Zahîre : Gerektiğinde kullanılmak için saklanan tahıl, aşlık.
Sözlükler “depolanmış tahıl, tahıl zulası” diye tanımlasalar da okunuşu çok önemlidir. Genellikle zâhire şeklinde a harfi uzatılarak söylenir. Ancak bunun yerine “a” harfi kısa “i” harfi uzun zahîre diye okumak ve söylemek doğrusudur. Köylümüz, Arapça asıllı olan bu kelimeyi Türkçeleştirip kısaca ZAHRA demektedirler. Zahra’nın özü de “un yapılan mısır ya da buğday” manasınadır.
Osmanlı Devleti'nde avârız gelirlerinden bir başkasını da Zahire Baha adı verilen, nüzül ve sürsatta olduğu gibi gerek askerin gerekse sancağa gelen görevlilerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere toplanan bir vergi vardı. Hayvanların yem ve yiyeceklerinin temini bakımından “arpa baha” gibi, insanların her türlü gıda maddesini temini için “zahire baha” gibi vergiler toplanmıştır.
Bir de “zahire-i âhiret” tamlaması vardır ki Ahiret azığı anlamında olup bu dünyada bir insanın yapacağı “Hayır ve iyilikleri, Sâlih amel ve ibâdetleri” anlatır. Yani manevi rızık.
Rüyada zahire gören yakin zamanda zengin ve mutlu olur.
Zelzele : Deprem.
Ne zaman ki beşikten inip yere ayak bastık artık sallantılar bir başka oluyordu. Kara ve kör bilgilerimize göre dünya sarı bir öküzün boynuzu üzerinde durunca yaşadığımız sarsıntılar, sallanmalar normal gelirdi bize. Okula gidip, Arapça “Zelzele” yerine Türkçesi “Deprem” i öğrendiğimizde artık sarı öküzün merhametine kalmadığımızı anlamıştık. Tek tesellimiz bulunduğumuz yerin fay hattının üzerinde olmayışıydı. Komşuyduk bu fay hattına ve her zelzele olduğunda, komşuda pişen bize de düşerdi ama o anlarda dengesiz insanın illet tavrı “velvele”yi; gereksiz telaş, heyecan, bağırtı hatta kimi zaman çağırtılarını medya gözümüze kulağımıza soktukça içerimiz ürperiyordu.
Köydeki depremler ile şehirlerdeki depremler arasında tabi olarak dağlar kadar fark vardı. Yüz köyü bir araya toplasan şehrin bir mahallesi etmeyecektir. Köyde başımıza yıkılan ev bizim evimiz olacakken, şehirde başımıza yıkılan kendi dairemizle birlikte apartmanda bilmem kaç kişinin evi olacağından iş biraz daha ciddiye biniyordu. Ancak, dinleyen kim? Kaçak yapılaşma, dünyalık heva ve hevesler canımızı kendi ellerimizle ateşe atmamıza vesile oluyorken, bu işin sorumluluğunu omuzlarında taşıması gereken devlet organları iş işten geçtikten sonra olay mahallinde endamlarını göstermektedirler. Oysa gerekli tedbirler alınırsa deprem korkulacak bir doğal afet değildir.
Bilimsel olarak tanımı: Yer kabuğunun derin katmanlarının kırılıp yer değiştirmesi veya yanardağların püskürme durumuna geçmesi yüzünden oluşan sarsıntı, yer sarsıntısı, hareket, deprem.
Kur’an-ı Kerim, Zilzal Suresi (Diyanet Meali)
Bismillahirrahmânirrahîm
1,2,3. Yeryüzü kendine has bir sarsıntıya uğratıldığı, içindekileri dışarıya çıkarıp attığı ve insan, “Ona ne oluyor?” dediği zaman,
4. İşte o gün, yer, kendi haberlerini anlatır.
5. Çünkü Rabbin ona (öyle) vahyetmiştir.
6. O gün insanlar amellerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük kabirlerinden çıkacaklardır.
7. Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükafatını görecektir.
8. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir.
Cübbeli Ahmet Hoca lakaplı Ahmet Mahmut Ünlü'yü yakan sözü "Deprem ilahi bir ikazdır" olmuştur. Bizim Cübbeli hocamız kopya çekmenin cezasını çekmişti. Oysa bu sözü 1756'da Lizbon yerle bir olduğunda da Hıristiyan din adamları, bunun "tanrı'nın gazabı" olduğunu söylemişler, "bunlar itikadımızı sınamak için..." demişlerdi.
Hurafelere karnı doyan bilim, dayanaklarını inançta değil, ispatta arıyor, keşfediyor, icat ediyor, tecrübe ediyordu. Voltaire o dönemde ortaya çıkıp, yaşanan acılara kutsal kılıflar dikilmemesini söyledi: "bu yaşadıklarımızın tanrısal adaletle bir ilgisi yok" "yaşadığımız tamamen bir doğa olayıdır". Dedi.
Düşünen adamlar düşünmeye devam etti: Voltaire'in karşısına da Jean Jack Rousseau (Jan Jak Russo) dikildi ve bir adım daha ileri gitti: "yaşadığımız acıların nedeni sadece jeolojik değildir" "insanları deprem değil, yoksulluk öldürüyor." Dedi.
En son olarak da hükümetimiz 1999 yılında depremzedelerin yaralarını sarmak için bir Deprem vergisi çıkarttı ki evlere şenlik. Tıpkı bir kereye mahsus olmak üzere çıkarılan Çevre Temizlik Vergisi gibi 10 yıldır iğneden ipliğe her maldan alınmaya devam etmektedir. DASK adı verilen zorunlu deprem sigortasını burada söylemiyoruz.
Bir Sezen AKSU şarkısı;
bu gece şehirde
bir tevekkül var, var, var, var
can alışverişte
her taraf pazar
ayaklar altında hey hey
sabaha kadar
kubbeler hu çeker
kullar sallanır
hu hu hu
bu nasıl ibadet
kimin çağrısı vay, vay, vay, vay
bütün bakışlarda
safran sarısı
evler secde etmiş hey hey
gece yarısı
odalar hu çeker
holler sallanır
hu hu hu
ne yardan haber var
artık ne serden vay, vay, vay, vay
göz gözü görmüyor
kardan topraktan
telgraf telgraf hey hey
ayrılıklardan
direkler hu çeker
teller sallanır
hu hu hu
nedir topraktaki
bu iniş kalkış vay, vay, vay, vay
bir tarafta ecel
bir tarafta kış
bütün bahçelerde hey hey
ayin başlamış
ağaçlar hu çeker
dallar sallanır
hu hu hu
bu gece şehirde
bir tevekkül var, var, var, var
can alışverişte
her taraf pazar
ayaklar altında hey hey
sabaha kadar
kubbeler hu çeker
kullar sallanır
hu hu hu
Söz: Bekir Sıtkı Erdoğan
Müzik: Orhan Gencebay
Ülkemiz depremi hiç şüphesiz 26.12.1939 tarihinde 32.962 can verdiği 7.9 şiddetindeki Erzincan depremiyle tanıdı. En son da 17.08.1999 tarihinde 17.127 can verdiği 7.4 şiddetindeki Kocaeli depremiyle bir kez daha derinden sarsıldı. Rabbimiz hiçbir kulunu acıyla imtihan eylemesin. Amin!
B.Ü. Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Ulusal Deprem İzleme Merkezi'inden alınan Günlük hatta saatlik depremleri öğrenmek için takip ediniz.
Zemheri : Kara kış.
“Zemheri sözünü duyduğumda çocukluğumun güneş çavmayan karakışları gelir aklıma. Kar, kış kapıda, kapılar açılmaz, açılsa da kapanmaz. Kürürlerdi onları samanlığa samana giden babam, puvara suya giden anam görünmez olurdu kardan tipiden. Damlalıklarda, saçaklarda ve toprakta oluşan buzlar toprağı rehin alırdı Temmuz’un sıcağına inat. Üşüdükçe kara isli ocağın başına üşüşürdük çoluk çocuk. Yanmazdı bir türlü karlı buzlu gürgen dalları, tüter dururdu duman duman bacamıza, odamıza, bağrımıza… (Ç.Koşar- Karakış Kapıda Beklerken)
Köyde eskilerin Zemer ayı dedikleri ama aslı Zemherir olan Zemheri, eski takvime göre Kasım günlerinin 45’inde başlayıp 85’ine kadar olan 40 günlük süreye tekabül eder. Başlangıcı 21 Aralık günü olup, ayıların uykuya dalması bu günlere denk gelirmiş. Bir diğer ifade ile 22 Aralık – 31 Ocak arasındaki çok soğuk geçen günlerdir. Bir diğer adı da Karakış’tır.
Âşık Râzî der ki;
Süse pek heveslidir âh o garip bıçkınım
Zemherinin düşkünü beyaz giyer kış günü
(Mâlî imkânları dar olduğu halde modaya uymaya çalışan, fakat durumları modayı tâkip etmeye elverişli olmadığı için giydikleri mevsimin havasına uymayan kimseler için kullanılır.)
Atasözlerimizden bazıları;
Ağustos’ta gölge kovan, zemheride aç karnın ovar.
Ağustos ayında beyni kaynayanın, zemheride (Zahmarıda) kazanı kaynar.
Kadı zade Ahmed Efendi buyuruyor ki:
Cehennemde bir yere Zemherir veya Zemheri denir. Çok soğuk cehennemdir. Soğukluğu pek şiddetlidir. Bir an dayanılmaz. Kâfirlere bir soğuk bir sıcak sonra soğuk sonra sıcak Cehenneme atılarak azap yapılacaktır. (Amentü şerhi)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder