîs-i şerifi rivayet edilmiştir. Hz. Ebu Bekir; Sıddîk, Hz. Ömer; Faruk, Hz. Hamza; Esedullah (Allah'ın Aslanı), Halid bin Velid; Seyfullah (Allah'ın kılıcı) lâkaplarıyla lâkaplanmışlardır.

Çevresindekilerin, insana uygun gördüğü lâkapların ayrıca kalıcılık ve değişmezlik özelliği de vardır. Bu kalıcılığın; 'Adı çıkmış dokuza, inmez sekize.' sözünde olduğu gibi menfî tedaileri olduğu gibi; bazen de, 'Kendi gitti, adı kaldı yadigâr.' dedirten müspet tedaileri olur. Lâkapların kalıcılığı hususunda Ahmet Rasim, Borazan Tevfik namlı, şakacılığıyla tanınmış bir arkadaşıyla ilgili şunları yazmaktadır:

"Borazanımız, usûlca koluma girdi ve dedi ki:

Bu kadar işe girdim, çıktım. Askerden, yüzbaşılıktan emekli oldum. Boyacı, ayrancı dükkânları açtım. Temsiller verdim. Yine lâkabımla birlikte kaldım. Ölünceye kadar da böyle. Borazan Tevfik aşağı, Borazan Tevfik yukarı."

Şimdi bu bilgiler ışığında ecdadımızın taktığı ilginç lâkaplardan birkaçını hikâyeleriyle ele alalım:

Yedi-Sekiz Hasan Paşa
Hasan Paşa, İkinci Abdulhamid döneminin devlet memurlarından biridir. Okuması yazması olmadığı için, imza atmak zorunda kaldığı zaman önce Arap rakamlarıyla V (yedi), sonra (sekiz) yazar, iki rakamın arasına bir de kısa çizgi çekermiş. (V-) Bu nedenle de Yedi-Sekiz (V-) Hasan Paşa diye anılmış.

Pazar Ola Hasan Bey
Ahmet Rasim'in eserlerinde adı geçen biridir Pazar Ola Hasan. Yazarın anlattıklarına göre, o zamanın tanınmış tiplerinden ve meczuplarındandır. Her sabah esnafı dolaşır ve onlara 'Pazar ola' diye seslenirmiş ve esnaf da onun bu seslenişini uğur kabul edermiş. İşte bu yüzden, 'Pazar Ola Hasan Bey' diye adlandırılmış. Ayrıca Ahmet Rasim onun hakkında, 'Ne zaman rastlasam yüzündeki gülümsemelerini ter ü taze bulurum. Meczupluk haline yaraşır bir temiz bakışla çevresine bakınarak her dükkâna, her satıcıya, işine malına göre, 'Pazar ola bakkalbaşı, pazar ola balıkçı, pazar ola aşçı baba!' der yürür gider. Esnaf onun 'pazar ola'sını uğur bellemiştir."

Ahmet Rasim bir yazısında da Pazar Ola Hasan'la yaşlı bir kadının konuşmasına yer vermiş ve gördüklerini şu şekilde aktarmıştır:

'Bir gün üstü başı temiz yaşlıca bir kadın, işitilir derecede açık bir besmele çekerek Hasan Bey'e yaklaştı ve dedi ki:

-Oğlum Hasan Bey! Sulh olacak mı, sulh? Hasan Bey kayıtsız, gülümseyerek:
- Pazar ola hanım anne!
Zavallı kadın öyle sevindi ki; 'Bu pazar mı evlâdım?' dedi ki sorusu ağzında kaldı.
- Pazar ola turşucu!
Kadın arkasından bir müddet baktıktan sonra yanında bulunan genç hizmetkârı:
Onlara malum olur ama söylemezler, rumuz ile anlatırlar.
- Pazar ola kasapbaşı!'

Bunların yanında kaptan-ı deryalardan Abdurrahman Paşa, İtalyan kökenli olduğu için Frenk; Mustafa Paşa, tersanede İngilizce öğrenen ilk Türk denizcisi olduğu için İngiliz; bir başka Mustafa Paşa, birçok görevi atlaya atlaya kaptan-ı derya olması sebebiyle Atlamalı; Hüseyin Paşa ise, İspanyollarla yapılan bir deniz savaşında birçok yara aldığı için öldü sanılıp bırakılmış, ancak sonra yaşadığı anlaşılmış olduğundan yarı ölü, mânâsına gelen Mezomorta lâkabıyla lâkaplandırılmıştır.

Görülen o ki, insanın lâkabında; yaptığı işler, söylediği sözler, sergilediği davranışlar belirleyici olmaktadır. Kıyamet günü isimlerimizle çağrılacağımızı işaret eden hadîsten de anlaşıldığı üzere, o günde 'Karındeşen, Korkunç, Kazıklı, Zalim, Kuyucu.. vb.' kötü isimlerle çağrılma su-i akıbetine duçar olmamak için, hâl ve hareketlerimize çekidüzen vermeli, güzel ameller işleyip güzel isimler almanın, güzel isimlerle çağrılmanın hazırlığını yapmalıyız.

/Mehmet SUCU
Ocak 2003