22 Aralık 2009 Salı

Akbulut köyü'nde Sofra Âdâbı




Akbulut Köyü'nde Bir Çocuk Sofrası


Eskiden sofra olarak tamamen ağaçtan yapılmış ayaklı yer sofraları kullanılırdı. Her ailede bunlardan bir ya da iki tane olurdu. Bu sofraların biri küçük diğeri büyük olur, küçük sofra gündelik büyük sofra da yabanlık olarak kullanılırdı. Büyük olan sofra aynı zamanda üzerinde hamur işlerinin yapıldığı bir mutfak aracıydı. Yufka açılır, cimcik kesilir, kaypak kesilir ayrıca konu komşunun yemekli düğün, mevlit vb gibi daveti olduğu zaman onlara ödünç olarak verilirdi.

Daha sonra devreye bakır ya da alüminyum siniler girdi. Kullanımı ağaç sofraya nazaran daha pratik olan bu siniler altlarına özel yapılmış altlık ya da eski elek ve kalbur kasnakları konularak sofra amaçlı olarak kullanılmaya başlanmıştı. Ağaç sofra düzenlenirken ağır olduğu için önce kendisi kurulup ondan sonra üzerine yemekler teker teker konulurken sini sofralar ortaya konmadan önce mutfakta üzeri düzülür hazır olarak ortaya konurdu.

Yer sofralarında mutlaka sofra bezi kullanılırdı. Önce 2 metrekarelik sofra bezi serilir. Bu sofra bezleri bu iş için yapılmış özel işlemeli bir bez olduğu gibi çok ince olmayan her hangi bir bez de bu amaçla kullanılırdı. Sofra bezinin üzerine basılmaz. Bu adeta sofra gibi sayılır, sofrada yer yoksa ekmekler ya da diğer bazı yemek tabakları bunun üzerine konulur. Sofraya oturan kişi bu sofra bezini dizlerinin üstüne çeker, yemek yeme esnasında dökülen ve saçılan yemekler bunun üzerinde toplanırdır. Sofra bezine düşen parçalar yerine göre düşer düşmez alınıp yenilebileceği gibi yemekten sonra bu bez pencereden dışarı uygun bir yere silkelenerek içindeki ekmek ve yemek kalıntıları kurda kuşa ve tavukların yararına sunulurdu. İstisnalar hariç bugün bile köyümüzde yemekler yer sofrasında yenmektedir.

Eski sofralarımızın vazgeçilmez demirbaşları ise tahta kaşıklarımızdı. Ağaçtan yapılan bu kaşıklarımızın bize sağladığı en önemli kolaylığı yalıtkan yapısı nedeniyle yemeklerin ısısından etkilenmeyerek dilimizi ve damağımızı koruması idi. Şimdiki iletken metal kaşıklar ısı iletimi dışında yemeğin tadına da olumsuz etkide bulunmaktadır. Kaşık mutlaka sağ elle tutulur. Çocuklar küçük yaştan itibaren bu şekilde yetiştirilir. Sofraya otururken besmele çekildiği gibi asıl besmele ilk olarak ekmek ya da kaşık ele alınırken çekilmektedir. Yemek yenilip sofradan kalkarken de herkes kendi içinden “elhamdülillah” deyip şükredilerek öyle kalkar.

Pişirilen bir yemek o öğün ya da gün içinde yenilip bitirilir. Fazla miktarda pişirilip de birçok kez ısıtılarak yemek yenmezdi.  Anında yenmeyen yemeğin tüm lezzeti ve besleyiciliği gitmiş olacağına inanılırdı. Şimdilerdeyse buzdolabı var diye fazla pişirilip birkaç öğünde tüketme gibi alışkanlığı kolaylık olarak düşünenlerimiz vardır.

Sofraya oturulmadan önce eller mutlaka yıkanır. Eğer evde misafir varsa ellerini yıkaması için dışarı gönderilmeyip havlu, ılıştırılmış su konulan ibrik ve leğen ile misafirin elleri oda içinde yıkanarak kurulanır ve öylece sofraya oturulurdu. Tıpkı başlangıçta olduğu gibi yemekten sonra da misafirlerin ellerini yıkaması için leğen önlerinde ikinci defa dolaştırılırdı. Sofra kenarlarına misafirlerin oturması için minderler de konulurdu. Sofraya oturulduktan sonra yemeye büyükler ya da misafirlerden önce başlanılmaz, onların haydi “bismillah” buyurun demesi beklenir. Sofrada yemeğe besmeleyle başlanmazsa şeytanın da yemeğe ortak olacağına inanılır. Yemek esnasında su içilecekse yine önce misafire ya da evin büyüğüne teklif edilir ve ondan sonra ya da onun müsaadesiyle içilir. Karnı doyan sofradan hemen kalkmaz. Herkesin yemeyi bitirmesi beklenir. Misafir yoksa karnını doyuran kişi bir şeyler bahane ederek sofradan kalkar. Bilen varsa sofra duası yapılır, ardından birkaç lokma daha yenerek sofradan kalkılır. Duanın ardından doymayanlar yemek yemeye devam edebilir. Hatta bunun bahanesi de hazırdır;”Duadan sonra kırk lokma daha yemek gerekir” diye bir latife yapılır ama bu latifeye itiraz da hemen gelir; “Yok canım ne kırk lokması “kırık” lokma yenebilir.” Diye şakalaşılır.

Yemek yerken zorunlu olmadıkça sofrada konuşulmaz. (Büyükler hariç). Tek bir kapta yenen yemeği herkes kendi önünden yer. Birkaç çeşit yemek varsa isteyen istediği yemekten yer. Burada da kural uzandığı tabağın kendi tarafından yemesidir. Yemek suluysa kaşık dibine daldırılmaz, kenarından alınır. Eğer misafir varsa sofranın öte ucunda kalan yemeğe uzanmamak adaptandır. Misafir bulunan durumlarda da sofraya önce erkekler oturur. Yerine göre aynı anda ya da daha sonra kadın ve çocuklar için ayrı bir sofra kurulur. Yemekler aynı kaptan yenir, eksildikçe ilave edilir. Bu durum sofraya oturanlar doyuncaya kadar devam eder. Yemek yendikten sonra sofra bekletilmez, derhal kaldırılır. Eğer kaldırılmazsa “şeytanın oturup sofranın bereketini yediğine” inanılır.


Sofraya konan ekmek her zaman ihtiyaçtan fazla konulur. Çünkü ekmek ağırlıklı bir yemek yeme kültürü hâkimdir. Hatta sofra kurulduğu zaman dışarıdan birisi çağrılırken “yemek yemeye” diye çağrılmayıp, “haydi ekmek yemeye” diye çağrılır. “Benim karnım acıktı ne zaman ekmek yiyeceğiz?” ya da “ekmek yediniz mi?” gibi ifadelerin hepsi de yemek yemeyle ilgili ifadelerdir. Bu açıdan ekmek, sofraların temel yiyeceği olup, eğer evde ekmek varsa yanında “katık” olarak yenecek bir şeyler mutlaka vardır. 

Eve gelen birisi hane halkını sofra başında bulursa onlara selam vermez, “bereketli olsun” der. Sofradan kimse kalkmaz, yemeğe devam edilir. Sofradaki aile büyüğü “Allah razı olsun, buyur” diyerek sofraya davet eder. Ancak yemek yenilip sofradan kalktıktan sonra selam verilip hoşbeş edilir. Gelen kişinin karnı toksa “siz buyurun yiyin, benim karnım tok, size afiyet olsun” derken, sofradaki emsalleri ona “öyle şey olur mu? Tok, bir kuzu yemiş, gel hele!” diye ısrar eder. Eğer bir eve gidip de kurulu sofraya çatılmışsa yani rastlanmışsa aç ya da tok olunsun oturup bir kaç lokma atıştırmak adaptandır. Tüm ısrarlara rağmen sofraya oturmayana sofrada bulunan yiyeceklerin birinden bir tabağa konularak, ya da bir içecek verilerek ikramda bulunulur.

Aile içinde büyüklere ayrı küçüklere ayrı sofra kurulmaz, herkes tek bir sofrada yer. Kadın, erkek ve çocuk sofra ayırımını gerektirecek erkek, kadın ve çocuklara yönelik “farklı tür yiyecek ve içecek” kültürü köyümüzde yoktur. Ancak, hamile kadınlara ve çok küçük çocuklara yasaklanan yiyecekler olsa da onlar için ayrı bir sofra yerine ayrı bir tabakla bu iş telafi edilebilmektedir. Ancak kalabalık aileler de durum farklı olabilmektedir. Bir de bayram ve seyran zamanlarında toplaşılan baba ocağında mecburen “erkeklere” ayrı, “kadınlara” ayrı ve “çocuklara” ayrı “Kadın, erkek ve çocuk sofraları” kurulursa da bunlarda kesin çizgiler olmayıp yerine göre karışık da yenilmektedir. Köyümüzde kadınlarını, çocuklarını, erkeklerden  “ayrı sofra”ya oturtan, onları “farklı vakit”lerde yediren bir kültür yoktur. Hep herkes aynı vakitte oturur birlikte yer içer kalkarlardı. İşi icabı öğüne yetişemeyenler için de eve geldiğinde “yavan yaşuk” ne bulunursa derhal bir sofra kurulur onunda karnı doyurulurdu. Bu gibi durumlar için geliştirilmiş bir “acele yemek” kültürümüz de vardır ki bunun ilk yemeği yağda pişmiş yumurta ve yanına “pekmez”,“turşu” ve “yoğurt ya da ayran” da konuldu mu “acil sofra”mız da hazır demektir. Yani öyle şimdikilerin “fastfood” dedikleri “ayaküstü” yemek yeme yoktur.

 Evlerimizde her gün kurulan normal “öğün sofra”larına ilaveten köyümüzde iş esnasında kurulan “tarla sofrası”, “keşikleme sofrası”na ilaveten, “düğün sofrası”, “Mevlüt Sofrası”, “misafir sofrası” cenaze evine kurulan ve cenaze sahiplerinin yemek yemesini amaçlayan “cenaze evi sofrası” gibi amaçlara yönelik sofra türlerimiz vardır. Bu safraların içinde en zengin olanı şüphesiz düğün ve mevlüt gibi davet sofralarıdır. Bu sofralarda “keşkek ve herse”den başka çorba, yemek, pilav, soğukluk ve tatlı gibi bütün yemek çeşitleri vardır. Ayrıca bu tür sofralardaki yemekler mutlaka etli olmaktadır.

Sofrada ne kadar yemek yemeliyiz konusunda en nihai ölçüyü Peygamber Efendimiz (sav) koymuştur: “Midenin üçte birini yemeğe, üçte birini suya, kalan üçte birini de rahat nefes almaya ayırın!..”

Gerek evimizde ve gerekse ev dışında çeşitli yerlerde yemek yerken herkesin uyması gereken "Görgü kuralları" vardır. Toplumda sevilen, sayılan, aranan ve sözü geçen bir insan olmamız bu kuralları tam olarak bilmemize ve uygulamamıza bağlıdır. Özellikle Sofra adabı ve kültürü görgü kurallarının önemli bir bölümünü oluşturur.  İnsanın “yiyecek” kadar onu yemeye “sağlığı” da olması her şeyden önce Allah`ın büyük bir lütuf ve ikramıdır. Çünkü bu âlemde yiyeceği olduğu halde sağlığı olmayan, sağlığı olduğu halde bu defa da yiyeceği olmayan nice kimseler vardır. Yemeğe `Bismillah` diyerek başlamak “zikir”dir. Bu iştihayı verip, bu yiyeceği nasip eden Allah`ı düşünmek `fikir`dir. Yemek sonunda `Elhamdülillah` diyerek kalkmak ise “şükür”dür. Sofraya böyle zikirle başlayan, fikirle devam eden, şükürle de kalkan kimse, sofra kültürünü yaşayan ve de yaşatan kimsedir.


/Çetin Koşar
17 Aralık 2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder