SSCB tipi reel sosyalist ülkelerde
sosyalistlerin kırsal nüfusa yönelik uyguladığı politikalar yıllar boyunca pek
çok kişi tarafından eleştirilmiştir. Toprak reformu adı altında yapılan
değişiklikler geniş köylü kitlelerinin üzerinde baskılayıcı politikalar
uygulanmasına neden olmuş; bu baskılar da köylü sınıfın sosyalist iktidara olan
desteğini engellemiştir. Reel sosyalizmin tarihinde işçi sınıfı adına davranan,
davrandığını iddia eden parti bürokrasisiyle, bu bürokrasi tarafından pek çok
zaman rejim düşmanı olarak nitelendirilmiş köylülük arasında pek çok sorun
yaşanmış; bu yaşanan sorunlar sosyalist bürokrasi tarafından köylülüğün
sosyalizme direnç problemi olarak sunulmuştur.
Gerçekten de sosyalist pratikte köylü
sorunu, bir yandan da toprağın özel mülkiyeti sorunudur. Köylünün toprak
üzerindeki mülkiyet haklarından vazgeçmemesi sonucunda zorla kolektifleştirme
gibi uygulamalar yürürlüğe koyulmuş, pek çok insan çalışma çiftliklerinde
tarımsal üretimde çalıştırılmıştır. Oysa köylünün toprakla özel mülkiyet
ilişkisinin kapitalizmden de önceye dayanan kadim bir geçmişi vardır. Bu
çerçevede bu soruna olumsal, parçalayıcı değil bütünleştirici bir çerçeveden
bakmak gerekmektedir. Bunun için de köylülüğün (ağanın değil) üretim aracı olan
toprağa sıkı sıkı bağlanma eğilimini bir olgu olarak ele almak ve tarım
politikasını bu noktadan değerlendirmek zorunludur.
Reel sosyalist devletlerdeki sosyalist
kadroların özel mülkiyet konusuna hassas yaklaşımları sonucunda köylülerle
ilişkiler neredeyse hiçbir zaman tam olarak düzelmemiş, bu büyük halk kesimi
rejimin sessiz muhalifi olarak kalmıştır. Reel bir politik hat ortaya koymayı
hedefleyen ve devrim denilen olgunun ilk başta tek ülkede ya da en azından
bölgesel gerçekleşmek durumunda kaldığını kabullenen sosyalistlerin herşeyden
önce besin politikası konusunda kendilerinden emin olmaları gerekmektedir.
Kısacası köylülük sorunu sadece bir sınıfsal ittifak sorunundan öte, sosyalist
bir toplumun dışsal, emperyal saldırılar karşısında yaşayabileceği bir savunma
sorunudur da.
Sosyalist bir öznenin kendi ideolojik
hattını bahane ederek besin gibi herkesin hayatını ilgilendiren bir konuda
“deneysel” davranma lüksü kesinlikle bulunmamaktadır. Hatta tarihin de
gösterdiği üzre bu tip deneysel kararlar sebebiyle oluşan kötü durumlar
halkların hafızalarına sıkı şekilde kazınmaktadır. Böyle geri dönüşü zor
hatalar yapmak yerine reel politikanın kendisine dair düşünmek ve işlevsel
değişikliklerde bulunmak bizler için yeğdir. Dolayısıyla sosyalistlerin tarım
politikasına bakışlarında çeşitli değişiklikler önermekteyiz. Bu noktada da
çeşitli yapısal faktörlerden fiilen yararlanmak gerektiğini düşünüyoruz.
Herşeyden önce sosyalistlerin iktidara
geldikleri her türlü bölgede toprak reformunu kesinlikle gerçekleştirmeleri
gerektiğine katılıyoruz. Topraktan rant elde eden büyük toprak sahiplerinin
arazilerini kamulaştırmak bu alanların toplum yararına ve daha adil şekilde
kullanılması için önem taşımaktadır. Bu alanlardaki tarımsal üretimin büyük
devlet çiftliklerine dönüştürülmesi ve özgür emekle (ki buradaki özgür emek
kısmı olmazsa olmazdır) işletilmesi oldukça önemlidir. Bu alanların toprak beyi
tarafından halihazırda küçük üreticilere kiralanması gibi bir durum varsa eğer,
buradaki mülkiyeti üretim yapan ailelere devretmek dışında zora dayalı herhangi
bir hamle yapılmamalıdır. Benzer şekilde diğer küçük üreticilerin de
topraklarına el koyulmamalı, büyük toprak sahipleri ve rantiyeciler haricinde
kimsenin toprağı kamulaştırılmamalıdır.
Pek çok sosyalist bu söylenenin
sosyalist bir projeden uzak olduğunu söyleyecektir. Evet gerçekten de
savunduğumuz nokta sosyalistlerin ancak en zor durumlarda yapmak zorunda
kaldıkları türden bir politikayı daha en başından uygulamalarıdır. Bunu savunma
gerekçemiz toprağından başka üretim aracı olmayan küçük köylünün istediği
şekilde üretimini yapabilmesinin tarımsal çıktı açısından ne kadar efektif
olduğunu tarihsel örneklerden de gözlemlemiş olmamız ve de demokratik bir
sosyalist devlette işçi sınıfıyla köylü sınıfı arasında gerçek bir uzlaşma olması
gerektiğini bilmemizdir. Toprak reformunun büyük köylü aleyhinde, küçük köylü
lehinde yapıldığı noktada özellikle Türkiye gibi ülkelerde bu sınıfların merkez
sağ eğilimlerini kırma ihtimali de bulunmaktadır. Öteki türlü durumlarda bu
köylülerin tarımsal üretimi aksatmaya başladıkları ve sosyalist idareleri
kıtlık belasıyla uğraşmak zorunda bıraktıkları defalarca gözlemlenmiştir.
Sosyalist ve komünist partiler de bu tip durumlarda kıtlık tehlikesini bertaraf
etmek amacıyla baskı politikaları uygulamak zorunda kalmışlardır. Oysa küçük
köylü aleyhine olabilecek herhangi bir harekette bulunulmadığı taktirde bu
sınıflarla gerçek anlamda bir ittifak kurabilmek de mümkün hale gelecektir.
Geç kapitalistleşmiş burjuva
devletlerin neoliberal dönemde uyguladıkları temel politikalardan birisi de
tarımsal üretimi büyük ölçüde engellemek, tarımsal sübvansiyonları azaltmak ve
gerek tohum ticaretini, gerekse de tarımsal ürünleri dışarıdan ithal etmek
olmaktadır. Bu durum günden güne kırsal alanların demografik yapısının
değişmesine, köylülüğün deklase olmasına neden olmaktadır. Deklase olma
durumunda köylünün şehre göç etmesi ve proleterleşmesi zorunlu hale
gelmektedir. İşsizlik oranlarının yüksekliği gözönünde bulundurulunca bu
sınıfların işsizlik ordusuna katılmaktan ve çok ucuza çalışmaktan dolayı emek
pazarındaki taban ücretleri daha da aşağıya çekmekten başka bir çareleri
kalmamaktadır. Oysa gerçekçi bir sosyalist politika temel sorunu özel mülkiyet
sorunu olmaktan çıkarıp, hem küçük toprak köylülüğünü desteklemek, hem de
çeşitli sübvansiyonlarla ve ticaret duvarlarıyla bu üretimi teşvik etmek yoluna
giderek hem besin üretimi, hem de çoğu zaman sadece retorikte kalan işçi köylü
ittifakı konusuna gerçekçi bir çözüm bulabilme imkanına kavuşabilir.
Bu noktada tarımsal üretimin
yapısından kaynaklanan bazı olguları akıllıca kullanmak gerekmektedir.
Bilindiği üzre belirli bir toprak üzerinde küçük çaplı üretim yapan ailelerin
toprakları nesilden nesile bölünmekte ve bir süre sonra aşırı derecede bölünen
bu topraklar bütün bir aileyi beslemeye yetmez hale gelmektedirler. Bu durumda
insanların en çok başvurduğu çözüm şehre göç ve proleterleşme olmaktadır.
Toprağın zamanla bölünmek durumunda kalmasıyla gerçekleştirilen bu göç aslında
sağlıklı, barışçıl bir toprak reformunun taşıyıcı kirişi olarak
yapılandırılabilir. Şöyle ki kırsal bölgelerdeki bu artık nüfus kamulaştırılan
topraklarda oluşturulan devlet çiftliklerinde istihdam sağlamanın yolu olarak
düşünülmelidir. Özel mülkiyetteki toprağın bölünmesinin yarattığı göç ve
işsizlik sorununu kamulaştırılan geniş alanlardaki çiftliklere istihdam
sağlayıcı şekilde kanalize etmek hem çarpık kentleşme ve göç, hem de bugüne
kadar zora dayalı uygulamalarını gördüğümüz devlet çiftlikleri uygulamalarına
çözüm olarak denenmelidir.
Tabi belirtmeye bile gerek yok ki, bu
devlet çiftliklerindeki istihdamı çeşitli özendiricilerle sağlamak ve bu
durumda olan köylülere öncelik vermek gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki her ne
kadar topraksız duruma düşmüş olsalar da bu kişiler büyük ölçüde tarımdan
anlayan, belirli bir tecrübe düzeyine sahip çiftçiler, yani kalifiye toprak
işçileridirler.
Toprağın bölünmesi olgusunun sosyalist
bir iktidar tarafından kullanılmasının devlet çiftliklerine istihdam sağlamak
dışındaki bir diğer yolu da bölünen toprakların tarım kooperatifleri içerisinde
toplanmasının teşvik edilmesi olacaktır. Makine, tohum, gübre yardımı gibi
politikalarla köylülerin tarım kooperatifleri içerisinde topraklarını ve emeklerini
birleştirmeleri özendirilmelidir. Bu durum hem ekstansif yöntemlerin daha da
yaygınlaşmasına vesile olacak, hem de sınıfın kendi arasındaki dayanışma
ağlarının geliştirilmesine vesile olacaktır.
Kısacası sosyalistlerin devlet
çiftlikleri, küçük toprak köylülüğü ve tarım kooperatifleri üçlüsünden oluşan
bir tarım politikası olması gerekmektedir. Yapılması gereken zaten hali hazırda
derdi başından aşkın olan köylülerin sorunlarını sosyalistlerin mülkiyetle
ilgili ideolojik sorunları yüzünden daha da içinden çıkılmaz hale getirmek
değil, bizzat toprak üretiminin ve kapitalizmin yapısal sorunları nedeniyle
ortaya çıkan sorunları ve olguları sosyalist politikanın lehine kullanmaktır.
Bu tarz çözümlerin peşinden giderek köylülerin desteğini almanın yanı sıra
kentlerdeki yığılmayı ve işsizlikten kaynaklanan ücretler ve çalışma koşulları
üzerindeki baskıları da hafifletmek mümkün hale gelecektir. Sadece kolları
sıvamamız ve geçmişte yaptığımız türden hataları tekrar etmememiz gerekiyor.
Özet:
Toprak reformu büyük toprak
sahipliğinin ve rantiyenin aleyhinde, küçük toprak köylülüğünün lehinde
yapılmalıdır.
Toprak üzerindeki özel mülkiyeti
tamamen yasaklamak tarım üretimini en efektif hale getirmenin yolu değildir.
Rant amaçlı kullanılan büyük topraklar
kamulaştırılmalı ve devlet çiftlikleri kurulmalıdır.
Devlet çiftliklerinde çalışacak olan
kişilerin toprağın bölünmesinden dolayı proleterleşmek dışında çareleri
kalmayan deklase olan köylüler olması için gerekli özendiriciler
oluşturulmalıdır.
Küçük üreticilerin birleşip
kooperatifler kurmaları ve teknolojik olarak desteklenmeleri gerekmektedir.
Sosyalist tarım politikası özel
mülkiyete dayalı ama süreç içerisinde parçalanan küçük köylülük, büyük devlet
çiftlikleri ve de tarım kooperatifleri üzerinden yürümelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder