E kuş alacali kuş, O daldan bu dala duş
Dediler yar yaylada, gittum ki yaylalar boş
Bu yalancı dünyada, her seven bir eş arar
Taşun kalbi yok ama onida yosun sarar.
/Gökhan Birben
Emre, Simge’ye yanlış yapmıştı. Daha önce “canımsın”, “cicimsin”, “her şeyimsin” diye dil döken Emre’ye ne olduysa yüz seksen derece dönerek Simge’ye bu defa pislik muamelesi yapmaya kalkmıştı. Kız haklıydı. Onunla bir daha beraber olamazdı. Çareyi yolları ayırmakta bulmuş ve bunun için de sabahın ilk ışıklarıyla birlikte Emre’yi orta yerde bırakarak köyünün yolunu tutmuştu…
Ağustos ayının ilk Pazar sabahının ilk saatlerinde köydeki şenliğe ulaşmak için yola koyulduğumuzda minibüste karşılaştığımız ilk “insan öyküsü” buydu. Başlangıçta aşkla, muhabbetle, karşılıklı hoşgörü, sevgi ve anlayışla başlayan beraberliğin bizim için bir muamma olan sebeplerden dolayı sönüşüne, çöküşüne ve “ikisi bir fidanın güller açan dalı” olan gençlerin kopuşuna tanık oluyorduk. Bu durum hiç hayra alamet değildi sabah sabah…
Yollar da yıllar gibi up uzun. Gide gide bitmiyor. Bir yol ayrımında Simge’yi dertleriyle birlikte kendi yolunda bırakıp biz kendi yolumuza devam ettik ve Bafra’ya vasıl olduk. Elbette hedefimiz Bafra değil Alaçam Akbulut köyü Kabaalma yaylası idi. Ama hepsinden evvel aşmamız gereken bir “Bafra aktarma”sı vardı. Çünkü Pazar Sabahı Samsun’dan Alaçam’a direkt otobüs ancak öğleye doğru kalkıyordu. Çaresiz Bafra üzerinden aktarmalı gidecektik.
Kentlerin düzeni bir âlem oldu artık. Kentin giriş çıkış kapıları doğru dürüst çalışmıyor. Önceden bir kentte bir terminal olurdu. Şehre gelenler ve şehirden gidenler hep aynı yerden iner binerlerdi araçlara. Şimdi, kentin bir yakasından gelen yolcu öteki uca gitmek için mutlaka bir “aracı” kullanmak zorunda. Samsun’dan minibüse binip Bafra’ya geliyorsunuz. İndirildiğiniz terminalde ancak geriye dönüş yapabileceğiniz güzergâhın minibüsleri var. Şehre giriş vergisi olarak bir dolmuşa binip gideceğiniz öbür güzergâhın terminaline ulaşmak için şehir içi dolmuş ücreti ödemek zorundasınız. (Dolmuşa binmeyip bu yolu yaya olarak geçenlerden de bir şekilde haraç alma yolunu düşünecek bir aklıevvel çıkar mı dersiniz. Çıkar mı çıkar!)
Bafra’nın sokaklarını salına salına adımlarken baktık ki bir köy minibüsü Alaçam Hüseyin Dede şenliklerine gidiyor. El edip durdurduk ve atlayıp arabaya düştük Alaçam yollarına. Gökçeboğaz sapağında indik minibüsten ve bir gelen olur diyerek vurduk kendimizi köy yoluna. Kırıklı sapağında Hamdi Meral kardeşim yetişti imdadımıza. Böylece köye vasıl olduk. Ardından Kayış yeri Mezarlığına çıkıp cümle geçmişlerimizin ruhlarına birer Fatiha okuyarak tekrar koyulduk yola. Bu defa istikamet Eski köy Kabaalma Yaylasıydı. Tokmak hırmanına ulaştığımızda peşimizden gelen Mehmet Şahin ağabeyimiz bizi traktörüne alarak yayla yollarını çabucak aşmamıza vesile oldu. Allah (cc) her ikisinden de razı olsun.
Geçen yıl 29 Haziran 2008 ’de yaptığımız Keşkek Şölenimizi bu yıl gerek “köy işleri” ve gerekse gurbetten gelecek olan köylülerimizin “izin işleri” nedeniyle ortalama bir yol bulmak için önce bir ay, daha sonra bir hafta daha erteleyerek 02 Ağustos 2009 ‘da yapmakta karar kılmıştık. Zaten yıllar boyunca bu bitip tükenmek nedir bilmeyen “İŞLERİMİZ” yüzünden kafamızı kaldırıp bir birimizin yüzüne bakmaya fırsat bulamıyorduk. Tam bir çıkış yolu bulduğumuz ve hatta bu yola girdiğimiz ilk andan itibaren bu işi de yürütemeyecek miydik korkusu gelip yüreğimizin orta yerine oturmuştu.
Evet 2008 ‘den 2009’a bir yılda ülkede çok şeyler değişmişti. Sadece ülkemizde mi? Birilerinin cebi dolarken tüm dünyada insanlar günden güne yoksulluğun pençesini biraz daha şiddetli olarak enselerinde hissediyorlardı. Ama bu dünyanın sonu değildi ki. İnsanoğlu yiyecek içecek. Yaşamak için her çareyi deneyecekti.
Bu karmaşa içersinde ne “yapmamamız” gerektiğini atalarımız bize “Sürüden ayrılanı kurt kapar” sözüyle bellettiyse de biz buna kulak kabartmayıp hatta aldırmayıp yolumuza devam etmişiz. Tıpkı batan gemideki gibi “herkes kendi canını kurtarma” derdine düştüğünde bize bir daha hiç kimsenin hayrı dokunamayacaktı. Tam bir yıldır ikinci buluşma gününün heyecanıyla yatıp kalkarken gelip aramıza giren bu kriz görülen o ki teğet geçmeyip bizi de vurdu. Yılda bir kere yapılacak bu buluşma için insan elbette kendisine bir program yapabilecek yeteneğe sahiptir. Yeter ki krizlerin etkisine karşı hazırlıklı olabilelim.
Yapılan iş; bir hayır işidir, bir gönül işidir. Bu işlerde zorlama olmaz; rıza vardır. Adına gönül rızası deriz. Gönlümüzden kopuyorsa koşar gideriz. Bu sevgi gibidir. Paylaşıldıkça azalmaz. Aksine çoğalır da çoğalır. Bu da bizi Allah’ın rızasına götürecektir şüphesiz. Biz bir birimizden razı olursak Allah da bizden razı olacaktır.
Netice itibariyle; Sibel, Emre’den uzaklaşarak kişisel sorunlarıyla baş başa kalmayı ve yalnızlığı tercih etti ve köyüne gitti. Bizler de Alaçam yolculuğumuzun Bafra aktarmalı kısmını korsan bir minibüsle, köy ve yayla yollarını da köylümüzün yardımıyla hallederek şenliğe ulaştık. Küresel ve siyasal kriz engeline takılan bu buluşmamızı da ufak tefek sıyrıklarla da atlattık çok şükür.
Hep hayal ettik ve hayal kurmaya da devam edeceğiz. Hayal kurabilen insanlar gelecekten ümit kesmezler. Yarınlar bizimdir deyip ona sahip çıkarak fedakârlıkta sınır tanımazlar. Kusur aramak yerine bir eksiği tamamlama gayreti içinde olurlar. Bu vasıflara sahip insanlara sahip olduğu için Köyümüz ve köylümüzle gurur duyuyoruz.
Bu ve benzeri tüm badireleri atlatmış olarak 2010 Yılında yapacağımız büyük buluşma; “Akbulut Köyü 3. Geleneksel Keşkek Şöleni”nde sağ ve sağlıklı olarak hep beraber olma dilek ve dualarımızla herkesi sevgi ve saygıyla selamlıyoruz.
/Çetin Koşar
04 Ağustos 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder