Zerzevat : Sebze. Küçük ve önemsiz şeyler.
Zerzevat aslında Patates, soğan, domates gibi sebzelerin geneline verilen bir addır. Köyde buna bazıları “öte beri” de derler. Özellikle bahar aylarında fidelik kenarlarına ekilip dikilen bu sebzeler bir hiçtir. Önemli olan, para getirecek olan tütün fideleridir.
Tütün tohumu ekilen maşlamaların orta yerine sarımsak, kenarlarına marul, şeker pancarı, fasulye vb. dikilir. Maşlamalığın kıyısında köşesinde kalan boşluklara küçük yastıklar yapılarak domates biber, patlıcan, pırasa vb. fidelikler de oluşturulur ki, tütün fidesinden gayrısı zerzevat sınıfına girer.
Aslında zerzevatı bir dilbilimciye sorsanız hemen işin kökenine inmeye çalışacaklardır. “Zer=altın, zevat=kişiler. Zerzevat eşittir, değerli insanlar” diyeceklerdir. Ama kazın ayağı öyle değildir işte. Zerzevat bitki bilimi olan botaniğin dışında toplumsal alanda Altın kalpli kişiler olarak değil de “Kerameti kendinden menkul zevat için de kullanılan bir sıfattır.”
Yeri gelmişken söyleyelim, altın kalpli kişilere muhterem kişi anlamına gelen “Zat-ı Muhterem” isim tamlaması kullanılır. Siz siz olun kaş yapayım derken göz çıkarmayın. Sebze gibi insan sağlığına oldukça yararlı bitkileri bile tutup işe yaramaz, gözden düşmüş insanları tanımlamada kullanıyoruz ya helal olsun bize.
“Güneydoğu usulü kebapçılarda (büyük şık olanlar değil) kebaptan önce masaya bırakılan bilumum marul, maydanoz, taze soğan, közlenmiş biber, közlenmiş domates, közlenmiş soğan ve hatta sarımsağın hepsine verilen ad. Bazılarında masaya örtü yerine büyük kâğıtlar serilmekte, zerzevatlar da bunun üzerine serpiştirilmektedir. Bu tür yerlerde yediğim her kebap müthişti, bundan bir genelleme çıkarmak gerekirse; tabakta salata yerine kâğıtta zerzevat varsa o kebabı kaçırma!” (ekşi)
Zevle : Boyunduruğu öküzlerin boynuna bağlamaya yarayan, yaklaşık kırkbeş santimetre uzunluğunda sert ağaçtan yapılan boyunduruk parçası. Çift öküzünün boyunduruktan çıkmaması için boynunun iki yanından boyunduruğa, aşağıya doğru geçirilen çubuk.
Köyde herkesin “zevle” olarak bildiği şeye “zelve” deyip milletin aklını karıştıranlarda var bu memlekette. Bakınız ne diyorlar zelve dedikleri zevle hakkında;
“Avanos'a 5 km, Paşabağlarına* 1 km. uzaklıktaki zelve, Aktepe'nin dik kuzey yamaçlarında kurulmuştur. Zelve ören yeri, üç vadiden oluşmaktadır. 1952 yılına kadar iskân edilmiş vadide manastır ve kiliselerden başka yerleşim yerleri, iki vadiye açılan tünel, değirmen, Kapadokya tipik minarelerinden en güzeline sahip bir cami ve güvercinlikler bulunmaktadır.” Ne alakası var? Hiçbir alakası yok.
Oysa zevle, boyunduruğun kayış takılan yerinden de önemli olup boyunduruğun ana bölümlerinden birisidir. Boyunduruk yek pare bir odun parçasıdır ama onu öküzün boynunda tutan zevlelerdir. Kapadokya’ya gitmeye gerek yok.
Zevle deyip geçmemek gerekir. Zevleyi öyle adi bir odundan yaparsanız arabanız yolda, çiftiniz bozda kalır. Zevle, kiren dediğimiz kızılcık ağacından yapılır. Öküzün boynunu incitip yaralamaması için de çok iyi törpülenmiş olmalı, üzerinde pürüz bırakılmamalıdır. Öküzün boynuna göre ayarlanmış bir zevle öküze yapılabilecek en hayırlı bir iştir. Dar ya da geniş bir zevle hayvanı oldukça rahatsız edeceği için bu rahatsızlığa boyun eğmeyen öküzler ne yapıp edip bu tip rahatsız edici zelveleri siz farkında olmadan “çat!” diye orta yerinden kırarlar ki o zaman “nana”yı yemişsiniz demektir. Alt tarafı bir zevledir deyip hafife alamazsınız. Zevleniz kırıksa, öküzünüz, boyunduruğunuz, arabanız, sabanınız ve hatta siz hiçbir işe yaramazsınız o an. Bütün iş yarım kalmıştır.
Zevle Bağı : Ucu yarım hilal şeklinde kıvrık olan zelvelerin birbirine tutturulması için kendirden yapılan ip.
Öküz yeter ki zevleyi kırmasın. Bağını koparırsa bir şekilde çaresine bakarız.
Zılgıt : Korkutma, çıkışma, gözdağı, azarlama.
Aslında zılgıt, Güneydoğu Anadolu bölgemizde bir düğün çığlığıdır. Genelde orta yaşlı hafif göbekli kadınların işidir. Zılgıt atmak ya da zılgıt çekmek de denir. Antep, Adıyaman gibi yörelerin halk oyunlarında rastlanan kadın kısmı çığlığıdır. Genelde erkekler "haydaaaaa..." dedikten hemen sonra gittikçe yükselen bi tonda atılır bu zılgıt. Bir şenlik, gaza gelme hali yaşanır ortamda. Davul da gümbede gümbede vurmaktadır bu esnada. (ekşi)
Ancak bizim köyümüzde zılgıt ne atılır ne de çekilir. Sadece yenir. Bu yönüyle zılgıta bir tür yiyecek(!) tanımını yapabiliriz. Ne kadar az da yense mideye oturur. Terleme, yüzde kızarıklık, kulak uğuldaması ve kasılma yapar. Hep herkes, ya da her birimiz mutlaka yemişizdir bu zılgıttan bi güzel. Afiyet olsun!
Zıpır : Şımarık ve delice tavırlı, hareketlerinde ölçüsüz, delişmen, zırtapoz, zirzop.
Zıpır, zihinsel gelişimini tam olarak tamamlayamamış delikanlıdır. güçlü, hareketli ve sağlam yapılıdır. Deli desen değil, akıllı desen hiç değil. Gülerek fırlama deriz.
Zırdeli : Aşırı deli, çılgın.
Deliyi hepimiz biliriz. Akli dengesi yerinde olmayanlara deli deriz ama kimi zaman akıllıdan daha doğru konuşan delilerle de karşılaşmışızdır. Onların söylediklerine aldırış etmeyip, çoğu kez güler geçeriz. Buna karşılık bazen öyle bunalırız ki akıllı olmaktan gına gelir, bizi hafakanlar basar. O zaman ”Akıllı olup da herkesle uğraşmaktansa, deli olup herkesin bizimle uğraşmasına” razı oluruz.
Ortaçağ Hıristiyan dünyasında delilere şeytan gözüyle bakılır ve onlardan köşe bucak kaçılırken, bugün gelinen noktada delilerden kaçmak şöyle dursun çoluk çocuk peşine takılıp sokak sokak dolaşmak bir eğlence olmuştur veletlere. Her köyün, her mahallenin bir delisi mutlaka vardır.
Deli yakıştırması aslında düşünen insanlara, düşünmeyen insanların taktıkları bir genel addır. Hani denir ya “Bir deli kuyuya bir taş atar, kırk akıllı çıkaramaz.” Yani kırk akıllının aklını toplasan bir deli aklı etmez mi? Bu halk sözünün bilimsel açıklaması olsa olsa şöyledir "Deli, sağlıklı bir toplumun garip davranan sağlıksız bir bireyi değildir. Sağlıksız bir topluma sağlıklı bir tepki vermektedir ve belki de söyledikleri gerçekliği simgelemektedir." Yoksa deliler toplumdaki gizli velî’ler olmasın.
“Herkesin yaptığını yapmayan, toplumun hoşlandığı popüler şeylerden zevk almayıp kendi özel zevklerini yaratan, kendi haline takılan, çok konuşmayan, kalabalığı ve insanları pek fazla sevmeyen, az sayıda arkadaşı olan ve yalnız yaşayan kimseye de halk arasında deli denir. Onların hepsi normaldir, onların yaptığını yapmıyorsan sen normal değildirsin. Her gün karı kız peşinde koşmadığın, bütün gün televizyon izlemediğin, kalabalığa girmediğin, yalnızlığı sevdiğin için delisindir. Yıllarca tek başına bir evde yapayalnız nasıl yaşadığını çok merak ederler. Onlara göre kesinlikle normal olamazsın. Ama bu delinin umurunda mıdır insanların dedikleri? Tabiki hayır. Onlardan biri olacağına deli olmayı seve seve kabul eder. Kim bilir, belki de delidir!”(ekşi)
Deli kelimesi bizim bildiğimiz zırdeli versiyonundan başka pek çok deyim ve ifadeye kaynaklık etmiş bir kelimedir. 1815 tarihli Bursa’da bir hoca olan Mehmed Said, 1815 tarihinde bir DELİNAME yazar. Süheyl Ünver tarafından dilimize kazandırılan bu tasnifli deli listesi şöyledir:
Ağzı açık deli: Söyleyecek yerde ağzını açar bakar.
Asıl deli: Kendini cennetlik sanır.
Benkaz deli: Yorulmaktan usanabilmez.
Bılkın deli: Korkmayacak yerden korkar.
Cin kıl deli: Bir cevabı işitmeğin çekirge gibi sıçrar.
Cinni deli: Hayvanları ve insanları dövmek ister.
Çarpık deli: Elini ve parmaklarını oynatır bir şeye uymaz.
Dem geldi deli: Kah akıllılık eder kah delilik eder.
Ebleh deli: Kendini cümleden akıllı zanneder.
Kayık deli: Her şeye kapınır. Hamama gider kurnaya, düğüne gider zurnaya.
Kızıl deli: Az şeyden çok kavga eder.
Maslahat deli: Kendi işini kor gayrın işine gider.
Süfli deli: Her ne bulursa pak diye yer, karga gibi burnu boktan çıkmaz.
Şuara deli: Söylediği cevabı kafiyeye uydurur.
Takla göz deli: Hayrı ve şerri bilmez.
Tenbel deli: Karını ve kibini kor, kahvelerde ve berber dükkanlarında uyur.
Tiryaki deli: Kimse ile zindekanlık etmez. Divarlarla çekişir, tabakları çanakları kırar.
Zır deli: Söylediği demde eşek gibi zırlar.
Zır zır deli: Daima lafzenlik eder ve çok söyler.
Zir zop deli: Bir iş eder yine ürüdüğü yerde beyan eder.
….
Uzun söze gerek yok zannederim. Meşhur laftır bizde. Zamanın birinde tellal çıkartmışlar ve bütün köylere şu haber salınmış. “Her köyden bir deli gelecek. Sordanköy’den kim gelirse gelsin.”
Zibidi : Gülünç olacak derecede kısa ve dar giyinmiş olan.
Köyde zibidi olur mu demeyin. Büyüklerimiz, yaramazlık yapıp onları kızdırdığımızda bizi azarlamak, terslemek için sık sık kullanırlardı. Ama biz küpe takmazdık, saçlarımızı da uzatmazdık. Tamam bir ara dar pantolonlar moda olmuştu. Hepimiz giydik bunları gençlik yıllarımızda. Hatırlarsanız bir de bunların İspanyol paçalı olanları vardı; diz kapağından aşağıya doğru bir honi gibi genişler, yolda yürürken paçalarımız bir birine vururdu. Hatta bu paçaların bir birine dolaşmasını önlemek için, ayakları açarak paytak paytak yürüyenlerimiz bile çıkmıştı. Hele ki bir moda uzun yıllar sürmüyor da elaleme maskara olmaktan kurtuluyoruz. Kısacası zibidilik kim biz kimiz?
Zift : Katran ve diğer organik maddelerin buharlaşmasından veya damıtılmasından elde edilen, kolay kırılan, az ısı ile eriyen, katı, siyah, parlak madde, karasakız.
Aslında zift, yüzeyleri havanın etkilerine karşı dayanıklı kılmak ya da yol yüzeylerini kaplamakta kullanılan petrol kalıntısıdır. Köyümüz bu ziftle ancak iki binli yıllarda tanışıp müşerref olmuştur. Daha önceleri yollarımız taşlı topraklı idi. Şimdi en azından mucurludur köy yollarımız. Asfalt ancak Bafra Alaçam arasındaki asfalt yola döküldüğü için biz bilmezdik ziftin ne olduğunu. Asfaltı görünce, deniz görmüş arap gibi hemen çıkarır ayakkabılarımızı elimize alır, yalınayak yürürdük asfaltta. Çünkü asfalt dümdüzdü.
Köyde herkesin doğduğu günden beri bildiği zift değil ZİFİR idi. Aslında hep karıştırmıştık zifti, tütün kırma ve dizmelerinde elimize, üstümüze başımıza yapışıp kalan tütün zifiri ile. Zifirdi bu yeşil tütünden elimize yapışan madde ve ancak ilk zamanlar gazyağı ile çıkarırdık bu mereti ellerimizden. Yoksa o zehir gibi acı olan meretin yüzünden ne erik ne armut, ne domates ne de başka bir şeyi rahat rahat yiyemezdik ağız tadıyla. Bundan dolayı mıdır nedir, beddualarımızın birinde de geçer bu zift.
-Ana gııı! Yimekde ne var?
-Ne soriyen. Yavan yaşug Allah ne verdise yirük a olum.
...
-Ana gine mi misir çorbası bişüdün yaaa.
-Beyenmedisen git ziftin pekini ye. Senin uçun gadayıf mı açacam burda.
……