Dede Korkut'un "Boğaç Han" hikayesini
okuduktan sonra, Eski Türklerde çocuklara adlarının bir beceri gösterdikten
sonra konulduğunu öğrenmiştik.. Bir insanın veya eşyanın adı onun özüne ilişkin
bir nitelik olarak görüldüğünden, konulacak ad ile o adı "taşıyacak"
kişinin uyum göstermesi gerekir.. Erkek çocuklara büyükbabanın adının konulması
Anadolu'da oldukça yaygın bir gelenektir. Bazen konulan isimde yanlış
yapıldığında çocuğun hastalandığına, o adı taşıyamadığına ve ağır gelen bu ad
değiştirilmedikçe iyileşemediğine inanılır..
Ad, kişinin niteliğine ait bir bilgi içerdiğinden,
olası düşmanlarca bilinmesi sakıncalı durumlar yaratabilir. Çünkü birine büyü
yapabilmenin temel şartlarından biri, onun adını bilmektir. Hamaset
edebiyatında veya bazı filmlerde duyulan, "Yiğidim, adını bağışlar mısın
?" sorusu, kendi hakkında önemli bir bilginin yabancı biri tarafından
öğrenilmek istenmesinin hoş karşılanmayabilmesinden kaynaklanmaktadır..
Dursun, Durmuş, Satı, Satılmış, Hediye, Armağan,
Ömür, Yaşar gibi adlar çocuk ölümlerine karşı tedbir olarak konulan
isimlerdendir. Bebekleri ölen aileler, bu adları tercih ederek, "isim
büyüsü" yapmaktadırlar..
Eski Türkler de aynı yöntemi uygulayarak, kötü
ruhları bebeklerin değersizliğine inandırıp kaçırtmak için çocuklarına
İtalmas(z), İtboku, Çoçkabay (domuzbay) gibi adlar koymuşlardır..
İsim büyüsünün bir cephesi de, istenmeyen
çocukların doğmasını engellemek için konulan isimlerdir.. Yeter, Döne, Kafiye,
Soner, Sonay gibi.. Erkek evlat isteyip de kızı olan aileler ise bu arzularının
gerçekleşmesini kızlarına koydukları adlara bağlarlar. Yeter, Döne, Songül gibi
isimler bu amaca da hizmet ettiği gibi, Orta Asya ve Anadolu'da Ulbolsun,
Turterim, Tamamgül, Gelsinbay ve Kıbrıs'ta kullanılan ve aslı Arapça olup
"inci gibi" anlamına gelen "Dürriyye"dir. Türkçe
"dur" dan geldiği sanılan "Duriye" de bu adlardandır..
Dünyanın en yaygın adları Tevrat'dan alınan, üç
dinin de benimsediği adlardır. İkinci Meşrutiyet döneminde, Türkçülük akımının
kuvvetlenmesinden sonra çocuklara Cengiz, Attila gibi adlar koymanın
yaygınlaşması üzerine, dönemin tanınmış İslamcılarından ve sonranın felsefe
hocası Babanzade Ahmet Naim, bu pagan adlara ateş püskürmüş, "Hristo"
adının bile bizler için daha tanıdık ve makul olduğunu yazmıştı !..
Avrupa'da da Hristiyan dünyasına ait olmayan pagan
adlar yaygındır. Tanınmış bazı Avrupalı adların anlamları şöyledir :
Gerald: Mızrak taşıyan ; Albert : Onurla aydınlanan
; Lambert : Ülkeyi aydınlatan ; Robert/Rupert/Rupprecht : Ünle aydınlanan ;
Herbert : Orduyu aydınlatan, ordunun ışığı ; Bertram/Bertrand : Parlak karga ;
Bernard : Ayı gibi kuvvetli ; Eberhard : Yaban domuzu gibi kuvvetli ; Edward :
Zenginlikleri bekleyen ;
Louis/Lewis/Ludwig/Luigi : Cesur savaşçı ; Adolph :
Soylu kurt ; Rudolph : Ünlü kurt ; Ursula : Dişi Ayı ....
Eski Yunanlılar da atı çok sevdikleri için
"hippo" (at) ile başlayan adlar almışlar, Hippokrates gibi.. Romalılarda
ise erkek ön adlarının sayısı çok azdır.. Aulus, Gaius, Lucius, Marcus,
Publius, Servus, Titus, Tiberius gibi yaklaşık yirmi addan ibarettir !.. Bu ön
adların ardına soyun adı (nomengentile), baba adı ve kabile adı (tribunus)
eklenirdi. Romalı kadınların ise genellikle ön adları yoktur. Yalnızca aile
adlarını kullanmışlardır. Ailede birden fazla kız çocuğu varsa onları Prima
(Birinci), Secunda (ikinci), Tertia (üçüncü) vb. diye adlandırırlardı..
Asya Türklerinde, doğumn gününde yaşanan olaylara
göre, örneğin o gün düşman yenildiyse Yağıbasan, konuk geldiyse Konukkeldi,
yemek verildiyse Aşbergen gibi adlar ya da obanın kurulduğu yere göre Uralbay,
İdilbay gibi adlar konulmaktaydı..
Anadolu'da Arif, Arife, Bayram, Cumali, Recep,
Şaban, Ramazan, Bahar, Seher, Hilal, Mevlüt, Miraç,Kadir, Kadriye gibi doğum
gününü belirleyen adlar yaygındır. Ayrıca, Anadolu'da, çoğunluğu yörenin saygın
yatırlarından kaynaklanan adlarla çocuklara isimler konulmaktadır. Çocuğu
olmayan kadınların yatırlara adakta bulunmaları yaygın bir gelenek olduğundan,
yerel yatırlardan alınan adlar çok fazladır.. Örneğin Sivas'ta Ahmet Turan ;
Elazığ'da Hıdır ; Gaziantep ve Kahramanmaraş'ta Ökkeş ; Diyarbakır'da Şehmuz ;
Tunceli'de Veysel ; Besni'de Vakkas gibi.. Trabzon yöresinin klasik ismi ise
Temel değil İlyas'tır..
1908 yılında İkinci Meşrutiyetin ilanıyla birlikte
"Enver'ler, Niyazi'ler" o yıl doğan çocuklara yaygın olarak
konulmuştur. Arnavutluk devrim lideri Enver Hoca ile Kıbrıs doğumlu bilim
insanı Niyazi Berkes'in adları bunlara örnektir..
1960 İhtilali sonrası Hürriyet, Adalet ;
1970'lerden sonra Deniz, Ulaş adları yaygınlaşmış ; 1980'lerden sonra Merve,
Berk ; 1990'larda Can takılı adlar moda olmuştur..
Ad koyma geleneklerinde önemsenmeyen konulardan
biri de -han, -men, -man ekiyle biten adların dilbilgisi kuralında erkek olması
gerektiğidir. Örneğin, Azeri devriminin önderlerinden Neriman Nerimanov
erkektir ve adı bu kurala uygundur. Zaten Neriman da pehlivan demektir..
Arapça'da -et ekiyle biten adların dişil olmasına
karşın Türkiye'de bu kural önemsenmemekte, erkeklere dişil sözcükler isim
olarak takılmaktadır..
Türkiye'de büyüklere adları ile seslenilmemesi,
görgü gereğidir. Küçüklerin büyüklere adlarıyla seslenememeleri, adın büyüsel
güç taşıdığı inancıyla ilgili olmalıdır.
Gelinlerin, kocalarının akrabalarına adlarıyla
hitap edememesi adeti bu inanışın ne kadar güçlü olduğuna bir örnektir. Trabzon'da bir gelin, kayınbabası izin
vermedikçe onun yanında konuşamaz. Bu tabunun ne kadar güçlü olduğuna dair
örnek de Kazakistan'dan : Kayınbabasının adı Mehmet olan gelinler, kelime-i
şehadet getirirken "Lailaheillalah beybabam adlı resulullah"
demektedirler !..
Lakap yaygınlığının bir nedeni de ad tabusu
olmalıdır. Soyadı bulunmadığından insanların birbirleriyle karıştırılmaması
için lakapları ile anılması, köy toplumundan Osmanlı devlet ricaline kadar
yaygın bir gelenek olmuş, tarihçilere de önemli bir kolaylık sağlayacak
biçimde, birçok devlet adamı lakaplarıyla tarihe geçmiştir..
Çin'de İÖ 2852'de soyadı almanın zorunlu olduğu
söylenir. Milyarlık Çin'de soyadı sayısı 400 civarında olduğundan, milyonlarca
Çinli aynı soyadını taşır. 1911 Devrimine kadar aynı soyadını taşıyanların
evlenemediğini de düşünürseniz, ne kargaşa !..
Batı'da soyadı kullanımı Roma İmparatorluğu'nda
başlamıştır. Ortaçağ'dan itibaren yavaş bir süreçle de olsa tüm Avrupa'da
yaygınlaşmıştır. İngiltere'de 1000 yıllarında başlamış, 1600'lü yıllarda
herkesin bir soyadı olmuştur..
Avrupa'da yaşayan Musevilere ise zorla soyadı
verildi ama Hıristiyanların kullandığı soyadlarını almaları yasaklandı !..
KUDRET EMİROĞLU'nun "Gündelik Hayatımızın
Tarihi" adlı kitabından alınmıştır..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder