Yunmak : Yıkanmak.
Rahmetli nineciğim, sofra ve yemek söz konusu olduğunda hep ellerimizi yuğup yuğmadığımızı sorardı. Yani ellerimizi her daim yıkamamızı salık verirdi. Yanılmıyorsam eski evlerimizde tuvalet ile abdest alınan yer arasındaki banyoluk dışında ayrıca odaların birinde de akşam ortaya serilen yatak yorganların konulduğu “yüklük” aynı zamanda banyo olarak kullanılır ve adına da “yunak” denirdi.
Bir Yunus EMRE şiirinde;
bir garip ölmüş diyeler
üç günden sonra duyalar
soğuk su ile yuyalar
şöyle garip bencileyin
Yine bir türkümüzde de yunmak şu şekilde geçmektedir.
"Kuyunun başında mevtam yunuyor
Düşmanlarım kıs kıs olmuş gülüyor"-
Türklerin Temizliğe verdiği Önem hakkında;
“Türklere önyargılı davranan insanlara karşı, oldum olası hep tebessümle bakarım. Türk'ü tanımak, insanı tanımaktır. Bunu hep böyle bildim ve de hep böyle anlattım. Bu ön yargılar "Türklerin pis olduğu" yalanına kadar gider. Oysa ki; temizlik konusunda Türkler, dünyaya (acuna) yenilikler getirmiş bir millet olma onuruna sahiptir. Osmanlının bu konudaki Avrupa’ya armağan ettiği yüzlerce eseri vardır. Hamamlar, çeşmeler, havuzlar gibi.
Türkler Orta Asya’dayken temizlik konusunda komşularını da etkilemişlerdir. Temizliği inançlarının ibadeti gibi görmüşlerdir. Bu konuda araştırmalar yapan değerli Türk kültür tarihçilerimiz en güzel örneklerini, belgelere dayandırarak vermişlerdir. Prof. Dr. Bahaettin Ögel'in Türk Kültür Tarihi adlı eseri, Türkleri temizlik konusunda yerenlere çok değerli bir cevaptır. Değerli hocamızın Türklerde temizlik başlıklı konusundan bazı araştırmalarını aktararak, bu konuda ki haklılığımı ispat etmek istiyorum.
Türkler, büyük imparatorluklar kurduktan sonra, temizlik de onlar için önemli bir sorun olmuştu. Moğol kavimlerinin kirlilik ve pislikleri meşhurdu. M.S. V. yy. da, Orta Asya’da çok ilgi çekici bir olay olmuştu. Buna Çin kaynaklarının Yüeh-pan adlı Hun kavminin, bir elçilik heyeti dolayısıyla öğrenilmiştir. Hunlar M.S. 93 ve daha sonraki yıllarda Batıya geçerken, Kuça şehrinin kuzeyinde bir kısım boylarını bırakmışlar ve onlar da bu bölgede, bir devlet kurmuşlardı. Bu kavimler, Juan-juan, yani Avar devletine bir elçi heyeti gönderiyorlar. Bilindiği üzere Juan-juan devleti, Proto (ön) -Moğol kavimleri tarafından kurulmuştu. Ortaasyanın Doğu kesimlerini 552 yılına kadar, ellerinde tutmuşlardı. Göktürklerin ataları da, onların silah yapan demircileri idi. 552 yılında Bumin Kağan, Juan-juan devletinin kağanını yenmiş ve başını keserek, kafatasından şarap kasesi yapmıştı. Böylece de, Göktürk devleti kurulmuştu. İşte bu Juan-juan devletine giden elçiler, bu Proto (ön) -Moğol kavimlerinin, çok pis ve kirli olduklarını görmüşler ve şöyle demişledi: " Biz insanların değil; hayvanların memleketine gelmişiz ! ". Böyle dedikten sonra da, geri dönmüşlerdi. Bunu duyan Juan-juan kağanı çok kızmış ve elçileri kovalamış.
Toba Sülalesi tarihinde yer alan bu belge çok değerlidir. " Temizlik " anlayışı konusunda, Doğu Asya kavimleri ile Orta ve Batı Asya kavimleri arasında ne kadar büyük bir ayrılık bulunduğunu, bu belge bize açık olarak anlatmaktadır. Buda dini ile İslamiyet de temizliği önerir. Uygur yazılarında, yıkanma ve temizlenme ile ilgili olarak, şu sözleri görürüz: " Keçi südü ile yıkanırsa ( Eçkü süti birle yunsar)- " Vücudunu temizce yunup yıkayıp..."( Etözin arıg yunıp ), " yunup yıkanıp, temizlensin " (yunsun, arıtınsun )
Hamam karşılığı olarak Anadolu köylerinde de söylenen, " çimek ve yunak ", aynı anlamı veren, ayrı sözler idiler. Niçin bazan yunmak, yunulmak ve bazan da çimmek diyoruz? Kaşgarlı Mahmud bu ayrılığı şöyle anlatıyordu: " Türkler, suvda yundum derler. Oğuzlar ile Kıpçaklar ise, çundum derler. Türk ile Türkmen arasındaki fark kadar bir şey. "Anlaşıldığına göre çimmek sözümüz, çunmak fiilinin sonradan bozulmuş ve değişmiş bir şekli olma idi. İslamiyeti kabul eden Türkler "yunmak" sözünü, "abdest almak " anlamında kullanmıştı. Bu konuda Oğuzlar " adam abdest aldı " demek için "er yundı" sözünü kullanıyorlardı.
"Yana turdı yundı namazın kılıp,
Altın mindi tağka yüz uydı yilip.”
Yani,
"Yine durdu, abdest aldı, namaz kıldı,
Atına bindi ve dağa doğru koşturdu."
Savaşa giderken durup abdest almak, Müslüman olan Türklerin geleneklerindendi. Eski Anadolu’da da, abdest almak ve yıkanmak, yine yunmak sözü ile karşılanırdı.
Türklerin hükmettikleri büyük şehirler ile saraylarda, ayrı olarak yapılmış hamamlar var idi. Fakat evlerde de, ayrıca bir yıkanma yeri bulunurdu. Bu yıkanma yerine, bazı Anadolu köylerinde, sulucalı denmişti. Ayrıca Anadolu köylerinde, hamam karşılığı olarak söylenen en eski Türk kültür sözü, munça veya munçak idi. Çünkü bu söz, Kuzey Türkleri ile Çuvaşlarda bile görülüyordu. Anadolu köylerinde, hamam karşılığı söylenen ve her biri de Türk kültür tarihi bakımından ayrı bir değer taşıyan, daha pek çok sözler vardır. Örnek olarak, çimek ve yunak sözleri, bir Türk kültür tarihçisini heyecanlandırabilecek bir değer taşırlar. Bunlara aynı anlamda, yıkak ve yunluk sözlerini de, katmak gereklidir. "Isı, ısıcak, ısı-dam, isik, ısık, issi " gibi sözler ise, yalnızca Anadolu'da değil; diğer Türk kültür çevrelerinde de görülüyordu. Hamamın yukarıdaki penceresine "tepegö " deniyordu. Bu da oldukça güzel bir deyişdir.
"Ilıca" için, bazı Anadolu köylerinde "çokrak" demektedirler. Eski Türklerde çokramak, "ateş üzerinde kaynamak", demek idi. Aynı anlamda söylenen, "öze" sözü de vardır.
"Çamur banyosu", Altay Türkleri arasında yaygın bir gelenek halinde idi. Altay Türkleri, buna, "yer-çura" derlerdi. Aslında "çura" sözünün anlamı başkadır. Bu bölge Türkleri, bir de "hayvan banyosu" yaparlardı. Romatizmalı kişiler, yeni kesilmiş bir hayvanın içine girip, bir saat yeni kesilmiş olan hayvanın içinde yatarlardı. İnançlarına göre bu iş, romatizmaya karşı çok iyi geliyordu. İşte asıl "çura" bu idi.
Bu değerli araştırmalar bize Türklerin temizlik konusunda oldukça duyarlı olduklarını göstermektedir. Temizlik konusundaki çeşitlilikleri de özellikle göze çarpmaktadır. Bedensel temizliklerinden tutun da, kapkacak, üstbaş, çevre ve ruh temizliğine son derece ilgiliydiler.
Avrupa tarihi bizlere veba sonucu ölenleri de anlatmıştır. Bu güne kadar yazılan tarihlerde Türklerin; pislik yüzünden toplu bir ölümle karsılaştıklarını hiç yazmamıştır. Hele hele Osmanlı, temizlik konusunda acuna örnek olacak kadar duyarlılık sergilemiştir. Türkler hakkında yanlış bilgilenenlerin, bilinçaltındaki önyargılardan kurtularak, Osmanlının hala akmakta olan çeşmelerine baksınlar. Çünkü orada ki su sesi, bütün hakikati sabah akşam anlatmaktadır.(uyanturk.org)
Yüklü : Gebe sığır, koyun.
Biz köylüler hayvanlarla iç içe yaşadığımızdan mıdır yoksa doğal bir ortamda yetiştiğimiz için midir bilemiyorum ama her şeyde olduğu gibi dilde de bir zarafet ve incelik içinde olmuşuzdur. Yüklü kelimesi her ne kadar hamile büyük ve küçükbaş hayvanlar için kullanılıyor olsa da aslında bu kelime aynı zamanda hamile kadınlar içinde geçerliydi. Yani “yüklü” her yerde yüklü idi. “Gebe” demek, “hamile” demek biraz ucube gibi durmaktaydı. Günümüzde nasıl ki “gebe” yerine “hamile” kullanılıyorsa o günlerde de bu ikisi yerine “yüklü” kelimesi kullanılırdı. Dilbiliminde bu durum euphemism yani "kaba ve hoş karşılanmayacak bir kelime veya deyimden kaçınma" isteğidir. “Euphemism” Yunanca kökenli bir kelime olup Türkçesi “edebikelâm” veya “örtmece”’dir.
“Öz Tükçe olan gebe sözcüğüne karşı hamile sözcüğünün uydurulması, anadili bilincimizin uyanmadığı, Tükçe'nin hor görüldüğü dönemlere rastlar. Arapçadan gebe için hamile, yük için hamule, yük taşıyıcısı için hammal.. der olmuşuz. Bir yanda bunlar uydurulurken, öte yanda Anadolu içindeki Tüklerin gebe için yüklü, gebelik için yüklülük vb. demekte olduklarını görememişiz. “(edepyahu.com)
Yün : Koyun tüyü.
“Yün bazı memelilerden (özellikle koyun, keçi, deve, lama, ada tavşanı) elde edilen hayvansal kıl kökenli doğal bir elyaf türü. Sıcak tuttuğu için battaniye ve kışlık giysilerin üretiminde kullanılır. Yün elyafı koyundan genellikle canlı hayvanlardan kırkılmak suretiyle olmak üzere değişik yöntemlerle elde edilir. Bu tür yüne kırkım yünü denir. Bu yünün ticari değeri diğer yöntemlerle elde edilenlerinkinden yüksektir. Kasaplık hayvanların kesildikten sonra derilerinin işlenmesi ile elde edilen yüne ise tabak yünü veya kasapbaşı yünü denir. Herhangi bir nedenle ölmüş hayvanın postundan elde edilen yün ise post yapağısı adını alır. Tabak yünü veya post yapağısı (yapak) deriden yolunarak alınmışsa kıl köklerini de içerdiğinden kırkım yününe göre daha düşük kalitelidir.” (Wikipedia)
Eskiçağlardan beri insanların soğuktan korunmak için yararlandıkları yün, günümüzde de giysi yapımında ve dokumacılıkta yaygın olarak kullanılır. İlk insanlar önceleri hayvanın postuna sarınarak soğuktan korunurken, daha sonra bu kıllardan iplik yapmayı ve kumaş dokumayı öğrendiler.
Köyümüzde koyunculuk ve dolayısıyla yüncülük yapılmamaktadır. O nedenle bu meslekle ilgili koyun kırpma, yün eğirme, iplik yapma vb. konularda söyleyecek pek bir sözümüz yoktur. Eskiler bir tutam yünü elleriyle eğip bükerek ip yapar o iple de en fazla bir iki çift çorap ya da bir adet kolsuz kazak örerlerdi. Şimdi hazır yün iplikler var. Daha ucuza geliyor ama yüzde yüz gerçek yün ise. Köyümüzde yetiştirilen koyunlardan elde edilen yünlerden genellikle çeyizlik olarak yatak yorgan yapılırdı.
Don lastiği de dahil, petrol bazlı giyecekler, sünger yataklar henüz yaşam alanlarımızı işgal etmeden evvel insanlarımız yün iç çamaşırından tutun da yün yatağına kadar yünü her alanda kullanırlarken, bugünkü gibi yoğun bir şekilde cilt ve romatizmal hastalıklara duçar olmamıştı. Bugün bile tıp doğal yünü önermektedir. Örneğin bronşit olduğumuzda önerilen yün fanila giymektir. Terlediğinizde bile sizi üşütmez.
Yün kuvvetli bir nem çekicidir; havanın nemini emer. Normal giyecek olarak kullanıldığında yün elbise, sıcak dış hava şartlarına karşı vücudu klima gibi yüksek ısıya karşı korur. Bu hususiyet yünün içinde % 20'ye kadar varabilen çok yüksek rutubet tutma kabiliyetinden kaynaklanmaktadır. Yünler hava geçirgenliği ve nem çekme özelliğinin yüksek oluşu nedeniyle soğukta sıcak, sıcakta ise serin tutar.
Kısaca söylemek gerekirse, sağlıklı yaşam için giyim kuşam da hiçbir şey yünün yerini tutamaz. Eski insanlarımız fakirdi ama doğal yaşamaktaydılar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder