Avcılık, TDK Türkçe Sözlüğünde “Karada, denizde, gölde veya akarsularda evcil olmayan hayvanları vurma veya yakalama işi, şikâr” olarak tanımlanmış olsa da aynı zamanda sportif bir faaliyet olan avcılık köyümüzde yaygın olarak yapılmamaktadır. Zaten buna sebebiyet verecek av hayvanının miktarı da mahduttur. Bu nedenle köyde yapılan avcılık endüstriyel düzeyde olmadığı gibi bu iş için özel olarak donanımlı avcılarımız da yoktur ve bu işi profesyonelce yapacak bir avcı da yoktur. Bir diğer ifade ile köyümüzde avcılığı bir meslek haline getiren yoktur. Sözün kısası köyde avlanan insanlarımızın (ki daha ziyade bunlar çocuk ve gençlerden oluşmaktadır) hepsi vakit geçirmek, eğlenmek amacıyla avlanmaktadır. Ancak boşuna avlanılmadığı da bir gerçektir. Çünkü av hayvanının etinden yararlanılmaktadır. Yoksa zevkine hayvan öldürüp atmak değildir. Yakalanan küçücük bir serçe kuşundan bile beş kişinin karnını doyurabilecek bir kazan yemek (örn. Sıkma Dolması) yapılması da köydeki yemek kültürünün bir zenginliğidir.
Av Hayvanlarımız
Köyümüzde temel olarak kara avcılığı yapılmakta olup bu av hayvanlarının içinde de ağırlığı uçucular oluşturmaktadır. Köse, Serçe (Bürükcül) gibi küçük kuşlara ilaveten Akbakal ya da Paslıbakal, Karabakal ve Çıraburun dediğimiz “Karatavuk”lar, sürüler halinde dolaşan Sığırcık kuşları biraz daha irice hayvanlardır. Dere ve çay yataklarına ilaveten tarlaların sulak yerlerinde de rastladığımız “Çivi Çulluk” ve “Kaba Çulluk” diğer bir av hayvanlarımızdır. Özellikle sahildeki göller (Karaboğaz vb.) buzlanıp donduğu zamanlarda dere ve çay yataklarını takip ederek köyümüze ve oradan köy ormanlarına çıkmak için gelen “yaban ördekleri” bir diğer av konusu hayvanlardır. Eğer donma olayı olmazsa köyde bu işe meraklı olan üç beş kişi Kargalı, Toplu ve Doyran Köyleri civarı ve Karaboğaz Gölüne giderek sezonluk avlanma yapmaktadırlar. Yaz aylarında buğdaylar biçilirken tarlalarda yuvalarına ve yavrularına rastladığımız “bıldırcın”lara ne yazık ki av sezonunda rastlayamıyoruz. Yine bunun gibi “Dağ Keklikleri”nin sesini yaz aylarında duyarız da kışın kaybederiz onları. İnsanlara avcılık konusunda teçhizat düzdüren “yaban tavşanları” da ne çare ki köyümüzde yeterli düzeyde yoktur.
Kara avcılığı dışında köyümüzde zikre değmeyecek miktarda da su avcılığıyla balık tutulmaktadır. Köyümüz denizle sınır bir kıyı yerleşim yeri olmadığı için su avcılığından kastımız ise çay ve dere yataklarında münferit olarak yakaladığımız ve bir parmak boyundaki tatlı su balıklarıdır.
AV ARAÇ-GEREÇLERİMİZ
Av araç gereçlerinin başında bugün “Av Tüfek”leri gelmektedir. Ancak küçüklüğümüzde bol miktarda gördüğümüz “Kundak” ya da “Temer” dediğimiz bu ucu kalın ve yumru olan ok atan yayların yapım zorluğu ve atılan okun tekrar aranıp bulunması gerektiğinden terkedilmiştir. Sapan, herkesin ucuz ve kolay yoldan elde edebileceği bir alet olup ekseri çocuk ve gençlerin kullandığı bir alettir. Aktif olarak kullanılan bu av araçlarından başka bir de sabit olarak kurularak kullanılan “Kapan” dediğimiz “av tuzak”larımız da vardır. Özellikle kar yağdığı zaman evin penceresinden uzatılan bir ip ile kontrol edilen ve küçük kuşlar için kurulan “Kalbur Kapan”lara ilaveten çalılık diplerine bakal ve çulluk için kurulan “Dal Kapanlar” temel “tuzak”larımızdır. Seyyar olarak kullanılabilen bir diğer av aracımız da “Kıl Tuzak”lardır. Atkuyruğu kılından yapılan “ilmek”ler sayesinde her türlü uçucuları yem ile kandırıp ayaklarından yakalamaya yarayan bu tuzağımızı bir kazık yardımıyla her yere kurabildiğimiz gibi özellikle bakalların dadandığı sarmaşıklı ağaç dallarına da kurulmaktaydı. Dere ve Çaylarda yapılan balık avı için ise “olta”lara ilaveten sıyırma yapmak için yapraklı ağaç dalları ve uzun boylu “Yüğdün” ve “Eğrelti” otlarında rula yapıp göl taranırdı. Ayrıca ince kilim ve çarşaflar da ağ niyetine kullanılırdı.
Kıl Tuzak
Köyümüzde av hayvanlarından uçucuları yani kuşları yakalamayı amaçlayan bir aracımız “Kıl Tuzağı”dır. TDK’nın Türkçe Sözlüğünde “Tilki, sansar ve kuş tutmak için, dere üzerine atkuyruğundan kurulan tuzak” diye tanımlanan bu tuzağımızı biz sadece serçe ve bakal dediğimiz karatavukları avlamak için kullanırdık. Atkuyruğu yerine de aynı işleve sahip misina kullanırdık. Bu tuzağın esprisi tahta üzerine çakılan iplerin ucunu ilmekleyip gelip konan kuşların ayaklarından bu ilmeklere takılarak bir uçup gidememesidir. Özellikle kış günlerinde kuşların uğrak yerlerine kurulan bu tuzağa aynı zamanda kuşların ilgisini çekmek için yem de konulmaktadır.
Kıl tuzak yapmak için bir tahta parçası ve bir miktar ince misinaya ihtiyacımız vardır. Özellikle yakalamak istediğimiz kuşun kaldırıp uçuramayacağı ağırlıkta bir tahta parçası işimizi görecektir. Bunun için tahtamız normalde 20x20 cm ebadında üzerine çakacağımız misinaları tutturacağımız sertlik ve kalınlıkta olmalıdır. Görünmez ip de dediğimiz misina ne kadar ince olursa işimiz o kadar kolay olacaktır.
Tahta üzerine ince bir çivi yardımıyla 1-2 cm aralığında ve 5-10 mm derinliğinde delikler açarız. Arzu ettiğimiz sayıda, 15-20 cm uzunluğunda kestiğimiz misinaları “u” şeklinde iki ucunu bir araya getirip bu uçlarını çiviyle açtığımız deliğe sokar üzerine misinaların asla çıkarılamayacağı sağlamlıkta kibrit çöpü ya da buna benzer ağaçtan yapılmış odun çivilerini kazık gibi çakarız. Misinaları çakma işi bittikten sonra sıra bunları ilmek yapmaya gelmiştir. Her birisi teker teker değişik yönlere bakacak şekilde ilmeklendikten sonra tuzağımız hazır demektir.
Statik bir yapıda olan ve herhangi bir hareketli düzeneği olmayan kıl tuzakların ilk kullanıldığı yer, kar yağdığı zaman karınlarını doyurmak için bakalların gelip kondukları sarmaşıklı ağaçlardır. Yerlerin karla kaplandığı zamanlarda hayvanların uğrak yeri olan bu tür yerlerde sarmaşıkların tıpkı kuş üzümünü andıran siyah tohumları bahara kadar hayvanların karınlarını doyurdukları besin kaynaklarıdır. Uzaktan bakılınca görülebilecek şekilde bir dalın üstüne takılan ya da bağlanan bu tuzağımız sık sık gözetlenerek “tutulan” yani tuzağa yakalanan hayvanın eziyet çekmemesi için derhal tuzaktan kurtarılmasına dikkat edilir. Bu tuzağımızı salaç ve samanlık gibi yerlere de kurarız ama kümes hayvanlarımızın yakalanmaması için yüksekçe bir yer tercih edilir. Gerek yere ve gerekse altına uzunca bir direk çakıp yükselterek, bazen açık alana da kurduğumuz bu tuzağımızla yakaladığımız kuşlar arasında en güzelleri birkaç tanesi grup halinde gezen güzel ötüşlü ve güzel görünüşlü “saka” kuşlarıydı.
Dal Kapan
Evlerden fazla uzakta olmayan yerlerdeki orman içi ve çalı diplerine kurduğumuz bu tuzakla yine amaç Çıraburun, Akbakal ya da Karabakal avlamaktır. Kapan TDK’nın Türkçe Sözlüğünde; “Bazı hayvanları yakalamak için kullanılan, hayvanın ayağının değmesiyle işleyen tuzak” olarak tanımlanmış olsa da bizim bu kapanımız hayvanın ayağının değmesiyle değil kapana takılan bir yemi almak için gagasının değmesiyle işleyen bir tuzaktır. Zaten ismi üstünde olan bu av aracımızla amacımız hayvanı hile ile yakalamaktır. Kapanın kamışına yem olarak astığımız özellikle canlı bir solucana bu hayvanlar asla hayır diyemeyip yemek için dalarlar ve kapanan kapana kısılırlar.
Daha büyük ya da daha küçüğü de yapılabileceği gibi standart bir dal kapan yapmak için gerekli olan malzemeler şunlardır. Bir adet 1 metre uzunluğunda eğilip bükülebilecek esnekliğe sahip başparmak kalınlığında bir dal parçası. Bu dalı düzgün bir “U” şeklinde eğip bükeriz ve uçları açık kalacak şekilde iki ucu arasına iki sıra ip gereriz. Aynı ipten bir tane de uç kısmında itibaren otuz santim yukarıya bağlarız. Bu iki ip vasıtasıyla “U” şeklindeki ana parçamızın arasını hasır dokur gibi otuz santimetrelik ince ve düzgün dal parçalarıyla örerek doldururuz. Bu dallardan ortadaki birine ucundan on santimetre içeride olacak şekilde bir kamış halka takarız. Bu kamış dal kapanımızın temel işlev noktasıdır. Bu kamışın alt ucuna yem takılır ve kapanı açık tutan düzeneğin ucu da bu kamışa tutuşturulur. Yirmi santimetrelik ucu hafif çatal bir çomak ile bir ucu yem takılan kamışa üstten takılan diğer ucu da dal kapanın tutma yerine alttan takılan kırk santimetrelik asıl çubuğumuzla kapanımız hazır demektir.
Kapan kurulacak yerin hafif meyilli olması işimiz kolaylaştıracaktır. Kamışa canlı bir solucan bir iple özenle bağlanır. Bu kamışın hizasına denk gelecek şekilde, kapana kıstırılan hayvanın ezilerek ölmemesi için fazla derin olmayan hafif bir çukur kazılır. Kapanın tutma yerindeki boşluğa denk gelecek şekilde çatal çomağımız yere çakılır. Bu çatal çomağın uzun ya da kısalığı kapanımızın ağız açıklığını ayarlamamıza yaramaktadır. Kapanın altından kulpuna takılarak kamışın üstüne takılan çubuğumuz bu çatala bindirilerek kırk beş derecelik bir açıyla tuzağımız kurulmuş olur. Ancak, hayvanın yemi yandan çekip almaması için kapanın yanları dıştan, kapanın kapanmasını engellemeyecek şekilde toprakla kapatılır ki hayvan kapana önden girerek yemi öne çeksin ve kapanın düzeneğinin kurtulmasını sağlasın. Kapan kurarken yapılacak bir diğer işlem de kapana kısılan hayvanın bu hafif dal kapanı kaldırıp içinden kaçmasını engellemek üzere kapanın üzerine bir miktar toprak koymaktır. Bu sayede hem kapan hızlı bir şekilde kapanmış olur ve hem de dalların arasındaki boşluklardan istifade ederek kısıldığı yerden kurtulup kaçması engellenmiş olur. Tüm tuzaklarda olduğu gibi bu dal kapanımızın da sık sık gözetlenmesi gerekmektedir. Bazen soğuk havalarda kamışa tutturulan yer buzlandığı için hayvanlar yemi yemiş olsa bile kapan kapanmayacağı gibi yakalanan hayvanın eziyet çekerek ölmesini önlemek için de onu oradan bir an önce kurtarıp almak için bu kontroller çok önemlidir.
Kalbur Kapan
Evimizdeki “Gözer” ve “Kalbur”ları kullanarak kurduğumuz bu kapanlara “Kalbur Kapan” denmektedir. “Kıl Tuzak” ve “Dal Kapan”a karşılık bu kapanımız statik değil dinamik bir tuzaktır. Kapanmasını sağlayacak düzeneği harekete geçirmek bizim elimizdedir. Bunun için kapandan bulunduğumuz yere kadar uzatılan bir ipten yararlanılır.
Kar yağdığı zamanlarda evden dışarı çıkılamadığında özellikle çocuklar için bir eğlence olarak kurulan kalbur kapanlarımız için gerekli olan malzeme bir kalbur, kısa bir çubuk ve yeteri kadar uzunlukta bir iptir. Soba ya da ocak yanan odanın camından sarkıtılan bir ip vasıtasıyla kontrol edilen bu kapanımızın kurulumu da çok basittir. Açık kısmı aşağı gelecek şekilde yaklaşık kırk beş derecelik bir açıyla dikilen bir çubuğa tutturulan kapanımızı bu çubuğunun üst kısmına yakın bir yerinden evden uzatılan ipimize bağlarız. İçine koyduğumuz yemleri yemek için kapanın altına giren kuşlar, ipin çekilmesiyle kapanan kalburun içinde hapsolurlar. Salaç ve samanlık gibi yerlerin “kurulak”larına kurduğumuz bu kapanlarımıza bazen kümes hayvanlarımız da geldiğinde şakasına onları da yakalardık.
Bu kapandan esinlenerek yapılan daha büyük kapanlarımız da vardır. Özellikle gece vakitlerinde deniz kıyısındaki arazilere yaban ördeği avlamaya gidenlerimiz iki üç metrekare büyüklüğünde tel örgü kullanarak yaptıkları kapanlarla pusuya yatarak ördek yakaladıkları da olmaktadır. Bunun için karlı alanda genişçe bir yerin karı temizlenip mısır taneleri de yemlik olarak konularak kapan kurulur. Kapanın içi görülebilecek bir mesafeye mevzilenilerek, gecenin karanlığında kar içinde bu karaltılığı göl zannedip inen ördekler tüfekle avlanmak yerine biraz zahmetli ve meşakkatli de olsa masrafsızca bu tuzakla üçer beşer sürü halinde yakalanabilmektedir. Buna benzer düzeneği köy içinde de kullanarak, sürüler halinde gezen “bürükçün” dediğimiz serçeler de topluca avlanabilmektedir.
Rastik ya da Sapan
Literatürdeki adı “Sapan” olsa da köyde biz bunlara “lastik” ya da “rastik” demekteyiz. Her çocuğun ve gencin mutlaka bir sapanı vardır. Hatta yetişkinler bile bazen kullanabilmekteydiler. Tuzak kurarak avlanmanın dışında kişinin gezip dolaşarak spor yapmasına da yarayan sapanların yapımı için gerekli malzemeler şunlardır. Önceden hazırlanıp kurutulmuş bir “çatal”, araçların iç lastiği şamyelden kesilerek yapılmış bir iki santim eninde, yirmi otuz santim uzunluğunda iki adet lastik, yara bandı şeklinde deri ya da meşin ile bunları bağlamaya yarayan yine şamyelden elde edilmiş olan eczacı lastiği şeklinde ince lastikler. Daha sonraki yıllarda bu iş için imal edilmiş lastiklerin kauçuktan olanları ve hatta çatalı, meşini ve lastiği bağlı hazır sapanlar çıkmıştı. Ancak, yaz mevsiminden itibaren bizim “kiren” dediğimiz kızılcık ağacından kesip şekillendirerek ocağın bacasında kışa kadar iyice kurutularak sağlamlaştırılan kaliteli bir çatal ve henüz üzülüp incelip koparak eklenmemiş kız gibi rastiğe sahip olmak da her yiğidin harcı değildi. Zaman zaman gençler toplaşıp “kim daha uzağa atacak” ya da “dikilen nişanı kim önce vuracak” diye köy içinde müsabaka yaptıkları da olurdu. Sapanlarla atmak için gerekli olan fındık büyüklüğündeki yuvarlak taşların temini de ayrı bir sorundu elbet. Eğer yollarımız yazdan çakıllanmış ise bu iş için gerekli olan çakıl taşını bulmak kolaydı. Ayrıca inşaat yapanların evlerinin önündeki inşaat malzemesi kum ve çakılları eşip içinden taş toplamak ayrı bir kaçamaktı. Kuş Lastiğiyle ava çıkacak olan kişi ceplerine yeteri kadar taş toplayıp öyle çıkardı. Eğer yerler karla kaplı değilse av esnasında kıyı bucakta rastladığı taşları da toplayabilmektedirler. Bu iş için yazdan hazırlanıp, gerekli miktarda taş stoğu yapan heveslilerimiz bile vardı.
Lastikle tek başına avlanıldığı gibi iki kişinin ortak avlandığı av şekilleri de olmaktadır. Bu av şeklinin en güzeli tarla sınırlarını belirleyen çalılıklarda ya da orman içinde yapılan beraber avlanmalardır. Çok seri ve hareketli olmayı gerektiren bu avlanma şeklinde bir kişi çalının alt tarafında diğeri üst tarafında olmak üzere saatlerce mesafe kat ederek çalı içinde bulunan avları “kıstırıp küstürerek” avlamaya çalışırlar. Kuştan başka genellikle Bakal ve zaman zaman da çullukların avlandığı bu yöntemde av, avcılardan korkusuna çalıdan dışarı çıkamamaktadır. İleri geri manevra yaptığında avcılar da onu takip ederek sapanla bizdeki deyimiyle “furma”ya çalışırlardı. Bu avlanma şeklinin en heyecan verici anı da her atışta “aha furdum” diye çığlık atmaktır. Bu bağırışmalar ve saldırılar esnasında neye uğradığını şaşıran hayvanın zamanla kaçma işini de bırakıp oracıkta hareketsiz kalarak “küstüğü” de olmaktadır. Tıpkı balık tutma işinde olduğu gibi bu avlanma şeklinde de hep “büyük av(!)lar” kaçıp kurtulmaktadır.
Temer ya da Kundak
Yapımı özel bir maharet ve beceri gerektiren bu av aletimizden köyde ancak birkaç kişide vardı. Aynı zamanda atılan okun da takip edilip tekrar kullanım için geri kazanılması gibi meşakkatli bir yönü daha vardı. TDK’nın Türkçe Sözlüğünde; ”Ok atmaya yarayan, iki ucu arasına kiriş gerilmiş, eğri ağaç veya metal çubuk” olarak tanımlanan bildiğimiz ok atma aleti “yay”a tıpkı tüfekteki gibi bir kundak ve buna bağlı namluya benzer bir ağaç düzeneğin eklenmesiyle elde edilir. Bu aletimizin çalışması şöyledir. Kiriş ipi gerdirilip gediğe takılır. Atılacak ok düzeneğe takılır ve kiriş ipi bir tetik vasıtasıyla gedikten boşandırılmasıyla ok yaydan çıkarak hedefe gider. Özellikle bu kirişin tetikleme noktasına takılması büyük bir güç sarfiyatı gerektirdiğinden her baba yiğidin de harcı değildi kundakla ok atmak. Ucu yere konulup her iki ayakla basılır ve iki elle var gücümüzle asılarak kiriş ipini tetikleme noktasındaki gediğe takar ardından okumuzu yerleştirip av gözetlemeye devam ederdik. Ağaçtan yapılan oklarımızın bilinen oklardan farkı, uçları sivri olmayıp yumurta gibi toplu oluşuydu. Bu aletimizle de tıpkı sapanda olduğu gibi “hedef vurma” ya da “uzağa atma” gibi sportif müsabakalar yapıldığı olurdu.
Tüfek
Köroğlu’nun dediği gibi “Tüfek çıktı mertlik bozuldu.” Bir güç gösterisi için hemen hemen herkesin bir silaha sarıldığı günümüzde anlaşılan o dur ki aramızda pek az “mert insan” bulunmaktadır. Bu açıdan hepimizin bildiği tüfek ve onunla yapılan avlanmayı anlatmaya gerek yok.
Olta ve Ağ
Oldukça sığ olan dere ve çaylarımızda balık tutmak için yaptığımız oltalarımız gayet sade bir yapıdaydı. İki metre uzunluğunda bir ağaç dalının ucuna bildiğimiz olta iğnesini bir ip vasıtasıyla bağlarız. Gölün derinliğine göre ayarlanabilen ve balığın yemi “ditmesiyle” titreşerek bize haber veren su yüzeyinde ipe takılı olarak duran bir kamış işimizi görmektedir. Oltanın ucuna yem olarak solucan, çekirge ve ekmek parçaları takılmaktadır.
HANGİ HAYVAN NASIL AVLANIR
İnsanlarımız kışın, sabah kalkıp avlanmaya çıkarken ördek avı dışında genellikle her hangi bir hayvan avına niyet etmezler. “Ya nasip, Ya kısmet” deyip tüfeğini omuzlayıp “şöyle bir dolaşalım” diyerek yola koyulurlar. Artık bahtlarına ve karşılarına ne çıkarsa onu avlamanın peşine düşerler ya da bu kıtlıkta genellikle eller hep boş dönülür.
Kara Avcılığı
Köyümüzde çeşitleri ve sayıları da oldukça sınırlı olan söz konusu av ayvanlarından ilk akla geleni sürüler halinde gezen ve köydeki adıyla “bürükçün” ya da “bürükçül” dediğimiz gri-kahverengi karışımı serçe kuşlarıdır. Bunlar arazilerden ziyade köy içinde konutlara oldukça yakın alanlarda konuşlanmakta, özellikle kar yağdığı zamanlarda ahır, samanlık ve salaçlarda barınmaktadırlar. Gündüz vakitlerinde yol kenarındaki çalılıklarda yaşayan bu kuşlar geceleri de ekseri mısır sapı asılı olan ağaçlardaki bu sapların arasında gecelemektedirler. Bu kuşların avı çalı ve ağaçlarda “Çatal” ya da “Rastik” dediğimiz “Sapan”larla yapılmaktadır. Bazen sap aralarındaki yuvalarına da gece baskınları yapıldığı da olmaktadır. Kar yağdığı zamanlarda kurulan “kalbur kapan”lara ilaveten bir metre kareden büyük “inşaat Elek”inin de kapan olarak kullanıldığı görülmüştür. Bunların gri-siyah-beyaz-mavi renkli olan ve asıl serçe olarak adlandırdığımız bir başka türü daha vardır ki bunlar sürü olarak değil de tek ya da çift olarak yaşamaktadırlar.
Bu türün dışında pek nadir olarak çalılıklarda yaşayan “köse” adını verdiğimiz kırmızı kursaklı çalıkuşları da lastik ve kapan yöntemiyle avlanmaktadır.
Köyümüzdeki adıyla bakal olan karatavukların avlanması için başvurulan ilk yöntem “Dal Kapan”ı kurmaktır. Orman içi ve çalı diplerine kurulan ve düzeneğine takılan bir solucan yardımıyla aldatılan hayvanın kapana kısıldığında ölmemesi için kapanın altındaki toprağa küçük bir kuyu kazılır ve hayvan kapan kontrol edilinceye kadar burada beklemiş olur. Bu hayvanları avlamanın bir diğer yöntemi ise “rastik”lerle olmaktadır ki en makul olanı iki kişi tarafından bir çalı içinde “kıstırma” ve “küstürme” yöntemiyle avlanmasıdır. Aynı zamanda çok iyi bir spor yapma imkânı veren bu yöntemden başka tüfekle yapılan avı zikretmeye gerek yoktur zannederim.
Köyümüze buzlanma ve don olayı gibi özel durumlarda gelen yaban ördeklerinin avlanma şekli daha ziyade “pusu kurma”yla olmaktadır. İnebilecekleri muhtemel bir noktanın yakınına gizlenilerek yapılan bu av için genellikle gidiş geliş on kilometreyi bulan Kargalı, Toplu ve Doyran Köyleri civarı ve Karaboğaz Gölüne gidilerek avlanılmaktaydı.
Dere ve çay yataklarına ilaveten sulak alanlarda da rastladığımız “Çivi Çulluk” ve “Kaba Çulluk”lar da tüfekle avlanan av hayvanlarındandır. Bulanabileceği tahmin edilen noktalara gizlice yaklaşılarak ya da gelebileceği muhtemel noktalara pusuya yatarak beklenilip öyle avlanırlar. Köyümüze sürüler halinde gelip yine sürüler halinde dolaşarak çekip giden “Sığırcık” kuşlarının da tek avlanma yöntemi tüfektir. Burada önemli olan bir atışta oldukça fazla sayıda avlayabilmektir.
Anti parantez olarak şunu belirtelim ki, şimdilerde tüfeklerin çifte kırmalısına ilaveten otomatik atan “pompalı”ları çıkmıştır ki av için bunların kullanılması mertlikten öte tabiri caiz ise ayrıca teşbihte hata olmaz ama kalleşlik olur kanısındayım. Çünkü sürünün taranması avcılıktan ziyade “katliam”a girmektedir. Tıpkı, olta ile avlanmada getirilen iğneli kanca sınırlaması gibi tüfek ile yapılan avlanmalarda da atış sayısına sınırlama getirilmesi “insanî” olacaktır.
Bundan 40-50 yıl evvelinde evlerimize kadar sokulan yaban tavşanlarını görebilmek artık bir mucizedir. Tavşan avı için zaman zaman “av köpeği” edinip besleyenlerimiz olduysa da tavşan olmayınca bu av köpeklerini “ev köpeği” ya da “koyun köpeği” gibi kullanmaya başladığımız da olmuştur.
Yoğun kar yağışı olduğu zamanlarda aç kalan çullukların gece vakitlerinde avlanıldığı da olmaktadır. Bunun için güçlü ışığı olan “lüks” ya da “el fener”lerinden yararlanılmaktadır. Akarsu ayakları, hendek ve sulak tarlalarda rastlanan çulluklar parlak ışığın etkisiyle gözleri kamaştığın için kaçmak yerine oldukları yere “sinmek”tedirler. Bu sayede ya “tor” denen fileli sopalarla ya da “öndüre” gibi ince uzun çubuklarla vurularak yakalanmaktadırlar.
Gece karanlığında ışıkla temas edince kararsız hale gelen kuşların bu özelliğini bilen insanlar bunu çok iyi değerlendirebilmektedir. Bu konuda genel bir bilgi de verecek olursak açık denizlerde gece yolculuklarında denizdeki kuş sürülerinin gemilere üşüşüp çarptıkları bir vakıadır. Tıpkı bunun gibi kent ışıklarının cazibesine kapılıp özellikle kentin kıyı ve kenarlarındaki alanlara iniş yapan ya da binaların duvarlarına çarparak ölen kuşlar herkesin malumudur. Bilmem yalan bilmem gerçek, gecenin karanlığında ışıkla avlamak için göçmen kuşların (Göğgazı, yaban kazları ya da turnalar) geçiş yollarının üzerindeki yüksek tepelere geceleyin büyük ateşler yakıp gece yolculuğundaki bu hayvanların da inişi sağlanarak avlanıldığını duymuştum.
Su Avcılığı
Özellikle güz (Sonbahar) mevsiminde köyümüzü çevreleyen Çay yataklarında yaptığımız balık avcılığı için “olta”dan ziyade ellerimizi kullanmaktaydık. Siyasi nutuklarda sık sık kullanılan “Elini taşın altına sokmak” deyimi buradan gelmektedir. Suyun derinliklerinde kocaman bir taş vardır ve altında ne var ne yok göremiyorsundur. Balık tutmak niyetine suyun içindeki bu taşın altına ellerimizi soktuğumuzda bizi orada bekleyen her zaman balık olmamaktadır. Kurbağa neyse de bazen “Yengeç” ve “Yılan” nasibiniz olabilmektedir bir balık uğruna. Elle balık tutmak zannedildiği gibi o kadar kolay bir iş de değildir. Bu işi yaparken mutlaka her tarafınızın ıslanması zaruridir. En azından popo ıslanmadan balık tutamazsınız. Derin bir balık inine rastlamışsanız suyun içine iyice yatmanız gerekecektir. Hele bir de derin gölde balık tutuyorsanız sık sık nefesinizi tutup suyun altına dalmak zorunda kalacaksınız demektir.
“Bulanık gölde balık avlamak” gibi bir deyimimizde ifadesini bulan bir yöntem daha vardır ki özellikle dibi çamurlu göller gerek ayaklarımızla gerek bir dal parçasıyla iyice karıştırılarak bulandırılır. Bulanık suyun içinde ihtiyaçları olan gerekli oksijeni alamayan balıklar ya gölün sığ kıyılarına ya da suyun yüzeyine çıkarak kendilerini ele verirler ve kolayca yakalanmış olurlar. Tıpkı buna benzer bir yöntem de taze ceviz kabuklarını ezerek elde edilen suyun balıkların barındığı gölün akarına döktüğümüzde balıkların hava almak için su yüzüne çıktıkları görülmüştür.
Saçma ya da asma şeklinde olsun köyümüzde ağ kullanılmamaktadır. Ancak bunun yerine zaman zaman kilim, çarşaf ve hatta gömleğimizi de kullandığımız olmuştur. Birer ucundan iki kişinin tuttuğu bu kilim, çarşaf ya da gömleğimizle çaylardaki gölcükler bir uçtan öteki uca taranarak balık tutulduğu da olurdu. Tıpkı buna benzer bir diğer yöntem de yapraklı ağaç dalları ya da yüğdün ya da eğrelti otlarından yapılan “katlanmış halı” şeklinde ruloya benzer bir aletle gölün içi taranarak balıkların gölün bir kıyısında bir araya getirilip sıkıştırıldıkları dar alanda yakalanmaları sağlanırdı.
Çaylarda balık tutmanın bir başka yöntemi de “kurutma” şekliydi. Özellikle yaz aylarında iyice azalan ve hatta kuruyan derelerde kalan bazı gölcüklerin suyu gerek kanallarla ve gerekse kaplarla kontrollü bir şekilde boşaltılarak susuz kalan balıklar kolaylıkla tutulurdu.
Her şeyin “cılkı”nı çıkardığımız gibi balık tutmanın da cılkını çıkarmak olarak algılayacağımız bir diğer balık tutma yöntemimiz de gece karanlığında balık tutmamızdır. Bu yöntemle, aydınlatma aparatı takılı piknik tüpüyle çaylarda balık tutulmaktadır. Geceleyin de su içinde hareketli olarak yaşayan balıklar bu lüks ışığının etkisiyle oldukları yerde hareketsiz olarak durmaktadırlar. Sığ sulardayken kaçamayıp oldukları yerde dibe çöken ve gözlerini “ışık almış” bu balıkları bir yemek çatalıyla toplamak çocuk oyuncağı gibi olmaktadır.
Göle elektrik vererek ya da dinamit patlatarak balık avlama yöntemimiz yoktur. Ancak, bir şişe içine sönmemiş inşaat kireci doldurup, ucuna ince bir delik açılmış kapağını sıkıca kapatarak göle atıp, ıslanan kirecin reaksiyona geçerek şişeyi patlatması sonucu şoka giren balıkların avlandığı da nadir olarak görülmekteydi.
Son bir balık avlama yöntemimiz de sinsice yaklaştığımız göllerin sığ yerlerine çıkmış balıkları elimizle taş atarak da avladığımız olurdu. Tıpkı kuş avlar gibi büyükçe bir taşı suya sertçe attığımızda balıklar ses ve meydana gelen basınçtan şoke olup yüzün yüzünde kalırlardı.
Av Hayvanlarından Yapılan Yiyeceklerimiz.
Av hayvanlarına mahsus yapılan tek yiyeceğimiz “Sıkma Dolması”dır. Bunun dışında bu hayvanlardan yapılan yiyeceklerimiz malum yöntemlerle yapılan yemeklerdir. Avlanan tek bir kuş ise yapılacak tek yemek onu yağda kızartıp çıtır çıtır yemektir. Yok eğer bu birkaç kuş ya da bakal veyahut da bir sığırcık ve çulluksa gelsin sıkma dolması. Eğer yakalanan hayvan yağlı bir ördek ise haşlaması ve suyuna “tirit” kaçınılmazdır. Balık malumunuz kızartma ya da ızgaradır. Tavşan ise birkaç kez haşlandıktan sonra kızartma yöntemi tercih edilmektedir.
Av Hayvanlarının Durumu
Yaşlılarımızın “Nerede o eski bayramlar” dediği gibi şimdi bizim de “Nerede o eski av hayvanları” dememiz doğrusu yerinde olacaktır. Yaban tavşanlarının kışın evlerimize kadar sokulduğunu görürdük. Yaz kış kuş sesleri köyümüzün sokaklarından ve semalarından hiç eksik olmazdı. Sonbahar’da kışın habercisi göçmen kuşlarının tepemizden gece gündüz fark etmez sürüler halinde geçişi esnasında ötüşlerinden gece uykularımız kaçar uyuyamazdık. Sığırcık sürüleri bir yanda evin çevresindeki çalılardaki bakalların sayısı üç beş taneden aşağı olmazdı. Şimdi bakıyorum da ne köyün içinde ne de tarlalarda kuş bile yok. Zannederim, pervasızca ve bilinçsizce kullandığımız kimyasallar; deterjanlar, gübreler, zirai ilaçlar vb. kuşlar gibi biz insanların da sonunu hızla hazırlıyor.
/Çetin KOŞAR
15 Ocak 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder