Şaka gibiydi ya da hayal gibiydi mi demeliyim ama gerçek oldu Kabaalma düzlüğünde keşkek günü yapılması. Kabaalmanın düzünde gerçekleştirdiğimiz Büyük Buluşma birçok insanın birbirine ne kadar hasret kaldığını da gösterdi. Bu düzlük ve civarında hayvan otlatırken çelik çomak oynayanlar, dikme taşı oynayanlar, 3 taş, 9 taş, 12 taş, birdirbir ve uzuneşek oynayanlar aradan geçen uzun yıllardan sonra birçokları birbirlerini tanımakta güçlük çektiler. Anılar tazelendi, dostlar birbirleriyle yeniden kucaklaştı.
Kabaalmanın düzü denilen yer, kuzeyinden ulaşılabilen dört tarafı ormanla çevrili doğusunda dere akan batı ve güney yamaçlarının Ege ve Akdeniz Bölgesinde sıkça görülen tarihi antik tiyatroları andıran görünümünde yaklaşık 20 dönümlük düz ve çimenlik bir alandır. Meydandan Doğu, Güney ve Batı yönlerine bakıldığında sık ağaçlı ormanlar görülür. Kuzey yönüne bakıldığında Karadeniz'in laciverde çalan mavi suları görülür. Böyle bir meydanda düzenlenen gelenekselleşmesini canı gönülden istediğimiz birinci keşkek günü ya da kabaalma festivali gerçekleştirildi. Olur mu, olmaz mı derken oldu ve güzel oldu. Eski ve yeni dostların buluşması kaynaşması ve hatta yeniden tanışması gerçekten görülmeye değerdi. Böyle bir şölenin yapılmasına ne kadar ihtiyacımız varmış, şimdi belli oldu.
Böyle kültürel bir faaliyet'in yeni nesillerin daha hoşgörülü ve daha barışçı bir şekilde yaşamalarının izlerini taşıması bakımından çok önemli olduğu da muhakkaktır. Köyde ikamet edenler ve gurbetçi tabiri ile anılanlarla birlikte hayli kalabalık olan, bir şölen havasında geçen ve en ufak bir tatsızlığın ve olumsuzluğun yaşanmadığı göz önünde tutulursa gelecek yıllarda birlik ve beraberlik ruhunun daha da güçleneceği muhakkaktır. Bu toplantının yapıldığı meydana baktığım zaman bir ara Dede korkut hikâyelerini anımsadım. Hani vardı ya “attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç kesildi” diye başlardı ya “oğlu olanların ak çadırda, kızı olanların kızıl çadırda, oğlu kızı olmayanların kara çadırda ağırlandığı” ata yurtlarındaki şölenler vardı ya işte onları düşündüm. Ne dersiniz Türklük ruhu Türk olma duygusu şahlanıyor mu?
Dostların kaynaşması kucaklaşması esnasında duygusal anlar da yaşanmadı değil hani. Mesela Hasbi amcanın elini öperek kucaklaştığımda gözlerinin dolu dolu ağlamaklı olduğunu gördüm. Bu sert mizaçlı 80'li yaşlara doğru yol alan çocukluk yaşlarımızda çekindiğimiz Hasbi amca duygulanmıştı. Öyle ya uzun yıllar tek kırma tüfeğiyle orman bekçiliği yapmış ve çok domuz avlamış bu meydan ve çevresindeki ve ormanlarda ayak izinin olmadığı bir yer kalmamıştı. O günlerde hayalinden kesinlikle geçirmediğine inandığım bir olayla karşı karşıyaydı. Genç nesiller traktör ve arabalarıyla kanunların bile ulaşmakta zorlandığı ormanın ortasındaki meydanda toplanmış bir bayram havası bir düğün havasında kucaklaşıyorlardı.
Gelecek yıllarda bu kültürel faaliyetlere öğrencilik yıllarımızda yaptığımız ve birçoğumuzun anılarını süsleyen çuval yarışı, yumurta yarışı, yoğurtta para bulma yarışı, uzun eşek, birdirbir oyunları ve hatta belki de bir çoğumuzun çobanlık yaptığı yılları da anımsaması için çelik çomak ve dikme taşı oyunları da nostaljik bir şekilde ilave edilebilir.
NOT: Aynı gün birkaç kişiyle beraber yaptığımız sohbet esnasında geçen fıkra gibi bir anıyı da anlatmadan geçemeyeceğim. Çay demledik ve birkaç kişi çay içiyoruz. Reşat amcanın anılarından (REŞAT BAKİOĞLU) söz dönüp dolaşıp kındıra kamış ve örtülerin biçildiği sazdan açıldı. Öküz arabalarıyla örtüye gitmiştik.(eskiden birçok yapının çatısına yağmur sularının girmesini önlemek amacıyla serilen bir çeşit uzunlamasına üçgen oluk görünümlü bitki..) Yarı belimize kadar suya girerek örtüleri biçtik ve kenara taşıdık. Bu arada sülükler de bizi birkaç yerimizden ısırmıştı. Ben Züverin Memet, Cafercüğün Tokur, Hakkıcüğün Şadi, Kazımın Ahmet, Sefercüğün Salih, Laz paşanın Sebahattin vardı. Biçtiğimiz örtüleri öküz arabalarına yükleyip bağladık. İyice yorulmuş ve acıkmıştık. Sazla denizin arasını kesen dar kuru alandaydık. Sebahattin yorgunluktan uyumuştu. Torbalarımızdaki yiyecekleri ortaya çıkardık. Acele ile karnımızı doyurup yola çıkacaktık. Önümüzde uzun bir yol vardı. Paşanın Sebahattin'e seslendik. 'Kalk ne getirdin yemek yiyoruz' dedik. O da uykulu haliyle ' Ben yemiyorum benim çantamda ekmekle kızarmış hamsı var alın yiyin ama onlara denizi göstermeyin denize kaçırırsınız' dedi. Gerçekten bana çok güzel geldi. Aklıma geldikçe hala gülüyorum. Bu da bizden bir karadeniz fıkrasıydı. Ben beğendim bütün dostlarla paylaşmak istedim..
Saygı ve Sevgilerimle.
/Hicabi AY
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder