Köy evlerinin belli başlı yöresel özellikler gösteren mimari bir tarzları olması gerekmektedir. Her ne kadar milletimiz, mimari üsluplarını, Orta Asya’dan kalkıp Anadolu’ya gelene kadar Çin, İran, Arap, Ermeni ve Rum ustalarından öğrendikleriyle harmanladıkları bir gerçek ise de bir bölgenin mimari üslubunu etkileyen temel faktör hiç şüphesiz oranın “doğa koşulları”yla “iktisadi gelişmişlik” düzeyidir.
Karadeniz’de evler genellikle ahşaptan yapılırdı. Çatılar daha dik açılıydı. Çünkü her mevsim eksik olmayan yağışlar nedeniyle yağmur, kar vb. daha çabuk tahliye edilsin, çatıda kalıp evi çökertmesin diye. Ayrıca bu evler yapılırken estetiğe de önem verilirdi. Özellikle tavan kısımlara, kapı pencereler ile “damlalık” dediğimiz “saçak”lara süsleme yapılmadan inşaat bitmezdi. Geleneksel mimari adını verebileceğimiz bu tarz mimari aslında halk kültürünün bir parçasıdır. Kuşaktan kuşağa aktarılır. Temel dürtüsü arazi koşullarından ve yerel malzemeden maksimum faydayı sağlamaktır. Eskiden insanlarımız yoksuldu ama bir kere yapacağı bu eserlere gereken ihtimamı gösterir yaptığı bir eser ne olursa olsun ona kültürünü mutlaka yansıtırdı. Doğa koşulları aynı ama ekonomik koşullar farklılaştığından olsa gerek geleneksel mimari konusunda gösterilen hassasiyetler de köyümüzde artık değişmiş durumdadır.
Köyümüzdeki eski tarz mimari artık terk edilmiştir. Eski evlerimiz ekseri iki katlı olurdu. Arasında, arkada bulunan banyo ve tuvalete gidilen daracık bir hol bulunan İki oda ve bu iki oda büyüklüğünde büyükçe bir salon bulunan bu evlerimizin alt katı da yine benzer tarzda olup bir odası ahır diğer odası da “eşene” dediğimiz erzak odasından meydana gelirdi. Bugünün meşhur deyimiyle "dubleks" tarzda olan bu evlerin zemin katı genellikle taş duvar ya da “çantı” dediğimiz yontulmuş ağaçların çatılarak üst üste konulmasıyla oluşturulmuş duvarlardan oluşurken, konut olarak kullanılan üst katlar ise ahşap karkasla birlikte dolgu olarak veya tuğla formunda yığma olarak ya da “kandil” denilen biçilerek kalın tahta haline getirilmiş ağaçlarla yapılırdı.
Bugün köyümüzde bu tarz bir bina ayakta değildir. Köye şöyle bir göz attığımızda her tarafın betonarme binalarla dolmuş olduğunu görüyoruz. Özellikle 1975 yılından itibaren gözlenen bu yeni mimari tarzı hiç şüphesiz ekonomik koşullarda görülen iyileşmenin getirdiği kolaylığa sığınmanın yanında “yerel malzeme” konusunda yaşanan “darlık buhranı”nın etkisi altındadır. Artan nüfusa cevap veremeyen ormanları mimari de kullanma devri kapanmış iş taş ve betona indirgenmiştir.
Köylü mimarisinin kentli mimarisinden ayrı bir disiplin olduğu bir gerçektir. Yani köylerimizde bir ya da iki katlı evler ihtiyacı gidermektedir. Kentlerdeki gibi çok katlı bir mimarı köylerde “uçuk” kalacaktır. Önceden hayvanlarla aynı çatı altında yaşama kültürü de yerini “ahırlardan bağımsız ev” tercihine bırakmıştır. Hatta öküz, inek ve yavrularından oluşan ahır kültürü bile değişmiş, makineleşme sonucu pabucu dama atılan “öküz”ler artık kültürün bir parçası olmaktan çıkmış ve ahır kültürü “besicilik” tarzına bürünmüştür.
Gelişen iletişim olanaklarının büyük etkisiyle önceleri anne baba ve çocukların aynı odada yattıkları devirler de kapanmıştır. Bu nedenle evlerimizin formları ve işlevselliği de değişikliğe uğramıştır. Ev içindeki oda sayıları artmış, hatta ikinci katlar bile bir ihtiyaç haline gelmiştir. Tüm bu gelişmelerin ana gerekçesi yine barınma, güvenlik, sosyal ve ekonomik hayatın sürdürülmesine yardımcı olmaktır.
Son tahlilde görülen odur ki genel olarak köy mimarisinde estetik ikinci plana atılmış durumdadır.
/Çetin KOŞAR
01 Aralık 2009
Konuyla İlgili Arşiv Yazılarımız
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder