20 Şubat 2010 Cumartesi

Akbulut köyü'nde Unutulmaz Olaylar -1

Ömr-ü Hayatımızda öyle şeyler duyuyor, öyle şeyler görüyor ve öyle şeyler yaşıyoruz ki onları hiç bir zaman unutamıyoruz.

Çeşitli bahanelerle bir araya geldiğimizde mecliste ya da arkadaşlar arasında sık sık anlatılan bu vakaları "söz uçar, yazı kalır" kabilinden iki cümleyle dahi olsa lütfen yazalım, paylaşalım.

Böylesine anlamlı, duygulu ve yerine göre komik olayları yazarak ölümsüzleştirmeye ne dersiniz?

***


SOFYAYI BUL
SOFRAYI KUR

Eskiden köylerimizde mutfak ile oturma odası aynı idi. Zaten iki oda bir salondan müteşekkil eski köy evlerimizde bunun başka bir çaresi de yoktu ki. Bilindiği gibi eski köy mutfakları sadece yemek pişirilen bir mekân değil, oturulan, dinlenilen bir kültür ünitesiydi. Eve bir misafir geldiğinde bile yemekler onun gözü önünde hazırlanırdı. Böylece kişiler, ne yiyip ne içeceğini hazırlık safhasındayken denetlemiş oluyordu.

Gerek misafir geldiğinde ve gerekse tarla dönüşü evde bir yandan yemekler hazırlanır bir yandan da sohbetler edilir, gerektiğinde evin her ferdi bu hazırlık safhasından sofranın kurulmasına kadar geçen süre içeresinde işlerin kıyısından köşesinden tutarak aşçıya yardımcı olurlardı. Herkesin iştiyakla koştuğu bu yardımlardan en önemlisi de sofranın kurulmasıydı. Aç karınların doğal düşündüğü tek şey yemeklerin hazırlanıp bir an önce sofranın kurulmasıdır.

Kış günleri, tütün seçme, istif yapma ve tonga bağlama dışında köylünün genelde “avara” olduğu günlerdir. Yine böylesi günlerden birinde Züver’in Mehmet koşar ile Sefercüğün Ramis koşar, Sefercüğün eski iki katlı evinde misafirdirler. Sefercüğün gelini (Salih Koşar'ın eşi) Güllü gelin öğle yemeği hazırlama telaşındadır. Yemek vakti de çoktan gelmiş ve geçmek üzeredir. Öğle ezanı okunmuş, namazlar kılınmış hatta çocuklar öğle yemeği için okuldan gelmişler ki yemeklerini yedikten sonra yine okullarına gideceklerdir bunun için sofranın geciktirilmeyip bir an önce kurulması gerekmektedir.

Zaman 1970’li yılların ortalarıdır. O sıralar Bulgaristan’ın Sofya Radyosu gündüz saat 11 ile 13 arası daha ziyade Almanya’da Türk işçilerine yönelik olarak Türkçe yayın yapmakta, siyasi propaganda konuşmalarının yanında da bol bol istek türkü çalmaktadır. Kısa dalgadan yapılan bu yayın yıl boyunca köyde fırsat buldukça herkes tarafından dinlenilmektedir.

İşte o gün de Züverin Memet emmi, bir yandan sohbet ediyorlar, bir yandan da Sefercüğün Salinin “iradiye”sini almış eline istasyon istasyon gezerek kanallardan dinlemek için bir şeyler aramaktadır. O sırada bir yandan yemek hazırlayıp bir yandan da misafirlerle konuşan Güllü Gelin, elindeki radyodan kanal ararken “cazur cuzur” sesler çıkartan Mehmet Emmiye dönerek, Sofya Radyosunun istasyonunu bulmasını kastederek “Abi Sofya’yı bulsana” der.

İşte ne olursa o an olur. Ramis emmi yerinden yavaşça kalkar, doğru gider sofrayı alıp gelir ve odanın ortasına kurar. Güllü Gelin şaşırır ama fark ettirmez. Herhalde “abim çok açıktı ondan acele ediyor” diye aklından geçirir ve biraz daha hızlanır. Ancak bir müddet sonra Ramis’in sabrı taşar. “Hadi gelin. Sofrayı kur dedin kurdum. Yemekleri koy da oturalım” deyince mesele anlaşılır. Güllü Gelinin Mehmet Emmiye söylediği “Abi Sofya’yı bul” sözünü Ramis Emmi kendi üstüne alınarak “Abi Sofrayı Kur” olarak anlamıştır. Yıllarca aileler arasında anlatılıp gülünmektedir.

/Çetin koşar
20 Şubat 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder