23 Ocak 2021 Cumartesi

Ahırlı Evlerimiz

 

Konu o kadar derin ve o kadar geniş ki, bir yorum niteliğini aşmamak için birçok alanda kısıtlamalara gitmek gerekti. Çok eski zamanlara gitmeden ve Pelitbükü coğrafyasının dışına çıkmadan söylenebilecekleri sıralamaya çalışayım.
Konu “Kırsal Yerleşimlerde Konut Mimarisi” olunca ilk aklımıza gelen elbette “doğa ve insan” ilişkisidir.
Günümüzde, küreselleşmenin etkisiyle yaşama dair alışkanlıklar jet hızıyla değişmektedir. Geçmişten günümüze “ortaklık niteliği kazanan” ve korunarak gelecek nesillere aktarılması gereken bu kültürümüz de tarihin derinliklerine gömülmektedir. Gün gelecek insanımız bu eski köy yaşamını mumla arayacak ama unutur ve unutturursak biz bile bulamayacağız. ( Ali Ak hocamızın çabası da zaten budur; geçmişi hatırlatmak ve unutturmamak.)
Konut tasarımları, deneyimlerle elde edilir. Doğa ve çevre koşullarına göre oluşan köy konutlarının çevresindeki alanın kullanımı bölgenin üretim faaliyetlerine göre değişmektedir. Bir başka ifade ile köy evleri şehir evlerinden farklı olarak yan birimleri ile bütün olarak ele alınmalıdır. Buralar yaşayanlarının ihtiyaçlarına yanıt veren, doğal çevre ile uyumlu, kültürel değerleri önemseyen yerleşmelerdir. Mesela, ekonomik faaliyetlere göre yerleşmeler tarım köyleri, balıkçı köyleri, maden köyleri, orman köyleri, vb. gibi isimler almaktadır. Pelitbükü köylerinin ortak özelliği ise geçimini “çobanlık” ile sağlıyor olmasıdır. Zirai faaliyetlerden çok, hayvancılıkla geçinen yöre insanı, elbette bu faaliyetlerini kolaylaştıracak bir yerleşim tasarımı uygulamıştır.
Genel olarak köylerimizdeki konutlar bir yaşam alanı olmanın dışında bir de üretim merkezi konumundadırlar. Konut çevresindeki kullanım alanı ekonomik faaliyete göre PİN (kümes hayvanları için), AHIR (büyükbaş hayvanlar için), SAYA (küçükbaş hayvanlar için), SALAÇ (tütün kurutma için), SAMANLIK (hayvan yiyeceği saklama için), SERENDER (insan yiyeceği saklama için), ÇEŞME ya da SU KUYULARI vb. gibi yapıların yanında çevre estetiği (görsel çekicilik) için ağaçlandırma ve bahçe duvarı (çit)de bulunmaktadır.
Ahırlar niçin evin altına yapılırdı sorusuna yorum yapan arkadaşların değindikleri konular “Isınma, fakirlik, bakım, güvenlik, ekonomik ve alan darlığı” üzerine oldu. Hemen hemen hepsi de doğru. Bu cevaplar hemen hemen bölge kültürü içinde yetişmiş kişilerce verildiğine göre bu çabalar inşallah, bölge folkloru ile ilgilenen araştırmacılarımız için kaynak bilgiler olur.
.
BANA GÖRE…
Ahır, hayvanların barındığı yapılardır. Bazı bölgelerde konutun yaşama katının alt katında yer alırken; bazı bölgelerde konuttan ayrı olarak yapılır. Pelitbükü köyünün “kıyısındaki bir köylü” olarak söyleyecek olursam bizim evimizin altı da ahır idi. Hatta öyle ki, evin dışına çıkmadan ahıra inerçıkardık. Tıpkı bugünümüzün “dublex” yapıları gibi. Giriş çıkış kapılarımız ayrı olsa da her ikisi de bir boşluğa açılır, bir bassak (merdiven) ile eve çıkarken, ikinci bir kapı ile de hayvanların bağlandığı iç odaya girilirdi.
Hayvanlarla aramızda görülmez bir bağ vardı. Onları kendimizden ayrı düşünemiyorduk. Kedi evin içinde bizimle iç içe yaşarken, köpeğimiz de kapının dışında ama mandıra(bahçe) içinde gözü kulağı bizde yaşardı. Ahırdaki hayvanlarımızla tarlada, tabakta gündüz hep beraber olduğumuz gibi akşam olunca da yine aynı yapı içinde hep beraberdik. Onlar alt katta biz üst katta oturan iki komşu aile gibiydik. Onlar bizim sesimizi duyduğunda bazen möö’leyerek bize cevap verirler, biz de onların “kütürtü ve patırtısını” duyduğumuzda “hööst, geh geh geh!” diye onlara seslenirdik. Yuları çözülen, ipini koparan kendinden küçük olanı boynuzlamaya kalkar, saldırıya uğrayan “böğürerek” bizden yardım ister, biz de bir çırpıdan ahıra iner, “aralarını bulurduk.” Bu kollama korumanın yanında bir diğer önemli vakamız da doğurmak üzere olan hayvanın “gözetlenmesi” idi. Bunun için kaldığımız odanın döşeme tahtalarının bir köşesinden “gözetleme kapağı” vardı, büyüklerimiz buradan zaman zaman kapağı açıp ineği gözetlerlerdi. Bazen erken doğum vakaları olur, bağlı inek yavrusuna uzanamaz, öyle bir tatlı ses çıkarırdı ki, gecenin bir vakti uçarak ahıra iner, bayram ederdik adeta. Duyduğum en güzel hayvan sesi bu hayvanın buzağısı için çıkardığı sevgi sesleriydi.
Takvimler yıl 1975’i gösterdiğinde eski evimizi söküp yeni ev yaptık kendimize ve ayrıca da hayvanlarımıza. Artık hayvanlarımızla aynı bina içinde değil, ayrı ayrı binalarda idik. Uzaklaşmıştık onlardan, ya da onları uzaklaştırmıştık kendimizden. Bu ayrılış öyle hızlı sürdü ki, bir köylüyü “köylü” yapan “öküz”lerle bağımızı ebediyen kopardık. Şimdilik bir inek, üç-beş tavuk var. Kedi ve köpekleri bile “edinmez” olduk.
Oysa, geleceğimiz “doğada ve doğal yaşamakta.”
Bu güzel hatırlatması için
Ali Ak hocama sevgi ve saygılarımı sunarım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder