Angarya hizmetinden “kurtarılmış” olan
köylü, reformcuların elinden öylesine yorgun ve bitkin, soyulup soğana
çevrilmiş, alçaltılmış; ve kaderine razı olarak çıktı ki “gönüllü” olarak
angarya hizmetini kabul etmekten başka çaresi yoktu. Ve böylece, kendi payından
koparılmış olan o toprağı ondan “kiralayarak”, kendi ailesini beslemek için
toprak ağasından borçlanmak zorunda kaldığı mısır karşılığında, yaz işi için,
kışın kendini kiralayarak eski efendisinin toprağını işlemeye başlamıştır. Bir
İsa yanlısı papaz tarafından kaleme alınan manifestonun, köylülüğü “Tanrı
adına” ant içmeye çağırdığı “özgür emek”in emek-hizmeti ve kölelikten başka
hiçbir şey olmadığı meydana çıkmıştır.
Reform’u öneren ve uygulayan
memurların cömertliği sayesinde korunan toprak ağalarının baskısına sermayenin
baskısı da eklenmişti. Feodal toprak ağalarının gücünden, sefil, isteksiz bir
reformla değil, ama güçlü bir halk devrimiyle kurtulan Fransız köylüsünü bile
ezmiş olan paranın gücü -bu paranın gücü bizim yarı-serf-mujik üzerine tüm
ağırlığıyla yüklenmiştir. Onun -yararlı reform sonucu artan vergileri ödemek,
toprak kiralamak, köylünün ev manüfaktürünü (ürünlerini) zorlamaya başlayan
çöküntü fabrika yapımı ürünü satın almak, mısır satın almak, vs. için her ne
pahasına olursa olsun para elde etmesi gerekiyordu. Paranın gücü, köylüyü
sadece ezmekle kalmamış aynı zamanda bölmüştür. Büyük sayıda köylüler
durmaksızın mahvolmuş ve proleterlere dönüşmüştür; azınlıktan, köylülerin
topraklarına ve köy çiftliklerine el atan ve kır burjuvazisinin esasını
oluşturan girişken bir mujikler ve açgözlü bir kulaklar grubu ortaya çıktı.
Reform’dan bu yana geçen kırk yıla, bu “köylülükten çözülme”nin sabit
süreciyle, yavaş ve sancılı bir yokolmanın süreci damgasını vurmuştur. Köylü,
tam bir dilenci durumuna düşürülmüştür. Sığırlarıyla birlikte yaşamakta,
paçavra giyinmekte ve yabani ot yemektedir; başka gidecek bir yeri olduğunda
kendi toprak payını bırakıp gitmiştir, hatta, borçları gelirinden aşkın bu
toprak parçasından kendisini kurtarmayı kabul edene para ödeyerek toprağını
satmaktadır. Köylüler kronik bir açlık içindeydiler ve on binlercesi, kıtlıktan
ve kötü hasat yıllarında giderek artan salgın hastalıktan ölmüştür.
Hatta bugün dahi, kırlarımızın durumu,
budur. Birisi sorabilir: Çıkış yolu nedir, hangi araçlarla köylülüğün durumu
düzeltilebilir? Küçük köylülük, kendini sadece işçi-sınıfı hareketi ile
birleştirmekle; sosyalist sistem için, toprağı, aynı zamanda diğer üretim
araçlarını (fabrikalar, işletmeler, makineler, vs.) toplumsal mülkiyete
dönüştürme mücadelelerinde işçilere yardım etmekle kendini sermayenin
boyunduruğundan kurtarabilir. Köylülüğü, küçük holdingleri ve küçük-çapta
çiftçiliği korumakla kapitalizmin saldırısından kurtarmaya çalışmak, toplumsal
gelişmenin yararsız bir yavaşlatılması; kapitalizm altında dahi refahın
olasılığının hayalleriyle köylülüğü kandırmak; emekçi sınıfları bölmek ve
çoğunluk zararına azınlık için ayrıcalıklı bir durum yaratmak demek olacaktır.
İşte bundan dolayıdır ki Sosyal-Demokratlar, köylünün toprağını elden
çıkarmasını yasaklayan anlamsız ve kötü kurumlara karşı, kollektif yükümlülüğe
karşı ya da köylülerin özgürce köy komününü terketmesini, ya da herhangi
toplumsal-zümreye ait olan kimselerin komüne özgürce kabul edilmesini
yasaklayan sisteme karşı her zaman mücadele edeceklerdir. Ama gördüğümüz gibi,
köylülerimiz sermayenin baskısından çok toprak ağalarının ve serflik düzeninin
kalıntılarının baskısından acı çekmektedirler. Köylülüğün elini ayağını
bağlayan ve durumunu ölçülemeyecek kadar kötüleştiren bu engellere karşı
acımasızca mücadele, sadece mümkün değil, ama hatta genelde ülkenin toplumsal
gelişmesi yararına gereklidir; çünkü köylülerin umutsuz yoksulluğu, cehaleti, haklardan
yoksunluk ve aşağılanması acı çeken ülkemizin bütün toplumsal sisteminin
üzerinde Asyatik gericiliğin damgasını vurmaktadır. Sosyal-Demokrasi, bu
mücadeleye her desteği sağlamazsa görevini yapmamış olacaktır. Bu destek,
kısaca koyulursa, sınıf mücadelesinin kırlara taşınması biçimini almalıdır.
Çağdaş Rusya köyünde iki türlü sınıf
antagonizmasının yanyana varolduğunu gördük: birincisi, tarım işçileriyle mülk
sahipleri arasında ve ikincisi, bir bütün olarak köylülük ve bir bütün olarak
toprak ağası sınıfı arasındaki antagonizma. Birinci antagonizma gelişmekte ve
daha keskin olmaktadır; ikincisi yavaş yavaş kaybolmaktadır. Birincisi, hala
bütünüyle geleceğe; ikincisi, hali hazırda belli bir dereceye kadar, geçmişe
aittir. Ve hala, buna rağmen, bugünkü zamanda Rusya Sosyal-Demokratları için en
önemli ve en pratik anlamı olan birinci antagonizmadır. Tarımdaki
ücretli-işçilerin sınıf-bilincini geliştirmek elimizdeki tüm olanakları
kullanmamız, kırlara göç eden şehir işçilerine (örneğin, buharlı harman-makinelerinde
çalışan makinistler, vs.) ve tarım işçilerinin kiralandığı pazarlara dikkat
göstermemiz gerektiğinin, her Sosyal-Demokrat için bir aksiyom olduğunu
söylemeye bile gerek yoktur.
Ama kırsal işçilerimiz, hala, kırsal
işçi hareketinin şimdi ya da yakın gelecekte ulusal önem kazanmasını
engelleyecek kadar köylülükle sıkı-fıkıdır; ve köylülüğün dertleri ile
bunaltılmıştır. Diğer yandan, serflik düzeninin kalıntılarını süpürüp yoketme
sorunu,toplumsal-sınıf eşitsizliğinin ruhunun kovulması sorunu ve onmilyonlarca
“sıradan İnsan”ın Rusya devlet sistemi tarafından aşağılanması, hali hazırda,
ulusal önemi olan bir sorundur ve özgürlük için mücadelede öncü olma iddiasında
olan bir Parti bunu gözardı edemez.
Ama, Sosyal-Demokratik Partinin
programının yukarıda değinilen türden talepleri kapsayıp kapsamayacağı sorunu
ortaya çıkmaktadır. Program, köylülük arasında ajitasyon yürütmeyi üstlenebilir
mi? Bu, şimdiki haliyle çok sayıda olmayan devrimci güçlerimizin, hareketin
başlıca ve tek güvenilir yolundan sapmasına ve dağılmasına yol açmayacak mıdır?
NOTLAR
(Notlardaki numaralama İngilizce
baskısındaki gibi aynen korunmuştur. -Ç.N.)
[152] “İşçilerin Partisi ve Köylülük”
makalesi RSDİP’nin tarım programının hazırlanması ile bağıntılı olarak
yazılmıştı. Iskra ve Zarya Yazı Kurulu adına, 1902 yazında basıldı ve 1903’te,
RSDİP İkinci Kongresi tarafından kabul edildi.
[153] Bir çeyrek veya dilenci payı
-1861 Reformu sırasında verilen bir bölgede yasa tarafından belirlenen sözde
“maksimum” veya “emirname” payı. Bazı köylüler bu küçücük toprak parçalarını
toprak ağalarından kurtarma parasını ödemeden aldılar. Onun için, böyle paylar
ayrıca “hediye payları” olarak ve bunları alan köylüler de “hediye köylüler”
olarak adlandırılmıştı.
[154] Geçici olarak bağlı köylüler
–Reform’dan sonra dahi kendi topraklarını kullanmak (terketme-kirası veya
angarya hizmeti sunma) ve kendi payları için toprak ağasına kurtarma parası
ödemeye başlamalarına kadar bazı görevleri yapmak zorunda olan köylüler.
Kurtarma sözleşmesi sonuçlandığı andan itibaren, köylüler “geçici olarak bağlı”
olmaktan çıktılar ve “mülk-sahibi köylü” kategorisine katıldılar.
[155] Bu tapu-senetleri, 1861 içinde
serfliğin kaldırılmasıyla geçici olarak bağlı köylülerin ve toprak ağalarının
toprak edinme ilişkilerini anlatan belgelerdi. Bu tapu senedi, Reform’dan önce,
köylü tarafından kullanılan toprağın miktarını ve “kurtuluş”tan sonra elinde
kalan toprak ve diğer mülklerin miktarını gösteriyordu; ayrıca tapu senedi,
köylünün toprak ağası için sunacağı görevleri de sıralıyordu. Köylü tarafından
ödenecek kurtarma parasının miktarı bu tapu-senedi temelinde belirleniyordu.
V.I. LENİN, TOPLU ESERLER, CİLT 4
(1898-Nisan 1901), s. 420-428,
Lawrence & Wishart London,
İngilizce Baskı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder