Faulkner, dedesinin bir yazar olmasının da
etkisiyle, küçük yaşta edebiyata ilgi duyar. Güneyli olmanın ‘gururu’ ile
büyütülür. Kısa bir süre Mississippi
Üniversitesine devam etse de okulu bırakmak ve çalışmak zorunda kalır. İyi bir
eğitim alamaz ama kendini yetiştirmeyi başarır.
Edebiyata l924’te Marble Faun adlı şiir kitabıyla başlayan Faulkner,
önemli bir yazar olan Sherwood Anderson’la tanıştıktan sonra romana geçer ve
kendini tümüyle edebiyata verir. 1942
yılına kadar on iki roman tamamlayıp Hollywood için senaryolar üretse de
l946’da The Portable Faulkner adlı kitabının yayımlanması, yeniden
hatırlanmasına ve kitaplarının birbiri ardına yeniden ele alınmasına neden
olur. 1949’da Nobel Edebiyat Ödülü’ne
değer görülür. Romanlarında işlediği Güney’e karşı sevgisinin yanı sıra yerli
halkın cahilliği, tüccarların ve ortada görülmeyen derebeylerinin
açgözlülüğüyle Mississippi eyaletinin mahvolmasına duyduğu korku ondan hiç
eksilmemiştir.
Amerikan edebiyatının en önemli yazarları arasında
yer alan William Faulkner’ı incelerken onun, her şeyden önce Güney Amerika’da
Mississippi eyaletinin New Albany kasabasında doğduğunu göz ardı
etmemeliyiz. O Güneylidir ve Güney’i
yazmıştır.** Doğduğu, büyüdüğü ve kuşağının öbür yazarlarından ayrılarak
hayatını geçirmek üzere seçtiği toprağa karşı bir sevgisi vardır. Köy yaşamının
sert ve acımasızlığına tanık olmuştur.
Sınıf farklılıklarının sarsıcılığını çok küçük yaşlardan itibaren fark
eder. Kendi oturduğu evin
Mississippi’nin diğer bölgelerinden farklı olduğunu, yaşadığı evin tek başına
kurgulanmış bir dünya olduğunu, kapının dışında da başka bir hayat olduğunu
anlar. Yaşadığı ortamı sorgulamaya ve bu ortamı yaratan koşullarla hesaplaşmaya
başlar.
Malcolm Cowley, William Faulkner’a Giriş adlı
denemesinde Faulkner’in bir mit dünyasına benzeyen, ama bütün ayrıntılarıyla
yetkin ve canlı bir Mississippi ili yaratmak isteğinin yanı sıra Yoknapatawpha
İli hikâyesini bütün Güney’in yankısı ve efsanesi haline getirişini ele
alır. Onu her şeyden önce anlattığı
coğrafya bağlamında değerlendirirken Faulkner’ın ‘Yoknapatawapha İli’nin- tek
sahibi William Faulkner’dır diye kendi çizdiği haritalardan birine not
düştüğünden söz eder.
Malcolm Cowley’nin yorumuna göre, Absalom, Absalom!
da aşağıdaki şu diyalog Faulkner’ın Güney’e olan bakış açısını özetler gibidir:
‘Güney’i anlat bana.’ der Quentin Compson’un
Harvard’daki oda arkadaşı
Shreve McCannon adlı Kanadalı. Ohio’nun gerisindeki
bilinmeyen bölgeyi merak etmektedir.
‘Nasıldır orası?’ diye sorar. ‘Ne yaparlar? Niçin yaşarlar orada?
Ne yaşatır onları?’
Ve temeli biraz Faulkner’ı andıran, bazen onun yerine
konuşuyormuş gibi görünen Quentin cevap verir,
‘Anlayamazsın sen.
Orada doğmuş olman gerek.’ Gene de, Güney’in özü saydığı uzun
ve ateşli bir hikâye anlatır ona. Quentin’in
zihninde, Güney yalnızca
bir bölge değil, efsanemsi geçmişini yeniden
yaşamaya çabalayan
tamamlanmamış ve engellenmiş bir ulustur.’
1940 da ‘Köy’ romanını yazar. Daha sonra yazacağı Kasaba (1957) ve Malikâne
(1959) üçlemenin diğer iki kitabıdır. Bu üçlemede Güney’i her boyutuyla ele
alır.
Her üç kitapta da yeni zenginler arasına katılan,
zorbalığı ve vicdansızlığı ile tanınan, başını
Flem Snopes’un çektiği ailenin yükselişi ile geleneksel değerleri
savunan o yöre halkının mücadelesi anlatılır.
Faulkner, Köy romanında, güney kasabalarından
birindeki yaşamı anlatır. Ama yerel çerçevenin çok ötesine uzanarak bu
kasabanın insanlarını en açıkgözlüsünden en bilinçsizine kadar ele alıp
evrensel çağdaş insanın yoğun ve ayrıntılı bir resmini çizer. İktidar, zorbalık
ve rüşvetin kol gezdiği adaletsiz bir dünyada cinayetleri, tecavüz ve
sapıklıkları anlatır. Vatanı olan güney ülkelerinde siyahlara karşı uygulanan
politikaları eleştirmekten ve ırkçılığa karşı olan tavrını ortaya koymaktan
çekinmez.
Faulkner romanlarını, karakterlerini Yoknapatawpha
adını verdiği yarı-kurgusal bölgede yaşama geçirir. Günlük olayları, karakterleri ayrıntılarıyla
verirken Güney’in havasını, toprağını, ruh halini, tarihini, kısaca
duyumsanabilecek neredeyse tüm varlığını yansıtır. Snopes ailesi üzerine üçlemesinin ilki olan
‘Köy’ yoğun, ağır, aynı zamanda da çarpıcı bir romandır. Olay örgüsü
karmaşıktır. Kurnaz ve entrikacı Flem
Snopes, akrabalarıyla birlikte, Frenchman’s Bend köyünü yavaş yavaş ele
geçirmeye başlar. Snopes klanı, bir anlamda ABD’de ‘kalın enseli’ tabir edilen
taşralı orta sınıfın ortaya çıkışının ve yükselişinin hikâyesidir.**
O l a y Ö
r g ü s ü
Frenchman’s Bend’deki hemen hemen her şeyin sahibi
olan Will Varner, son yıllarında işlerinin ve mal varlığının çoğunu otuz
yaşındaki oğlu Jody’ye devretmeye başlar.
Bir gün Jody Varner, dükkânında otururken köye yeni gelen Ab Snopes ile
karşılaşır. Ab, Varnerler’in sahibi olduğu çiftliklerden birini kiralamayı
kafasına koymuştur. Jody, daha sonra gezginci satıcı Ratliff’ten Ab’in kiracısı
olduğu diğer çiftliklerde ahırları ve ambarları yaktığı üzerine şüpheler
çektiğini öğrenir. Jody ve babası, Ab’ın üzerindeki bu kötü şöhretin onlara
zarar vermeyeceğine karar verirler. Mallarından bazılarını yakabileceğinden
korksalar da onu kiracı olarak kabul etmekte bir sakınca görmedikleri gibi oğlu
Flem Snopes’u da dükkânda tezgâhtar olarak işe alırlar.
Yine Ratliff’in ağzından Ab’ın yaşamöyküsünü
dinleriz. Baba Ab Snopes’un iç dünyası
nefretle doludur. Bu nefretin nedenini
şöyle açıklamıştı Ratliff: Ab bir keresinde oldukça ünlü bir tüccar olan Pat
Stamper ile bir at alışverişi için anlaşmış. Ab bir katır ile yaşlı bir atı
Stamper’e göstermeden önce hayvanların bakımını yaptırmak için Jefferson’a
götürmüş. Ancak Ab katırları Jefferson’dan çıkarmaya çalıştığında katırlar
yığılıp kalmış. Bu arada Stamper Ab’a sağlıklı ancak oldukça garip görünen bir
grup katırı değiş tokuş etmiş. Ayrıca
Stamper onu siyah renkli besili bir atı satın almasına ikna etmiş. Eve
dönerken bir fırtına kopar, at siyahtan beyaza, besili halinden cılız, zayıf
bir hale döner. Meğer Ab’nin satın aldığı yeni at, Stamper’in boyayıp bisiklet
pompası ile şişirdiği kendi yaşlı atıymış.
Will Varner’in kızı Eula, erken gelişmiş, tombul,
etine dolgun, duygusal bir kızdır. Flem Snopes dükkâna çırak geldiğinde on üç
yaşındadır. On altı çocuğun en sonuncusu, evin bebeğidir. O yörenin gördüğü tek
ve ilk bebek arabası onundur, neredeyse köpek arabası kadar büyük, kaba ve
pahalı bir şeydir. Ne bir oyun arkadaşı vardır ne de bir kız sırdaşı. Sekizine
geldiğinde ağabeyi, Eula’nın okula gitmesine karar verir. Yeni okul öğretmeni
Labove, Eula okula geldiği ilk günden ona âşık olur. Labove aynı zamanda hukuk
okumaktadır. Frenchman’s Bend ile hukuk okuduğu üniversite arasında mekik
dokur. Bir gün okuldan sonra Eula’ya tecavüze yeltenir ama başaramaz. Daha
sonra Eula’nın, bu davranışını ağabeyi Jody’ye anlatacağından korkar, hiç
kimseye söz etmeden bir gece yok olup gider.
Eula büyüdükçe birçok talibi olur. On altı ve on
yedi yaşındaki gençler ve okulda olmayan diğerleri, yaban arıları gibi, onun
çevresine üşüşürler. Pazar günkü ayinde onu görmek için kiliseye doluşurlar.
Bunlardan en önemlisi yirmi üçünde Hoake McCarron, bu yarışı başta götürür.
Eula’nın hamile olduğunu anlayan McCarron köyü terk eder ve Teksas’a kaçar. Baba Will Varner devreye girer, Eula’yı Flem
Snopes ile evlendirir.
Flem Snopes, balayından Buck Hipps adlı bir
Teksaslı ile ve bir dizi benekli ve ehlileştirilmemiş atla geri döner.
Teksaslı, toplamış olduğu bu atları çiftçilere açık artırma ile satmayı
planlamaktadır. Satışa başlamadan evvel açık artırma sırasında fiyat teklifi
yaparak fiyat arttırması şartıyla atlardan birini Eck Snopes’a vereceğine söz
verir. Henry Armstid fiyat teklifinde bulunur. Henry karısının tüm karşı
çıkmasına rağmen beş dolara bir at satın alır.
Karanlık çöktüğünde atların çoğu satılmıştır. Diğer alıcılar satın
aldıkları atları bağlamaya çalıştıklarında, benekli şeytanlar, bir ihmalden
dolayı açık bırakılmış ahır kapısından dağlık araziye kaçarlar. Henry Armstid
bu karmaşada bacağını kırar. Eck Snopes kendisine verilen atın peşine düşer. At
aşağı yola doğru koşmaya başlar. At köprüde Vernon Tull’un kullandığı ve içinde
Tull’un karısı ve ailesinin bulunduğu arabanın içine dalar. Arabayı çeken
katırlar heyecandan şahlanınca Tull arabadan düşer. Vernon Tull, arabasına
verilen hasardan ötürü Eck Snopes’a dava açar.
Bu arada aile içinde sorunlar çıkmaya başlar. Geri
zekâlı oğul Isaac ihmal edilir. Ona kötü davranılır. Isaac bir ineğe âşık
olduğunda, bu davranışı köyde skandal olur. Flem’in akrabası Mink Snopes,
sığırına el koyan Jack Houston’ı öldürmekle suçlanır. Flem Snopes, Mink Snopes
mahkemeye çıkarıldığında ona yardım edebilecekken dava boyunca durumu görmezden
gelir. Mink, ömür boyu hapse mahkûm edilir.
Bir gün Henry Armstid, gezginci satıcı Ratliff’e
Flem Snopes’un her gece Wıll Varner’den aldığı yaşlı Fransız adamın yerindeki
bahçede kazı yaptığını söyler. Köyde İç Savaş’tan beri, evi inşa edenlerin
bahçeye para ve mücevher gömdüklerine dair söylentiler vardır. Henry ve
Ratliff, bu paranın peşine takılırlar. Define arama aleti olan Bookwright
adında bir adamı da yanlarına alarak gizlice bahçeye girerler. Gömülü olan
metalin yerini belirledikten sonra, kazmaya başlarlar. Her biri gümüş sikkelerin bulunduğu bir kese
çıkarır. Tüm kaynaklarını birleştirip aceleyle araziyi satın almaya karar
verirler. Ratliff, Flem Snopes’a fahiş
bir fiyat ödemeye karar verir. Gece
biraz daha kürek sallasalar da başka gömü çıkaramazlar. Ratliff birdenbire
hiçbir kesenin veya çuvalın yerin altında, toprakta otuz yıl bozulmadan
kalamayacağını idrak eder. Ratliff ve
Bookwright, gümüş paraları incelediklerinde, paranın İç Savaş’tan sonra
basılmış olduğunu anlarlar. Armstid, orada hiçbir hazinenin olmadığına inanmayı
reddeder. Gece gündüz kazmaya devam eder. İnsanlar, çevre kasabalardan ve
köylerden, onun çılgınca kürek sallayışını izlemeye gelirler. Flem Snopes da
Jefferson’a giderken Henry’yi izlemek için şöyle bir durur, küçümseyen bir
tiksintiyle Henry’ye uzaktan bakar, atları dizginlerinden tutarak yoluna devam
eder.
*
* *
Faulkner’ın romanları karakter açısından zengindir.
Yaşadıkları koşullar altında yenilmiş, içlerinde kendi alın yazılarının acısını
taşıyan çiftçiler, dükkâncılar, dikiş makinesi simsarları, gezginci satıcılar,
zenci aşçılar ve ortakçılarla dolu dolu yaşarız Güney’i. Hepsi de kendi
koşulları altında önümüze serilirler. Ne yazık ki bu insanların garip bir boyun
eğme duyguları onları ele geçirmiştir.
Faulkner, köylüyü, ruhsal karmaşıklığı içinde,
çatışmalarıyla, çelişkileriyle halkın kendi içinden farklı farklı karakterlerin
bakış açılarıyla yansıtır. Kurguladığı bu küçük coğrafi kesitte Faulkner, görüş
genişliğine ulaşabilmek için iç içe geçmiş hikâyeleri bir araya
getirmiştir. ‘Köy’ adlı romanında belli
bir tutarlılık sağlayabilmek için karakterler arasındaki ilişkileri, her
birinin yaşadığı olayların ve ortak sorunların üzerine eğilerek kendine ait bir
teknik geliştirerek vermiştir. Hikâyeden hikâyeye sürüklenirken bu hikâyeleri
birbirlerine bağlayan karakterleri de çok iyi kullanır. Ömer Türkeş bu konuda
şöyle yorum getirir:
“Yalnızca olayın merkezindekilerin değil, hikâyeye
katılan tüm karakterlerin
bakış açısını birinci tekil kişi söylemiyle
yansıtarak gerçeğin farklı algı ve
yorumlarına ulaşmaya çalışır Faulkner. Böylelikle zaman kavramı da göreceli olur,
çünkü hikâyeyi anlatan kişilerin zihinlerindeki
zaman algısı farklıdır. Kimisi
bir olayı çocukluğundaki imgelerle birlikte
canlandırır, kimisi geleceğe
projeksiyon yapar.
Yaşanan an kimisi için çok kısa, kimisi için çok uzundur.”
Romandaki devinimi, gezici dikiş makinesi satıcısı
V. K. Ratliff sağlar. Roman onun anlatısıyla ilerler. Konuşma bir kez başladı
mı arkası gelir. Yeni şeyler söylenir,
her konuda rastgele söylenen sözler birbirine karışır, erkekler arka arkaya
soru sormaya başlayınca o da yanıt verir. Ayrıca yargıç Gavin Stevens, ikinci
ve üçüncü el kitaplar okuyan delikanlı Charles Mallison, kısaca yöre halkının
büyük bir kısmı, anlatılarıyla romana katılırlar. Romanın can alıcı bir başka boyutu da köy
insanın davranışının sergilenmesidir. Bu amaçla, Jefferson halkı üçüncü tekil
şahıs olarak köy toplumunun belleğini oluştururken köy tüm ayrıntılarıyla
belgelenmiş olur. Böyle bir teknik kolektif bilincin yansıtılmasında anlatıya
yardımcı olur. Bu bağlamda Köy yazılı bir eserden daha çok ‘sözlü’ bir
yapıttır. Faulkner bu tekniği yaratırken karakterlerin birbirlerine abartılı
olarak aktardıkları sözlü geleneğe yaslanır. Sözlü kültürden yazılı kültür
oluşturulmuş olur.
Konu içinde birliği sağlamak için Faulkner bir
ikinci teknik daha kullanır. Romanda yer alan hikâyeler tekrarlanır veya değişik
bir şekilde yeniden ve eklenerek tekrar tekrar anlatılır. Genelde roman aynı ana tema üzerinden,
değişik davranışlar sergileyen karakterleri karşımıza çıkarır. Örneğin okul
öğretmeni Labove’un öğrencisi Eula Varner’a duyduğu uygunsuz ve münasebetsiz
tutku, İke Snopes’in bir inek için duyduğu aşk, aynı şekilde uygunsuz bir
aşk (ironik ve garip bir versiyonla)
olarak tekrarlanarak değişik bir boyuttan karşımıza çıkar.
‘Bir sürü dil döktü ineğe, öğüt verircesine;
birlikte üstün bir çaba harcadılar.
Ama yine de yeryüzü yukarı doğru kaçtı; bastıkları
yer, kum ve her ne varsa şiddetle altlarından koptu ve yukarı doğru, hâlâ
hafifçe dumanla lekeli uçuk renkli göğe
doğru fırladı;
bir kez daha uçurumun dibine, iç içe ve tepişerek serildiler,
oğlan bir kez daha alttaydı, sonra, o çılgın
çırpınışı hiç durmayan inek böğürerek
ayağa kalktı, atın yaptığı gibi dörtnala hendekten
aşağıya koşmaya başladı
ve oğlan onun peşi sıra gitmek için ayağa kalkmadan
önce yok olup gitti.’ (s.174)
Yine tekrarlanan başka bir öge de Will Varner’ın
giyim tarzı ve davranışlarıdır. Will Varner
ekose kasketi, o küçücük boyunbağı ve o ak gömleği ve ağzında sürekli
çiğnediği çikletle köyde dolaşır. Altmışlı yaşlarındadır. Bölgenin bir numaralı
adamıdır. Yöredeki en iyi ve en büyük toprakların sahibi odur. Son kırk yıldır
elde ettiği dağınık çiftlikleri denetler. Geri kalan toprakların çoğu da onun
üstüne ipoteklidir. O bir toprağı satın almışsa, onu herkesten daha ucuza
düşürmüştür ve eğer orayı elinde tutuyorsa, bu da orasının çok değerli
olduğundandır. Tefecidir. Kasabadaki
dükkân ve pamuk çırçırı, değirmen ve demirci atölyesi de onundur. O yörenin
insanlarından biri alışverişini yapmaya ya da buğdayını öğütmeye ya da pamuğunu
çiğitten ayırmaya ya da hayvanını nallatmaya başka bir yere gidecek olursa kötü
talih peşini bırakmaz diye halk arasında bir söylenti bile dolaşır. Yöre halkı
ona ‘Ne yapmalıyım?’ tavrıyla değil de, ‘Ne yapmamı isterdin?’ tavrıyla
gelirler.
‘Hem hareketli hem de tembeldi; hiçbir şey yapmazdı (Ailenin bütün işlerine
oğlu bakardı), bütün zamanını hiçbir şey yapmadan geçirirdi. Oğlu daha kahvaltıya inmeden o evden çıkmış
olurdu, ama nereye gittiğini kendinden ve bindiği yaşlı, semiz, beyaz atından
başka kimse bilmezdi. Atı ve kendisi yörenin on mil kadar dolaylarında her an
görülebilirdi...’ (s.14)
Flem Snopes, Will Varner’ın Frenchman’s Bend’deki
hükmedici, buyurgan rolünü benimser.
Ekonomik gücü de eline geçiren Flem Snopes, Varner’ın davranışları gibi
giyim tarzını da benimser. Artık Will Varner’ın bir kopyasıdır. O da dükkânın
önündeki galerideki adama aynı kendini beğenmiş ve ilgisiz bir tarzda konuşur.
Tıptkı Will Varner gibi yapmacık ve samimiyetsizdir. Romanda Will Varner’ın
yerini alan kişinin onun oğlu Jody değil, halefi Flem Snopes olması da ironiktir.
Aynı şekilde Snopes ailesinin her bir ferdi onun yükselişine gıpta edercesine
Flem’in davranışlarını benimserler ve onu taklit etmek için âdeta yarış
halindedirler.
Flem Snopes, finansal kazançlara takıntılı ve
oldukça maddiyatçıdır. Hiçbir duygusal düşünce onu hesaplarından ve
planlarından engelleyemez. Flem
Snopes’un Will Varner’ın kızı Eula’nın kocası olması belki de romanın en ironik
yanıdır. Flem’in insani duygulardan bu kadar yoksun olmasının bir nedeni de
onun zaten hiçbir duygusunun olmamasıdır. Diğer tüm erkeklerin aksine, Flem
Snopes fiziksel olarak Eula’dan etkilenmemiştir. Onun bedenine karşı bir arzu
duymamaktadır. Mantık ve duygunun birleşmesinin sembolü olan evlilik, Flem ve
Eula’nın evliliği için söz konusu değildir. Aralarında cinsel bir ilişki de
yoktur. Evlendiklerinde karnında
taşıdığı çocuk Flem’den değildir. Evlilik Flem için maddi bir kazanç ve
avantajdır.
Romanda mantık ön plandadır. Ticaret, hükmetmek
için yapılır. Neredeyse törensel bir nitelik taşıyan pazarlıklar, anlaşmalar,
takaslar anlatılır. Paranın el değiştirmesidir ticaret. Hangi tarafın
diğerinden ‘daha iyisini’ elde etmesi önemli değildir. Flem Snopes bu koşullar
altında zengin olmuştur. Hoş bu koşulları yaratan kendisi olmamıştır. Bu düzeni
böyle bulmuştur ve bu sistem üzerinden kazanç sağlamıştır. Flem Snopes’un
kurbanlarının zayıflığı mantık ve duyguyu birbirine karıştırmalarından gelir.
Will Varner, Flem Snopes’tan önceki nesil olarak bu durumdan yeteri kadar kazanç sağlamıştır.
Bu bağlamda Köy romanının konusunu Flem Snopes’un yükselişinin hikâyesi olarak
ele almak mümkündür.
Ömer Türkeş, Faulkner’ın kahramanlarına şöyle yorum
getirir:
‘Faulkner, Güneylidir ve Güney’in yazarıdır. Bugün
zihinlerimizdeki ABD
imgesi ile, onun romanlarını anlamakta güçlük
çekebiliriz. Çünkü Faulkner’ın anlattığı coğrafyada yaşayan insanların ruhsal
durumları, açlık sınırına dayanan yoksullukları ve ürkütücü cehaletleri vaaz
edilen toplumsal ilerlemeden nasibini bir nebze olsun almamıştır. Bu cahil
insanları çeşitli zihinsel saplantılar ve ruhsal bozuklukları ile tarif eder
Faulkner. Toplum içerisinde ama toplumdan soyutlanmış, ayakta kalmak için
geleneklere sarılan, ama bu geleneklerle boğulan, dayanışmadan yoksun, bencil
ve çaresiz kişilerdir onun roman kahramanları. Erdem diye sarıldıkları
değerleri, süreç içerisinde bir saplantıya ve ardından koyu bir kötülüğe
dönüşür.’
Faulkner, Güney Amerika halkı ile yüzleşmeyi, ona
bakmayı, onu görmeyi ve bu halkı anlatmayı bilen bir romancı olarak Amerika’nın
gerçeğini anlatan bir yazar. Amerikalıya
Güney’in yoksul insanını anlatır.
Yıllarca köylünün kanını emen ve onu bir posa halinde yere serdikten sonra,
ondan tiksinme hakkını kendinde bulan toprak ağalarından söz etmekten çekinmez.
Köy halkının yoksunluğu ve cehaleti ile baş başa kalışını gözler önüne sererken
politik tavrı da ortaya çıkar. Romanlarında kurduğu anlamla, okuru
hikâyelerinin serüvenine sürükler ve bu sürükleyicilik, okuru aydınlatmak
içindir. Faulkner’ın başarısı sanatı bir duygu aracına çevirmeden, acıma ve
öfke gibi patetik duygulanımı bir kenara bırakarak köy yaşamını yaşayan ve
tanıyan biri olarak bize bu yaşamı bir sanat yapıtına dönüştürerek dünya
belleğine aktarmasında yatar.
Dünya edebiyatında köyü/köylüyü konu eden pek çok
başyapıt vardır. Balzac’ın Köylüler’i, ve Köy Hekimi, Tolstoy’un Kazaklar’ı,
Charles-Ferdinand Ramuz’un Göksel Mutluluk’u, Yaşar Kemal İnce Mehmet’i,
Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf’u, Kemal Tahir’in Köyün Kamburu’ve Sağırdere’si, Orhan Kemal’in Bereketli
Topraklar Üzerinde’si gibi… Ünlü yazarlar
köyü işlemekten kaçınmamışlar, bu
eserleriyle köy ve köy yaşamı konusunda gerçekçi yaklaşımlar ve başarılı
örnekler vermişlerdir. Bize düşen görev, köylülerin yaşamlarını günü gününe
yaşanan küçük bir yaşamdır diyerek küçümsememek, doğaya, erdeme, insana, hayata
ve halkın tarihsel ve geleneksel birikimine yönelen bu eserleri okumaktır. Bu
eserleri hayatımıza kattıkça bakış açımızın boyutlanacağına, derinleşeceğine
hiç kuşku yok.
9 Mart, 2008
Kaynakça:
*
Malcolm Cowley, William Faulkner’a Giriş, Yeni Dergi, Ocak 1966
** A. Ömer
Türkeş, İnternetten – Sahaf@ Pandoracom.tr. Eski Kitaplar -
***
Mutsubara Yoko, İnternetten
– The Concept and Representations of
‘the people’ in the Hamlet -
The Faulkner Journal, No 7, Sept 2005
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder