Neden Köylü Sözlük?
Köyümüzde kullanılan kelimelerin söyleniş şekillerinin yer aldığı Köy Ağzı çalışmamızı (http://akbulutkoyu.blogcu.com/Koy+Agzi/ ) adresinde sizlerle paylaşmıştık. Buna ek olarak bir de Köylü Sözlük adıyla farklı bir çalışmaya girmemizin nedeni daha ziyade köy yaşamı, köy kültürü ve köyde kullanılan tarımsal araç gereçlerin ve diğer kültür varlıklarının tanımlarını yapabilmektir. Konumuz insan olduğu için sadece alet edavatla kalmayıp ara sıra sınırları zorlayıp işin sosyal boyutuna, siyasi, edebi ve sanat tarafına da geçip değinmelerde bulunacağız.
Ana tanımlar için TDK sözlüğü referans alınmıştır. Sözlük, katkıda bulunmak isteyenlere açıktır.
Ana tanımlar için TDK sözlüğü referans alınmıştır. Sözlük, katkıda bulunmak isteyenlere açıktır.
Zincir : Birbirine geçmiş bir sıra metal halkadan oluşan bağ.
Köy yerinde kullanılan zincir türleri çoktur. Varlıklı ailelerin gelinlerinin boynuna taktıkları altın takı zincirlerini saymazsak, köyümüzde tarımsal alanda kullanılan zincirler şunlardır.
DOLAP ZİNCİRİ: Derin olan kuyulardan su çekmek için kuyunun üstüne dolap denen bir alet yapılır. Bunun miline bağlanan zincirin diğer ucu kuyudan su çekmek için kullanılacak kova ya da tenekeye bağlanır. Bu zincirin halkaları diğerlerine nazaran en küçük olanıdır.
OCAKLIK ZİNCİRİ: Eski evlerde bulunan ocaklıkta, bacaya çatılan odun parçasına takılan ve orta yerinde uzunluğunu ayarlamaya yarayan bir halkası olan ve de ucunda küçük kazanlarla çorba, yallık vb. yiyecek pişirmede ve su kaynatmakta kullanılan zincir olup halka kalınlığı biraz daha büyüktür.
YULAR ZİNCİRİ: Bazı hayvanlar, özellikle öküzler genellikle huysuz olup sık sık yularlarını koparmaktadırlar. İşte bu tip hayvanları zapt-u rap altına almak için başa takılan kısımları keten ya da plastik iplerden olsa da zincirli yularlar kullanılır.
ÖRÜK ZİNCİRİ: Hâkeza bunun gibi bu tip hayvanların otlaması için bir yere bağlandığında (örük) urgan ile değil de yine bu iş için hazırlanmış zincirler kullanılır. Bu zincir aynı zamanda kuyudaki dolap zincirine benzemektedir.
KÖPEK ZİNCİRİ: Tabi köy yerinde öyle köpeğine tasma takıp gezdirecek kimseyi bulamazsınız. Bizim kastettiğimiz zincir azman yani ısırgan bir köpeğe sahip ailelerin bu köpeklerini bağlamak için kullandıkları örük zinciridir.
KOŞUM ZİNCİRİ: Dağda odun çekmelerinde, yokuş aşağı inerken araba hızlanıp öküzlerin zorlanmasını önlemek için arabanın arkasına, sürtünerek fren görevi yapması için üç beş adet dal parçası bu zincirle bağlanır. Yine, arabanın giremeyeceği orman içlerindeki kalın odunları arabanın yanına kadar taşımak için yine bu odunlar, daha doğrusu tomruklar koşum zinciriyle direk boyunduruktaki kayışa bağlanarak çektirilirdi.
Bunun dışında, çamura saplanıp kalan, yolda bozulan bilumum motorlu araçların imdadına yine öküzler bu koşum zinciriyle yetişmekteydiler.
Bir de, bir Nazım Hikmet şiiri var: "ONLAR"
Onlar ki
toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
cahil,
hakim
ve çocukturlar
ve kahreden
ve yaratan ki onlardır,
destanımızda yalnız onların maceraları vardır.
Onlar ki uyup hainin iğvasına
sancakları elden yere düşürürler
ve düşmanı meydanda koyup
kaçarlar evlerine
ve onlar ki bir nice mürtede hançer üşürürler
ve yeşil bir ağaç gibi gülen
ve merasimsiz ağlayan
ve ana avrat küfreden ki onlardır,
destanımızda yalnız onların maceraları vardır.
Demir,
kömür
ve şeker
ve kırmızı bakır
ve mensucat
ve sevda ve zulüm ve hayat
ve bilcümle sanayi kollarının
ve gökyüzü
ve sahra
ve mavi okyanus
ve kederli nehir yollarının
sürü lmüş toprağın ve şehirlerin bahtı
bir şafak vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti karanlığın kenarından
onlar ağır ellerini toprağa basıp
doğruldukları zaman.
En bilgin aynalara
en renkli şekilleri aksettiren onlardır.
Asırlardır onlar yendi, onlar yenildi.
Çok sözler edildi onlara dair
ve onlar için:
“Zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur”
denildi.
/Nazım Hikmet -Kuvay-i Milliye
Zurna : Keskin bir ses çıkaran ve çoğu zaman davulla veya dümbelekle birlikte çalınan nefesli çalgı.
Zurna, Türkiye'nin birçok yerinde kullanılan, tahta, metal ve kamış kullanarak yapılan, yüksek sesli, bu yüzden büyük davul ile birlikte çalınan, yine bu yüzden açık havada kullanıma uygun, nefesli saz çeşididir.
Türkiye dışında Fas'tan Çin'e kadar uzanan iklim kuşağındaki her ülkede kullanıldığı da bilinmektedir.
Zurnanın boy ve şekil olarak çok çeşitleri vardır. Zurnadan zurnaya küçük değişikliklerle aynı olan özellikleri:
-Büyük parçasının sert bir ağaçtan yapılması (dağ eriği, ceviz, vs..)
-İçinin açılarak sesi tam karşıya gönderecek şekilde olması (uzunlama kesiti parabola benzer)
-Sesinin küçücük bir kamış silindirin ezilerek daracık bir elips haline getirilmiş dış deliğinin açılma kapanma titremeleriyle çıkması
-İç boru deliğinin en kamışa yakın tarafının önce şimşir sonrada metal parça ile daha da daralması.
-Kamışın özelliğinden sesinin ancak yüksek basınç sonucu çıkabilmesi
-Yüksek basıncın gereği nefes çevirerek (ezgiyi kesmeden, şişirtilmiş avurtlardaki havayi kullanirken burundan nefes alıp devam ederek) çalınması.(wiki)
Üflemeli bir çalgı olan zurnanın şeceresi karışıktır. Bir rivayete göre Rus kökenli bir saz olup Kafkaslar üzerinden Türklere intikal etmiş, oradan Acem canibini geçip Hind ü Çin'e kadar uzanmıştır.
Bu rivayetin de kendi içinde muhalifleri vardır. Derler ki ruslar zurnayı kafkasyadaki kavimlerden öğrenmiş de, el aleme öyle caka satmışmış. Diğer bir rivayet bu dertli çalgının nüfus kaydını fars tarafında kabul eder. O merkezden orta doğuya, doğuya, ve kuzeye yayılmıştır derler. Yine de çoook eski Türk hikayelerinden de zurna sesi işitilmiştir efendim. Hatta dedem Korkut’ta bile vardır.
Soyağacı ne olursa olsun iyi zurna erik ağacından yapılandır. Aslında, altı üstünde, biri altta yekûnu yedi deliğe sahip olsa da ne hikmettir cin deliği deyu adlandırılan fuzuli delikleri olanları da pek yaygın görülebilir. Zurna gibi delikanlı bir sazımızdan söz ederken delik melik deyip aleti dellendirmemek için midir bilinmez ama yanlış anlaşılabileceğinden delik yerine "hava döndürten" denilmiştir.
Ağız kısmı metem, ya da lüle tabir olunur ki tafsilatlı bilgi ilgili başlıkta verilmiştir. Zurnanın zırt dediği yer aslen burasıdır. Yine de bazı râvi, zurna borusu denilen geniş ağız kısmının asıl ses çıkan yer olduğu konusunda ısrarcıdırlar. Efendim, bu zurnanın çeşitli halleri bulunur ki dillere pelesenk olmuş hali zil zurna olanıdır. Aslında akranları cura zurna, orta zurna ve kaba zurnadan tek farkı en ince sesi veriyor olmasıdır. Netekim kaba zurna da kalın perdeden ses vermesiyle bilinir. Aradakileri siz hesap ediniz işte.(ekşi)
Züğürt : Parasız, yoksul, meteliksiz olan (kimse).
Zenginin mali tarafından dili yorulan kimsedir züğürt. Züğürt olup düşünmektense, uyuz olup kaşınmak yeğdir. Bu nedenle kısaca, meteliksiz, ama gururlu kişilerdir.
Züppe : Seçkin görünmek için, bazı çevrelerdeki düşünceleri benimseyen, hayranlık duyan ve onlar gibi davranmaya özenen, snop.
"Züppe kendi birliğini estetik yollarla yaratır. Ama bir başkalık, bir yoksama estetiğidir bu. "bir ayna karşısında yaşayıp ölmek", baudelaire'e göre, züppenin ilkesi buydu. Züppe bir karşıtlıktır. Ancak meydan okuyuşuyla ayakta kalır. Hep kopmuş durumdadır. Hep dışarıdadır.
Varlığından emin olabilmesi için kendisini başkalarının yüzünde yeniden bulması gerekir. Hayatını yaşayamayınca oynar onu. Onur açısından düşük bir onurludan başkası değildir. Kuraldan yoksun kimse olarak dağılmıştır; kişi olarak tutarlı kalacaktır. Ama bir kişi bir kitleyi varsayar, züppe ancak karşı çıkarak varlık taslayabilir. Ama insanın dikkat yeteneği sınırlı olduğuna göre çabucak kararıveren bir ayna oldukları da ortadadır. Öyleyse züppe hep şaşırtmak zorundadır. İç çağrısı gariplikte, kusursuzlaşması artırmadadır. Göstermek isterler kendilerini ama başka bir biçimde, kendi besili 'yapma' evrenleriyle. Öbür yandan gerçek başkaldırmış olanlar bağıra çağıra cehenneme mahkum edilmeyi dilerler" (ekşi)
Flaneur kısaca aylak demektir. Yalnız flaneur, genelde şehir adamıdır. Aylak ve bohem bir yaşam tarzı şehir hayatına has bir unsurdur. Öyle pek Anadolu'da bohem takınılamaz.
Züppe ile aylak arasındaki bağlantı ise, Tanzimat aydınının ortaya çıkışı ile aynı vakitlere tekabül eden kamusal alan kavramı ile çok alakalıdır. Tazimatla beraber, o dönemin romanlarında ve sonra kişisel anlatılarda okuduğumuz mesire yerleri ve meydanlar gibi mekanlarda dolaşmak, özellikle karşı cinsle bir araya gelmek, güzel vakit geçirmek için yapılan "piyasa yapma" faaliyetleri bu flaneur tanımına az çok tekabül ederler. Tanzimatla beraber ortaya çıkan zengin, tahsilli, 'züppe' erkeklerin özneleşme süreçlerinin böyle bir tarafı da vardır.(ihl)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder