10 Ağustos 2009 Pazartesi

Köy Hayırları ve Akbulut Köyü Keşkek Şöleni


Festival, şölen ve şenlik gibi isimlerle adlandırılan etkinliklerde öne çıkan yeme, içme ve eğlenme faaliyetleri aslında bu tip düzenlemelerin asıl amacı olan toplumsallaşma, yardımlaşma ve dayanışma gibi temel girişimleri bazılarının gözünden kaçırmaktadır. Her şeye muhalif olmayı bir tutku haline getirenlerin, yapılan bu tip hayır işlerine “bu işten hayır çıkmaz” gözüyle bakmaları kendileri için yaman bir çelişki değil midir?


İnsanların kalpleri taşlaşmadan evvelki “kanaatkârlık” dönemlerinde yaşamın erdemlerinden birisi de “paylaşmak”tı. Bu öyle bir paylaşımdı ki, sağ elin verdiğini sol el duymazdı. Paylaşıma konu olan şeyler sadece “zarar”ın paylaşımı değil aksine “yaşamın içindekiler”di. En başta sevgiler paylaşılırdı. Ardından acılar, hüzünler ve canın yongası mallar. Bu paylaşım öyle bir hal almıştı ki dağda gezen kurttan tutun da gökte uçan kuşa kadar bütün kâinatı kaplayan, sarıp sarmalayan, onu koruyan, gözeten, kollayan ve yeşerten bir akideye bürünmüştü. Bu yüceliği yaşayan ve yaşatanlar elbette “kanaat ehli” kimselerdi. Onlar “tamah” etmiyorlardı. Bu nedenle asla zarar görmüyor ve ziyan olmuyorlardı. Aksine paylaştıkça çoğalıyor, daha da çok zenginleşiyorlardı.

Ne zaman ki birileri çıkıp “Az tamah çok zarar verir” diye bir çığlık attı işte o günden sonra bütün düzen “allak bullak” oldu. Nizam, intizam ve İnsicam bozuldu. Kariyerler sıfırlandı, suyun akış yönü değiştirildi. Bozulan düzenin yerine “düzensizlik hâkim” oldu. Artık insanlar paylaştıkça değil tuttukça, kesbettikçe zengin olacaklarına inandılar. Hatta zengin olmak için çalışma ve çabalamaya da gerek yoktu. Bunun için İnsanlar sınıflara bölündü. Aralarında tabakalar oluşturuldu. “Hak ve adalet” kavramlarının yerini “güç ve kuvvet” aldı. Haklı olan değil güçlü olan kazandı hep. Adem ile Havva’dan olma insanoğlu ne yazık ki bugün bile Habil ile kâbil gibidir.

Âdem(as)’in ilk oğlu Kâbil, ikinci oğlu da Hâbil’dir. Kâbil çiftçi, Hâbil Çobandır. Hâbil’in, en güzel hayvanını Tanrıya kurban eylemesi Kâbil’i kızdırır. Abisine elini bile kaldırmayan küçük kardeş Hâbil, abi Kâbil tarafından oracıkta öldürür. Kalpleri Dünya nimeti hırsıyla dolu sayısız Kâbil’ler bugün ortalıkta gezinerek paylaşımdan yana olan, bölüşmeyi kayıp değil kazanç sayan Hâbil’lerin malına göz koyup, canına ve zihnine kastetmektedirler. Hayır yapmak isteyenler ve hayra vesile olacaklar kandırılmaya, yoldan döndürülmeye ve bu işten caydırılmaya çalışılıyor.

Bir hayrı ve bir iyiliği ancak iyi olanlar yaparlar. İyilik yapabilmenin temelinde zengin olmak değil kanaatkâr olmak yatar. Kanaatkârlık, açgözlü olmamaktır. Kanaatkâr insanın kalbinde kin, haset ve düşmanlık barınamaz. Bu nedenle yüreği sevgi doludur. Bu yüreklilik örneklerini günümüzde dünyanın bir ucundan öbür ucuna her millette ve her dinde görmemiz mümkündür. Bunu fark edebilmek için beşeriyetin yeni bir dine ve Peygambere de ihtiyacı yoktur. Çünkü insanoğlu “sebavet” ve “Şebâvet” devrini ikmal etmiş, tamamlamış olup artık “Rüşt” ve “Kemâl” devrindedir. Bunun için Allah(cc) bundan sonra ne kitap ne de Peygamber gönderecektir. Ulu önderimiz Atatürk’ün ifadesiyle “İnsanoğlunun idrak derecesi, aydınlanma ve olgunlaşması yüksek kabiliyete ulaştığı için Peygamberimiz “Hâtemül Enbiya- Son Peygamber”, kitabımız Kur’an da “Kitab-ı Ekmel- En üstün Kitap olmuştur.” Bu nedenle iyilik yapmak için, hayır işlemek için bir aracı bir önder aramaya gerek yoktur.

İyilik yapma ve hayır işleme konusunda halkımızın dilinde dolanan bir söz vardır; “Eve lazım olan Camiye haramdır.” denir. Bir başka sözde de “Kendisine hayrı olmayanın başkasına hiç hayrı dokunmaz.” denmektedir. Bu şu demektir; “her koyun kendi bacağından asılacaktır.” Yani herkes kendinden ve çevresinden sorumludur.

Köylerimiz ortak yaşam alanlarımızdandır. Kente göre buradaki insan ilişkileri daha bir aktif, daha bir içten ve daha bir kuvvetli olmalıdır. Buradaki insanların hemen hemen hepsinin birbirleriyle hısım akrabalık ilişkileri vardır. Bu yönüyle de kalkınma için gereken birlik, beraberlik ve dayanışma gibi bir araya gelme istidadı köylerimizde çok daha kolay olmaktadır.

Ülkemizdeki köy hayırları, kıştan çıkıp bahara ulaşmanın şükrü; O yıl ekip biçilecek ürün için bir bereket duası olarak zuhur etse de aslında sadece “Mayıs Yedisi” ve “Hıdırellez” gibi kültürel faktörlerle sınırlı kalmamaktadır.

Köyümüzde de böyle bir gelenek başlatmanın arayışı içindeyken bu tip dinsel, kültürel ve ulusal olgular üzerinde düşünmedik değil, düşündük. Sunay Bakioğlu’nun deyimiyle “Kızlan’ın “Hüseyin Dedesi,” Alaçam’ın “Geyikkoşan Dedesi,” Gökçeboğaz’ın “Dede”si vardı ama Akbulut Köyünün böyle bir zenginliği yoktu.” Her ne kadar sevgili Hicabi Ay, Dikilitaş mevkiinde gördüğü iki adet dikili taşın bir “yatır” olabileceği fikrini ileri sürse de, adı olan fakat kendi olmayan Türbe Mevkiindeki “Türbe”nin de ele avuca gelir yanı yoktu.

Böylece, dinsel faktörlerden umudu kesmişken ilk akla gelen kültürel kaynak Hıdrellez oldu. Fakat farklı yerlerde farklı zamanlarda yapılmasının yanında “su kaynağının denizle birleştiği noktada yapılması” gerekliliğinin bırakın denizi, su kaynağından bile yoksun olan köyümüz için şimdilik uzak bir anlam ifade ettiği bir gerçekti. Geriye tek bir seçenek kalıyordu o da ulusal bir simge bulmaktı. Bulduk da; Keşkek… Köyümüzde başlatabileceğimiz bir “köy hayrı” geleneğinin ana teması milli yiyeceğimiz olan keşkek olacaktı. Peki, bu keşkek nerede yenilecekti?

Bu konuda da önümüzde birçok seçenek vardı ve hepsi  “beni al, beni al” diye haykırıyordu. İlk akla gelen elbette köy meydanı oldu. Ancak yapılacak şölene sadece köylülerimiz davet edilmeyecek aynı zamanda komşu köyler ile uzak ve yakın yerlerdeki eş ve dostlarımızın da bu kaynaşmaya dâhil edilmesi gerekiyordu. Köy meydanımız doğrusu bu çaptaki bir kalabalığı kaldıracak ölçüde değildi. Dezavantajlarına rağmen, daha rahat olabilmek, serbestçe eğlenip şenlenebilmek, çevre ve gürültü kirliliğine vesile olacak bir hareket yapmamak için biraz da yerleşim yerleri dışında, gözden ırak bir yerlerde olmak gerekiyordu. Köyün ve davetlilerin selameti için bu elzemdi.

Bizi kendine çağıran bir diğer mekan da “Ayle Dağı” idi. Kabaalmaya göre daha yüksek, havadar ve ufku geniş olsa da “Mülkiyet” durumu bizi üzerinde uzun süre düşünmekten alıkoyarak dikkatlerimizi “Kabaalma’nın Düzü” ne çevirmiştir.

Kabaalma’nın Düzü, köy ormanının orta yerinde, Gökçeboğaz Vadisinden giriş yapan deniz havasının Meydancık Dağı ile Pergeli sırtlarının kuşattığı alandan süzülerek gelip burada zirve yaptığı bir yerdedir. Gündüz meltemleri, sırtını dağlara yaslamış yayla konumundaki Kabaalma Düzünde rüzgâr olup esmekten geçip zaman zaman fırtına etkisi bile yapmaktadır.

Doğal konumu dışında Kabaalma düzünün köyde doğup büyümüş herkes için tarifi imkânsız mana, anlam ve ifadeleri vardır. Herkesin içinde bir özlemdir Kabaalma’nın Düzü. Kabaalma yalnızca düzüyle çağırmaz bizi; kömürlük, Kocagöl, İki kaşın arası, Malakkı’nın Puvarı, Eskiköy ve Kökçe bizim “çocukluk aşkları”mızdır. Bu yönüyle Akbulutluların kolayca toparlanmasında başlıca amil olmuştur. Bizi kendine çeken cazibesi karşısında yüreklerinde aşk ateşi olanlarımız bulundukları yerlerde tutunamayıp pervane olup gelmişlerdir.

Köy hayırları, bazı köylerde maddi imkânsızlıklar yüzünden sekteye uğrayabilmektedir. Küresel krizin, bu yıl ikincisini yapacağımız daha doğrusu “rüştünü ispat”layacağımız köy hayrı geleneğimizi tehlikeye sokma riskini “güreş” gibi bazı programları iptal ederek ortadan kaldırmayı becerdik.

Aynı zamanda komşu köylerle kaynaşma, gurbete gitmiş hemşerileri ağaç gölgelerinde toparlamaya vesile olan bu tip etkinlikler öte yandan birçok sosyal ve toplumsal olayların yaşanmasına da kapı aralamaktadır.

İletişim olanaklarının alabildiğine çoğaldığı günümüzde, yaşam koşullarının dayatmasıyla aslında günden güne daha da yalnızlaşan insanımıza senede bir kez sunulan bu olanağın çok iyi değerlendirilmesi gerekmektedir. Temeli elektriğe dayalı olan görüntülü ve sesli iletişim teknolojilerinin bize “İnsan Sıcaklığını” sunması mümkün değildir. O halde tek çaremiz “dokunmak”tır. 

Dokunabilmek için “uzanmak” gerekiyor. Akbulut Köyü bu eli uzattı. Haydi verin elinizi bize gidelim.

“Akbulut Köyü Keşkek Şöleni” hepimize hayırlı uğurlu olsun.

/Çetin KOŞAR
10 Ağustos 2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder