Osmanlı İmparatorluğu’nda
Devlet ve Köylü
Huricihan İslamoğlu’nun “Osmanlı İmparatorluğu’nda
Devlet ve Köylü” kitabı 20 yıl sonra genişletilmiş ve elden geçmiş olarak
İletişim Yayınları’ndan tekrar basıldı.
Kitabın ilk baskısını okumamıştım.
Şimdi bir alıntı, ama 40 yıl önce yazılmış başka
bir kitaptan:
“Bu hareketlerin bütününe belli bir etiket
yapıştırmak, ne mümkün ne de arzulanan bir şeydir. Katılanların yüzde doksan
dokuzu sömürülen reaya sınıfından bile gelmiş olsa, güdülen hedefler bu sınıfın
egemenliğine yönelmişe benzemediğine göre, bir halk hareketinden söz etmek,
gerçeği fazla şemalaştırmak ve özünü bozmak olurdu. Ama olayların sonucu olan
bazı unsurları ortaya koyabiliriz.
Birincisi, Anadolu’daki patlama iç (nüfus
hareketlerinde artma, yönetici sınıfın üç kategorisi arasındaki mücadele) ve
dış (Uluslar arası ticaretin alt üst oluşu, Batı’nın mali gücü ve
imalathanelerle birlikte egemen bir ekonominin kurulmasının başlaması),
çelişkilerin sonucu olarak belirir. Katı, sağlam ve çok iyi yapılaşmış sistem,
uzun bir süre tepkileri baskı altında tutmayı başarır. Öyle ki sonunda,
güdümlü, belli bir hedefe yönelik ve bir taşmayla değil de, fark gözetmeden her
şeyi silip süpüren bir patlamayla karşı karşıya kalınıyor. Bazı baskılara gelen
tepkiyle ağır ağır olgunlaşan bir harekete değil, sabrın taştığı ve bireyin de,
türün de yaşamasını sürdürmesi doğrudan doğruya tehlikeye girdiği an, bireysel
olduğu kadar sosyal düzeyde doğan bir kopukluğa, bir bozuşmaya tanık oluruz.
Dolayısıyla tepkiler kendini çok kere günlük ihtiyaçlar içinde, geçim derdi
düzeyinde açığa vurur ve bu şartlar altında biraz daha geleceğe dönük uzun
vadeli her yöneliş kavranamayan bir şey olarak gözükür.
İkincisi, bütün bu olaylar boyunca iki akım kendini
açığa vurur. Artık ihtiyaçlara cevap veremeyen bir sistemin kadrosundan
kurtulmuş yığınların baskısı, kendini zenginlikleri elinde tutan imtiyazlı
sınıflara ait kurumlar üzerinde duyurur. Medreseler, taşra askeri sınıfı ve
kapıkulları bunların istilasına uğrar. Aynı şekilde, bu kurumların üyeleri
tarafından da, bu harekete ters yönde bir yeniden kendine çekme hareketi
yürütülür; insanları ve servetleri yeniden kendine çekme…
Bunlar bizi sistemin temel yapılarıyla ilgili
üçüncü bir gözleme götürür. Yönetici sınıf ilke olarak bütün ülke
zenginliklerinin, malın mülkün tek sahibi olan hükümdarın emrindeki memurlar
topluluğundan başka bir şey değildir. Fakat aynı zamanda sistemin, üretim
araçlarının özel tasarrufu doğrultusunda evrimleşmesinde nesnel çıkarları olan
tek unsur odur. Sistemin doruğuyla tabanının, yeni hükümdarlarla reayanın
çıkarıysa tam tersine düzenin korumasındandır. Olaylar da işte bu tarzda
gelişir. Kaba çizgileriyle şöyle bir özet yapabiliriz. Devlet memurları
sınıfının, reayanın yaptığı üretimden kaldırdığı payların artmasıyla maddileşen
merkezden kopmacı gücü, tabandaki bu sınıfın yıkıntıya uğramasına, altüst
olmasına yol açar. Her ayaklanma hareketinin, padişahın değil de aracılarının
otoritesine karşı çıktığını görmek ilgi çekicidir. Hükümdarla halk arasındaki ortak
çıkar, adalet fermanlarına ve kapıkulu ocaklarında kabul şartlarında açıkça
görülür. Ama temel birimlerin yani timarların yıkılışı somut hale gelip de
kendisiyle birlikte felakete sürüklenince, askeri ve sivil büyük memurlar
sınıfı gibi tüccarlar da toprak alanına sızarlar ve özel mülkleşme başlar.
Bütün bunların belli başlı iki sonucu olur. Osmanlı
düzenini meydana getiren bütün kurumlar, on dokuzuncu yüzyıla kadar biçim
olarak varlıklarını sürdürseler bile, onyedinci yüzyıl başlarında yok olur
giderler.”
Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye, Stefanos
Yerasimos, Cilt 1, Sy 375-376
Stefanos Yerasimos’un kaba çizgileriyle resmettiği
Köylülük ve elbette siyasi-toplumsal yapı İslamoğlu tarafından tekrar ele
alınıyor. Yöntem olarak daha işlevli araçlara başvurularak elbette:
“Modernite bu anlamda, 16. yüzyıldan bu yana önce
monarşi/imparatorluk yönetimlerinin, daha sonraları bürokratik ve bugüne
gelindiğinde de ulus-ötesi ağların parçası olan uzman kurulların oluşturduğu
yönetimlerin temsil ettikleri devlet ve egemenlik yapılarının hayata
geçmelerini sağlayan kurum ve kuralların toplumsal gerçekliği biçimleme
süreçlerini tanımlamaktadır. Toplumsal gerçekliğin kurumlar aracılığıyla
sürekli biçimlenme süreçleri, toplumda yer alan farklı çıkarların karşı karşıya
geldikleri, eski ile yeninin çatıştığı ve yeninin eskinin izlerini taşıdığı
siyasi mücadele ortamlarıdır….Burada devletten kastedilen bir siyasi güç
dengeleri ortamı, yani Gramsci’nin önerdiği doğrultuda bir egemenlik
ortamıdır.” Devlet ve Köylü, Sy 22
“Herhangi bir toplumda özel mülkiyetin ne türlü
biçimleneceğini belirleyen, o toplumda özel mülkiyetin oluşum sürecindeki
farklı aktörlerin alacakları tavırlar ve bu tavırlarla başka aktörlerin
tutumları arasında ortaya çıkan çelişkiler ve bu çelişkilerin çeşitli
şekillerde uzlaştırma süreçlerini içeren siyasetlerdir. Kurumların oluşum
süreçlerini değerlendirirken bu siyasi boyutun vurgulanması ise kültürel
belirleyicilik unsurlarını vurgulama eğilimi gösteren ‘patika bağımlılığı’
yaklaşımlarının bir eleştirisi mahiyetindedir.” Devlet ve Köylü, Sy 23
“Kurumların bu şekilde ele alınsının 16. yüzyılda
olduğu kadar bugün için de önemli olduğuna inanıyorum. Şöyle ki, yaşamakta
olduğumuz ulus-ötesi piyasalarla bütünleşme süreçlerinde tarımsal ürünlerin
ticaretinde engel olarak görülen devlet fiyat politikalarının ortadan
kaldırılması, bazı ticari ürünlerde tarımsal faaliyetin bağımsız çiftçiler
yerine sözleşmeli üreticiler tarafından gerçekleştirilmesine yol açmaktadır.
Örneğin tütünde sözleşmeli üretim kurumunun ortaya çıkma ve biçimlenme
süreçlerini, ulus ötesi şirketler, tekeller ve üreticileri içeren siyasi
süreçlerden bağımsız olarak değerlendirmek mümkün değildir.” Devlet ve Köylü, Sy 25
“Burada üzerinde durulması gereken husus, egemen
gücün hangi amaçlara yönelik olarak toplumsal faaliyeti biçimlediği, yani hangi
amaçlar doğrultusunda meşruiyet sağlamaya çalıştığıdır. Siyasetin sınırlarını
da belirleyen de büyük ölçüde bu meşruiyet söylemidir.” Devlet ve Köylü, Sy 25
“Aksine, Osmanlı ortamında 18. ve 19. yüzyıllarda
ortaya çıkan güç ilişkileri çerçevesinde bir merkezi-bürokratik yönetim ortaya
çıkmış, bunun karşısında dış ticarete bağımlı büyük toprak sahipleri sınıfının
gelişmesi güdük kalmış ve tarımda ( Wallerstein’in önerdiği şekilde serflik
ilişkileri yerine) bağımsız köylü üreticiler egemen olmuştur.” Devlet ve Köylü, Sy29
“Toplumların kaderlerinin belirlenmesinde
siyasetin, yani farklı kesimlerin kendi yaşam koşullarını değiştirmek için
verdikleri mücadeleleri göz önünde bulundurmak gerekir. “ Devlet ve Köylü, Sy62
“Öncelikle nüfusun görece düşük ve de ekilecek
toprakların oldukça bol olduğu Osmanlı coğrafyasında köylüler genelde tahmin
edilenin ötesinde bir pazarlık gücüne sahiptir.” Devlet ve Köylü, Sy 64
“Osmanlı İmparatorluğu bağlamında geliştirilen bu
yaklaşım, aynı zamanda günümüzde yaşanmakta olan toplumsal dönüşümün nasıl
gerçekleştiğini de açıklamaktadır. Zira kürselleşme olarak tanımlanan ve farklı
bölge toplum ve ekonomilerinin kürsel sermayenin talepleri doğrultusunda
biçimlenmesini gerekçelendiren sürecin niteliği, büyük ölçüde farklı bölge ve
ülkelerdeki siyasi süreçler, onların öngördükleri kurumsal yapılar tarafından
biçimlendirilmektedir.” Devlet ve Köylü,
Sy 67
Kitabın
yazımının hangi ihtiyaçtan kaynaklandığını ise şöyle açıklıyor İslamoğlu:
“1970′lerde, özellikle de bir köylü toplumu olan
Vietnam ve onu destekleyen bir köylü toplumu olan Çin karşısında ABD’nin
yenilgiye uğraması, köylü toplumlarının dinamiklerine ilişkin yoğun bir
tartışmayı da beraberinde getirdi. Ayrıca aynı yıllarda, Üçüncü Dünya
ülkelerinde uygukanmaya çalışılan sanayileşme modellerinin de başarısızlığa
uğraması, Asya ve Afrika’da kırsal gelişme modellerinin benimsenmesine neden
oldu. DEVLET VE KÖYLÜ, 1970′li ve 1980′li yıllarda iktisat tarihçileri ve
gelişme iktisatçıları arasında cereyan eden bu tartışmalar çerçevesinde
biçimlenmiştir.” Devlet ve Köylü, Sy.68
Osmanlı’daki
iktidar ilişkilerine ilişkin ise şöyle bir değerlendirmede bulunur:
“Bu açıdan bakıldığında devlet, egemen sınıfların
ötesinde onların toplumun diğer kesimlerini de içeren iktisat ilişkilerinin
tümünü içerir. Böyle değerlendirildiğinde ise Osmanlı’da köylü üreticileri ve
onların iktisadi faaliyetleri, iktidar ilişkilerinin hedefi değil bir parçası
olarak karşımıza çıkar.” Devlet ve
Köylü, Sy 79
Ve tabii kendi
fikri eksenini de açıklar:
“Özetle Devlet ve Köylü, Osmanlı
İmparatorluğu’ndaki iktsiadi ve toplumsal yapıyı Şark despotizmi
anlayışlarından farklı olarak padişahın veya despotun vergi istekleri
doğrultusunda biçimlenen bir yapı olarak tanımlamamaktadır. “ Devlet ve Köylü, Sy. 331
“Bu açıdan değerlendirildiğinde ise hiçbir bölge
veya ülke için mutlak ve süregelen durağanlık yapılarından ve durağanlığı
tetikleyen siyaset yönetimlerinden söz etmek mümkün değildir.” Devlet ve Köylü, Sy 336
Devlet ve Köylü yalnızca ülkemiz toplumsal yapısını
anlamak isteyenlerin değil, dünyadaki bir çok gelişmeyi de hazır kalıplarla ele
almanın yanlışlığını bir kez daha anlatıyor.
Geniş bir istatistik/analiz bölümü de içeriyor
kitap. Şimdiye kadar bu konularda yazılmış olanların ötesinde tezler bu veriler
ışığında tekrar ele alınıyor.
Osmanlı
İmparatorluğunda Devlet ve Köylü, Huricihan İslamoğlu, İletişim
Yayınları, 375 sayfa