ESKİ hukukumuza atfen ‘Radikal' yazarı Mine Kırıkkanat belki beni hálá ‘arkadaş' kategorisinde addediyordur ama ben kendisini defterden sileli çook oldu. Farklı gezegenlerin, farklı yıldızların, bilhassa da farklı ‘e-t-i-k'lerin insanıyız.
Ayrıntıya girmeyeceğim, canım ciğerim ve dünyanın en adil insanı Hasan Cemal'e yönelttiği mesnetsiz saldırılar; daha vahimi, 28 Şubat sürecinde General Çevik Bir'e ilettiği dehşet ‘laikçi talebe' dair övünmeler, bunlar benim yiyip yutacağım şeyler arasına girmez.
Bu zorunlu açıklamayı aşağıda değineceğim konudan dolayı yaptım.
* * *
KIRIKKANAT geçen haftaki bir makalesinde, kentli mekánda yaşamalarına rağmen hal ve oluş tarzı itibariyle köylü geleneği sürdürenleri, ağır ve hakáretamiz ifadelerle eleştirdi. Sevgili Ahmet Hakan da gayet haklı olarak, ‘dil' ve ‘biçim'e yoğun tepki gösterdi. Ayrıca, ‘Radikal' sütunundaki saldırganlığın aslında ‘öz'ü de kapsadığını; yani ‘öteki'ni horlayıcı ve dışlayıcı bir ‘elitist beyaz Türk' yaklaşımı içerdiğini çağrıştırdı. Hanım yazarın şahsiyetini bildiğimden, Hakan'ın bu saptaması da doğruyu içeriyordu.
Zira, ‘cumhuriyet ideolojisi' varyantında doğan ve ‘fikri Batı'yı değil ‘şekli Batı' yı ‘Şark'ta muteber' türde benimseyen bir ‘tarz-ı hayat zaptiyeliği' hanidir cop sallıyor. Bilinçaltı kökeni ise ‘kendini inkár' ve ‘kendinden korku' dürtüsüne uzanıyor. Şematik bir formülle açıklarsam, derin kompleksin kaynağını, hepimizin üç beş kuşak öncesine kadar yer sofrasında çala kaşık yemek yediğimizi bilmek gerçeği oluşturuyor.
* * *
TAMAM da, yukarıdaki etik kaygı Sezar'ın hakkını Sezar'a vermeyi zorunlu kıldığından, Ahmet Hakan'ın yakaladığı ‘doğru öz'ün yanında, saldırgan ve şekilci uslûba rağmen Mine Kırıkkanat'ın da diğer bir ‘doğru özü' yansıttığını vurgulamam gerekiyor. O da şu ki, köylülükle uzlaşılamaz! Daha doğrusu, şehirde hüküm süren köylülükle uzlaşılamaz!
* * *
EVET evet, dün Ertuğrul Özkök'ün, salı günü de Engin Ardıç'ın yazdıkları gibi, ‘köylüye değil, köylülüğe karşı olmak' baştan sonra kadar haklı, adil ve akılcı bir tutumdur. Köye taviz veren şehir gerçek bir ‘şehir'; sakini ise gerçek bir ‘şehirli' olamaz. Ya çoğunluğa pes eden ödleğin tekidir, ya da aslında bizzat kendisi yontulmamıştır.
Ve tabii ki, bu dobra tavır ‘İnsanları Seveceksin' diye Erich Maria Remarque'nin roman başlığıyla yine nasihata kalkışan Nuray Mert'in postmodern popülizmiyle bağdaşmaz.
Hangi ‘insanı sevecek mişim'? Niçin ‘geleneksel toplum'a tapınacak mışım?
Dağdan inip benim bağıma ve benim çöplüğüme tecavüz eden; hoyrat gagasıyla da kendini dayatan köylü horoz önünde teslim bayrağı çekeceğim de, ‘insan sevmiş' olacağım.
Nanik ve böyle soyut bir ‘insan sevgisi' o insanları ‘ilerletmez'. Aksine, ‘geriletir'.
Avaz avaz teyp açarak park çiminde mangal yelpazeyenler tedricen diğer şehirlilerin de göz estetiğini; kulak terbiyesini; mide gustosu hadım ederler ki, eh buyrun merá sefasına!
* * *
TIRNAK içinde bile olsa ‘ilerleme' ve ‘gerileme' fiillerini kullandım ya, eminim, ‘anti-modernist' diskur çekenler şimdi beni Jakoben ceberrutlukla da suçlayacaklardır. Devenin nalı ve Kırıkkanat'la olan uzlaşmaz zıtlığımı anlamayanlar derdine yansın.
Ancak, evet her şeye rağmen ‘modernite'! Ve, kimse bana köylülüğün göçebelikten; şehirliliğin ise köylülükten daha ileri bir aşama olmadığı mavalını yutturmaya kalkışmasın.
Kalkışan çıkarsa da, en önce kendileri kıl çadıra ve kerpiç eve teşrif buyursunlar!
Sonra da, oralardan kente yerleşmiş olanları tekrar aynı yere dönmeye razı etsinler. ‘Köylüm', bakalım merá sefasına koşacak tek bir ‘yeni şehirli' bulabilecek misin?
/ Hadi ULUENGİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder