1 Ocak 2007 Pazartesi

Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Köylü

Osmanlı İmparatorluğu’nda 
Devlet ve Köylü

Huricihan İslamoğlu’nun “Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Köylü” kitabı 20 yıl sonra genişletilmiş ve elden geçmiş olarak İletişim Yayınları’ndan tekrar basıldı.

Kitabın ilk baskısını okumamıştım.
Şimdi bir alıntı, ama 40 yıl önce yazılmış başka bir kitaptan:
“Bu hareketlerin bütününe belli bir etiket yapıştırmak, ne mümkün ne de arzulanan bir şeydir. Katılanların yüzde doksan dokuzu sömürülen reaya sınıfından bile gelmiş olsa, güdülen hedefler bu sınıfın egemenliğine yönelmişe benzemediğine göre, bir halk hareketinden söz etmek, gerçeği fazla şemalaştırmak ve özünü bozmak olurdu. Ama olayların sonucu olan bazı unsurları ortaya koyabiliriz.

Birincisi, Anadolu’daki patlama iç (nüfus hareketlerinde artma, yönetici sınıfın üç kategorisi arasındaki mücadele) ve dış (Uluslar arası ticaretin alt üst oluşu, Batı’nın mali gücü ve imalathanelerle birlikte egemen bir ekonominin kurulmasının başlaması), çelişkilerin sonucu olarak belirir. Katı, sağlam ve çok iyi yapılaşmış sistem, uzun bir süre tepkileri baskı altında tutmayı başarır. Öyle ki sonunda, güdümlü, belli bir hedefe yönelik ve bir taşmayla değil de, fark gözetmeden her şeyi silip süpüren bir patlamayla karşı karşıya kalınıyor. Bazı baskılara gelen tepkiyle ağır ağır olgunlaşan bir harekete değil, sabrın taştığı ve bireyin de, türün de yaşamasını sürdürmesi doğrudan doğruya tehlikeye girdiği an, bireysel olduğu kadar sosyal düzeyde doğan bir kopukluğa, bir bozuşmaya tanık oluruz. Dolayısıyla tepkiler kendini çok kere günlük ihtiyaçlar içinde, geçim derdi düzeyinde açığa vurur ve bu şartlar altında biraz daha geleceğe dönük uzun vadeli her yöneliş kavranamayan bir şey olarak gözükür.

İkincisi, bütün bu olaylar boyunca iki akım kendini açığa vurur. Artık ihtiyaçlara cevap veremeyen bir sistemin kadrosundan kurtulmuş yığınların baskısı, kendini zenginlikleri elinde tutan imtiyazlı sınıflara ait kurumlar üzerinde duyurur. Medreseler, taşra askeri sınıfı ve kapıkulları bunların istilasına uğrar. Aynı şekilde, bu kurumların üyeleri tarafından da, bu harekete ters yönde bir yeniden kendine çekme hareketi yürütülür; insanları ve servetleri yeniden kendine çekme…

Bunlar bizi sistemin temel yapılarıyla ilgili üçüncü bir gözleme götürür. Yönetici sınıf ilke olarak bütün ülke zenginliklerinin, malın mülkün tek sahibi olan hükümdarın emrindeki memurlar topluluğundan başka bir şey değildir. Fakat aynı zamanda sistemin, üretim araçlarının özel tasarrufu doğrultusunda evrimleşmesinde nesnel çıkarları olan tek unsur odur. Sistemin doruğuyla tabanının, yeni hükümdarlarla reayanın çıkarıysa tam tersine düzenin korumasındandır. Olaylar da işte bu tarzda gelişir. Kaba çizgileriyle şöyle bir özet yapabiliriz. Devlet memurları sınıfının, reayanın yaptığı üretimden kaldırdığı payların artmasıyla maddileşen merkezden kopmacı gücü, tabandaki bu sınıfın yıkıntıya uğramasına, altüst olmasına yol açar. Her ayaklanma hareketinin, padişahın değil de aracılarının otoritesine karşı çıktığını görmek ilgi çekicidir. Hükümdarla halk arasındaki ortak çıkar, adalet fermanlarına ve kapıkulu ocaklarında kabul şartlarında açıkça görülür. Ama temel birimlerin yani timarların yıkılışı somut hale gelip de kendisiyle birlikte felakete sürüklenince, askeri ve sivil büyük memurlar sınıfı gibi tüccarlar da toprak alanına sızarlar ve özel mülkleşme başlar.

Bütün bunların belli başlı iki sonucu olur. Osmanlı düzenini meydana getiren bütün kurumlar, on dokuzuncu yüzyıla kadar biçim olarak varlıklarını sürdürseler bile, onyedinci yüzyıl başlarında yok olur giderler.”

Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye, Stefanos Yerasimos, Cilt 1, Sy 375-376

Stefanos Yerasimos’un kaba çizgileriyle resmettiği Köylülük ve elbette siyasi-toplumsal yapı İslamoğlu tarafından tekrar ele alınıyor. Yöntem olarak daha işlevli araçlara başvurularak elbette:

“Modernite bu anlamda, 16. yüzyıldan bu yana önce monarşi/imparatorluk yönetimlerinin, daha sonraları bürokratik ve bugüne gelindiğinde de ulus-ötesi ağların parçası olan uzman kurulların oluşturduğu yönetimlerin temsil ettikleri devlet ve egemenlik yapılarının hayata geçmelerini sağlayan kurum ve kuralların toplumsal gerçekliği biçimleme süreçlerini tanımlamaktadır. Toplumsal gerçekliğin kurumlar aracılığıyla sürekli biçimlenme süreçleri, toplumda yer alan farklı çıkarların karşı karşıya geldikleri, eski ile yeninin çatıştığı ve yeninin eskinin izlerini taşıdığı siyasi mücadele ortamlarıdır….Burada devletten kastedilen bir siyasi güç dengeleri ortamı, yani Gramsci’nin önerdiği doğrultuda bir egemenlik ortamıdır.” Devlet ve Köylü, Sy 22

“Herhangi bir toplumda özel mülkiyetin ne türlü biçimleneceğini belirleyen, o toplumda özel mülkiyetin oluşum sürecindeki farklı aktörlerin alacakları tavırlar ve bu tavırlarla başka aktörlerin tutumları arasında ortaya çıkan çelişkiler ve bu çelişkilerin çeşitli şekillerde uzlaştırma süreçlerini içeren siyasetlerdir. Kurumların oluşum süreçlerini değerlendirirken bu siyasi boyutun vurgulanması ise kültürel belirleyicilik unsurlarını vurgulama eğilimi gösteren ‘patika bağımlılığı’ yaklaşımlarının bir eleştirisi mahiyetindedir.” Devlet ve Köylü, Sy 23

“Kurumların bu şekilde ele alınsının 16. yüzyılda olduğu kadar bugün için de önemli olduğuna inanıyorum. Şöyle ki, yaşamakta olduğumuz ulus-ötesi piyasalarla bütünleşme süreçlerinde tarımsal ürünlerin ticaretinde engel olarak görülen devlet fiyat politikalarının ortadan kaldırılması, bazı ticari ürünlerde tarımsal faaliyetin bağımsız çiftçiler yerine sözleşmeli üreticiler tarafından gerçekleştirilmesine yol açmaktadır. Örneğin tütünde sözleşmeli üretim kurumunun ortaya çıkma ve biçimlenme süreçlerini, ulus ötesi şirketler, tekeller ve üreticileri içeren siyasi süreçlerden bağımsız olarak değerlendirmek mümkün değildir.” Devlet ve Köylü, Sy 25

“Burada üzerinde durulması gereken husus, egemen gücün hangi amaçlara yönelik olarak toplumsal faaliyeti biçimlediği, yani hangi amaçlar doğrultusunda meşruiyet sağlamaya çalıştığıdır. Siyasetin sınırlarını da belirleyen de büyük ölçüde bu meşruiyet söylemidir.” Devlet ve Köylü, Sy 25

“Aksine, Osmanlı ortamında 18. ve 19. yüzyıllarda ortaya çıkan güç ilişkileri çerçevesinde bir merkezi-bürokratik yönetim ortaya çıkmış, bunun karşısında dış ticarete bağımlı büyük toprak sahipleri sınıfının gelişmesi güdük kalmış ve tarımda ( Wallerstein’in önerdiği şekilde serflik ilişkileri yerine) bağımsız köylü üreticiler egemen olmuştur.” Devlet ve Köylü, Sy29

“Toplumların kaderlerinin belirlenmesinde siyasetin, yani farklı kesimlerin kendi yaşam koşullarını değiştirmek için verdikleri mücadeleleri göz önünde bulundurmak gerekir. “ Devlet ve Köylü, Sy62

“Öncelikle nüfusun görece düşük ve de ekilecek toprakların oldukça bol olduğu Osmanlı coğrafyasında köylüler genelde tahmin edilenin ötesinde bir pazarlık gücüne sahiptir.” Devlet ve Köylü, Sy 64

“Osmanlı İmparatorluğu bağlamında geliştirilen bu yaklaşım, aynı zamanda günümüzde yaşanmakta olan toplumsal dönüşümün nasıl gerçekleştiğini de açıklamaktadır. Zira kürselleşme olarak tanımlanan ve farklı bölge toplum ve ekonomilerinin kürsel sermayenin talepleri doğrultusunda biçimlenmesini gerekçelendiren sürecin niteliği, büyük ölçüde farklı bölge ve ülkelerdeki siyasi süreçler, onların öngördükleri kurumsal yapılar tarafından biçimlendirilmektedir.” Devlet ve Köylü, Sy 67

Kitabın yazımının hangi ihtiyaçtan kaynaklandığını ise şöyle açıklıyor İslamoğlu:
“1970′lerde, özellikle de bir köylü toplumu olan Vietnam ve onu destekleyen bir köylü toplumu olan Çin karşısında ABD’nin yenilgiye uğraması, köylü toplumlarının dinamiklerine ilişkin yoğun bir tartışmayı da beraberinde getirdi. Ayrıca aynı yıllarda, Üçüncü Dünya ülkelerinde uygukanmaya çalışılan sanayileşme modellerinin de başarısızlığa uğraması, Asya ve Afrika’da kırsal gelişme modellerinin benimsenmesine neden oldu. DEVLET VE KÖYLÜ, 1970′li ve 1980′li yıllarda iktisat tarihçileri ve gelişme iktisatçıları arasında cereyan eden bu tartışmalar çerçevesinde biçimlenmiştir.” Devlet ve Köylü, Sy.68

Osmanlı’daki iktidar ilişkilerine ilişkin ise şöyle bir değerlendirmede bulunur:
“Bu açıdan bakıldığında devlet, egemen sınıfların ötesinde onların toplumun diğer kesimlerini de içeren iktisat ilişkilerinin tümünü içerir. Böyle değerlendirildiğinde ise Osmanlı’da köylü üreticileri ve onların iktisadi faaliyetleri, iktidar ilişkilerinin hedefi değil bir parçası olarak karşımıza çıkar.” Devlet ve Köylü, Sy 79

Ve tabii kendi fikri eksenini de açıklar:
“Özetle Devlet ve Köylü, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki iktsiadi ve toplumsal yapıyı Şark despotizmi anlayışlarından farklı olarak padişahın veya despotun vergi istekleri doğrultusunda biçimlenen bir yapı olarak tanımlamamaktadır. “ Devlet ve Köylü, Sy. 331

“Bu açıdan değerlendirildiğinde ise hiçbir bölge veya ülke için mutlak ve süregelen durağanlık yapılarından ve durağanlığı tetikleyen siyaset yönetimlerinden söz etmek mümkün değildir.” Devlet ve Köylü, Sy 336

Devlet ve Köylü yalnızca ülkemiz toplumsal yapısını anlamak isteyenlerin değil, dünyadaki bir çok gelişmeyi de hazır kalıplarla ele almanın yanlışlığını bir kez daha anlatıyor.

Geniş bir istatistik/analiz bölümü de içeriyor kitap. Şimdiye kadar bu konularda yazılmış olanların ötesinde tezler bu veriler ışığında tekrar ele alınıyor.

Osmanlı  İmparatorluğunda Devlet ve Köylü, Huricihan İslamoğlu, İletişim Yayınları, 375 sayfa


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder