Merhume Gülbahar YILMAZ
Kara toprak bir annemizi daha bağrına bastı. “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun” ayeti kerimesinde ifadesini bulan “Allah’tan geldik, sonunda O’na rücu edeceğiz, döneceğiz” akidemizin ne kadar yerinde, ne kadar sağlam ve ne kadar gün gibi aşikâr olduğuna bir kere daha şahit olduk. Bu dünyaya ayak basan İlk insan ve İlk Peygamber Hz. Âdem (a.s) efendimiz topraktan yaratıldığına göre aslımız topraktı, dönüşümüz de yine toprağa olmaktaydı. Toprak, bizi bu dünyada doyuran, besleyen bir meta iken Rabbimize dönüşümüzde de bir merhale, bir “tarık” yani bir yol olmaktadır.
Gülbahar Abamız artık aramızda yok. Ben onun şifa dağıtan hünerli ellerini özleyeceğim. O’nu ben öncelikle bir halk tabibi olarak tanıdım. Çocukluk çağlarımızda gerek dişlerimizden ve gerekse bir takım üst solunum yolu enfeksiyonlarına bağlı sebeplerden dolayı boğazımızın her iki yanında sık sık duçar olduğumuz lenf bezi şişmelerinde ve bademcik iltihaplanmalarında kapısını çaldığımız “Gülbahar Abamız” idi. Hiç unutmam, bir keresinde yediğim Penisilin iğnelerine rağmen geçmeyen boğaz ağrılarım ve inmeyen bezelerim için kendisine gittiğimde beni bir sandalyeye oturtmuş, önce boynuma sıcak bir havlu sarmış ardından da havluyu alıp her iki elini de zeytinyağıyla yağlayıp boynuma ve boğaz bölgelerime özellikle bezelere öyle bir masaj yapmıştı ki o şefkatli dokunuşları ve sıcacık elleri hâlâ boğazımda gezindiğini hissederim. Köyümüzde halk hekimliği konusunda kendisine müracaat edilen sayılı büyüklerimizden birisiydi.
Bu dünyada İnsanoğlu ne çekerse dilinden çekmektedir. Ama bazıları da o tatlı dili sayesinde kendisi gibi başkalarını da mutlu etmekte, onlara huzur ve sükûneti telkin ederek saadetlerini artırmaktadır. Hayata pozitif bakışı sayesinde insanların sevgi ve saygısını kazanmasını bilen bir insan olarak Gülbahar annemiz köyümüz için büyük bir kayıp oldu. Elbette bütün anneler değerlidir, kıymetlidir. Birisinin yerini başka hiçbiri tutmaz ama içlerinden bazılarının artı değerleri olduğunu zikretmek, hatırlatmak ve örnek teşkil etsin diye geleceğe aktarmak insani bir vazifemizdir. Hepimizin fıtratında var olan bu “hayata güzel bakma” her şeyde bir “hayır umma” ne yazık ki herkesin yaşama geçiremediği bir hasletimizdir. İşte bu özelliğiyle bizlere çok güzel bir örnek olan Gülbahar annemiz, hayatta başına gelen onca bâdirelere rağmen imanından zerre kadar taviz vermeden Hakk’a tevekkül etmiş birisiydi.
Adı gibi bir “gül baharı” olan Gülbahar annemiz sonbaharında da yine “güz gülü” gibi açmasını bilmiş birisiydi. Rıza (Irıza Dayı) ve Raif iki kardeştir. Raif dayı Akgül abamızla evlidir ama çocuğu olmamaktadır. Gülbahar annemiz Raif dayıyla ikinci eş olarak evlenir. Yani rahmetli Akgül Abamıza “kuma” gelir. Bu evliliklerinden üç kız ve bir oğulları olur. Çok geçmeden kader ağlarını örmeye başlar. Önce Raif dayı bir kaza geçirerek koltuk değnekleriyle yaşamaya mahkûm olur. Koca sakatlanınca evin erkeği artık Gülbahar olur. Elbette bu dar gününde konu komşu, eş dost bu ailenin yanındadır. Oğul büyüyüp eli iş tutmaya başlayacakken eşinin vade-i ömrü dolar ve dul kalır. Tam işleri yoluna girmişken bu defa tek erkek evladı Dursun’un acı haberi köyün dağlarından bir çığlık olup gelir ve köyün üstüne çöker. Allah’ın ipine sımsıkı sarılmış olan Gülbahar anne yine ayaktadır. Tevekkül eder, sabreder. Bu yönüyle bir “timsal” yani örnek olan Gülbahar anne bu özelliğini evlatlarına da aktarmasını yüce rabbi ona nasip etmişti. Köyde herkes tarafından sevilen bir aile olmak her aileye de nasip olmaz.
Şimdi hastalandığımızda boğazlarımızı sıvazlayacak bir “Gülbahar Aba”mız yok artık. Bizlere öz evladıymış gibi “çocuğum” diye hitap edemeyecek. O tatlı dilini özleyeceğiz. Özlemek çok fena ama kaderin çaresi yok. Zamanı geri döndürmek de mümkün değil. Çünkü zaman her şeyi eskitiyor. Hayatta kıymetini bilemediklerimizin gidişine ağlayışımız çaresizliğimizden olsa gerek.
Allah ondan razı olsun. Kabri nur, mekânı cennet olsun.
/Çetin KOŞAR
22 Ocak 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder