27 Nisan 2015 Pazartesi

Sosyalizmde Köylülük Üzerine


SSCB tipi reel sosyalist ülkelerde sosyalistlerin kırsal nüfusa yönelik uyguladığı politikalar yıllar boyunca pek çok kişi tarafından eleştirilmiştir. Toprak reformu adı altında yapılan değişiklikler geniş köylü kitlelerinin üzerinde baskılayıcı politikalar uygulanmasına neden olmuş; bu baskılar da köylü sınıfın sosyalist iktidara olan desteğini engellemiştir. Reel sosyalizmin tarihinde işçi sınıfı adına davranan, davrandığını iddia eden parti bürokrasisiyle, bu bürokrasi tarafından pek çok zaman rejim düşmanı olarak nitelendirilmiş köylülük arasında pek çok sorun yaşanmış; bu yaşanan sorunlar sosyalist bürokrasi tarafından köylülüğün sosyalizme direnç problemi olarak sunulmuştur.

Gerçekten de sosyalist pratikte köylü sorunu, bir yandan da toprağın özel mülkiyeti sorunudur. Köylünün toprak üzerindeki mülkiyet haklarından vazgeçmemesi sonucunda zorla kolektifleştirme gibi uygulamalar yürürlüğe koyulmuş, pek çok insan çalışma çiftliklerinde tarımsal üretimde çalıştırılmıştır. Oysa köylünün toprakla özel mülkiyet ilişkisinin kapitalizmden de önceye dayanan kadim bir geçmişi vardır. Bu çerçevede bu soruna olumsal, parçalayıcı değil bütünleştirici bir çerçeveden bakmak gerekmektedir. Bunun için de köylülüğün (ağanın değil) üretim aracı olan toprağa sıkı sıkı bağlanma eğilimini bir olgu olarak ele almak ve tarım politikasını bu noktadan değerlendirmek zorunludur.

Reel sosyalist devletlerdeki sosyalist kadroların özel mülkiyet konusuna hassas yaklaşımları sonucunda köylülerle ilişkiler neredeyse hiçbir zaman tam olarak düzelmemiş, bu büyük halk kesimi rejimin sessiz muhalifi olarak kalmıştır. Reel bir politik hat ortaya koymayı hedefleyen ve devrim denilen olgunun ilk başta tek ülkede ya da en azından bölgesel gerçekleşmek durumunda kaldığını kabullenen sosyalistlerin herşeyden önce besin politikası konusunda kendilerinden emin olmaları gerekmektedir. Kısacası köylülük sorunu sadece bir sınıfsal ittifak sorunundan öte, sosyalist bir toplumun dışsal, emperyal saldırılar karşısında yaşayabileceği bir savunma sorunudur da.

Sosyalist bir öznenin kendi ideolojik hattını bahane ederek besin gibi herkesin hayatını ilgilendiren bir konuda “deneysel” davranma lüksü kesinlikle bulunmamaktadır. Hatta tarihin de gösterdiği üzre bu tip deneysel kararlar sebebiyle oluşan kötü durumlar halkların hafızalarına sıkı şekilde kazınmaktadır. Böyle geri dönüşü zor hatalar yapmak yerine reel politikanın kendisine dair düşünmek ve işlevsel değişikliklerde bulunmak bizler için yeğdir. Dolayısıyla sosyalistlerin tarım politikasına bakışlarında çeşitli değişiklikler önermekteyiz. Bu noktada da çeşitli yapısal faktörlerden fiilen yararlanmak gerektiğini düşünüyoruz.

Herşeyden önce sosyalistlerin iktidara geldikleri her türlü bölgede toprak reformunu kesinlikle gerçekleştirmeleri gerektiğine katılıyoruz. Topraktan rant elde eden büyük toprak sahiplerinin arazilerini kamulaştırmak bu alanların toplum yararına ve daha adil şekilde kullanılması için önem taşımaktadır. Bu alanlardaki tarımsal üretimin büyük devlet çiftliklerine dönüştürülmesi ve özgür emekle (ki buradaki özgür emek kısmı olmazsa olmazdır) işletilmesi oldukça önemlidir. Bu alanların toprak beyi tarafından halihazırda küçük üreticilere kiralanması gibi bir durum varsa eğer, buradaki mülkiyeti üretim yapan ailelere devretmek dışında zora dayalı herhangi bir hamle yapılmamalıdır. Benzer şekilde diğer küçük üreticilerin de topraklarına el koyulmamalı, büyük toprak sahipleri ve rantiyeciler haricinde kimsenin toprağı kamulaştırılmamalıdır.

Pek çok sosyalist bu söylenenin sosyalist bir projeden uzak olduğunu söyleyecektir. Evet gerçekten de savunduğumuz nokta sosyalistlerin ancak en zor durumlarda yapmak zorunda kaldıkları türden bir politikayı daha en başından uygulamalarıdır. Bunu savunma gerekçemiz toprağından başka üretim aracı olmayan küçük köylünün istediği şekilde üretimini yapabilmesinin tarımsal çıktı açısından ne kadar efektif olduğunu tarihsel örneklerden de gözlemlemiş olmamız ve de demokratik bir sosyalist devlette işçi sınıfıyla köylü sınıfı arasında gerçek bir uzlaşma olması gerektiğini bilmemizdir. Toprak reformunun büyük köylü aleyhinde, küçük köylü lehinde yapıldığı noktada özellikle Türkiye gibi ülkelerde bu sınıfların merkez sağ eğilimlerini kırma ihtimali de bulunmaktadır. Öteki türlü durumlarda bu köylülerin tarımsal üretimi aksatmaya başladıkları ve sosyalist idareleri kıtlık belasıyla uğraşmak zorunda bıraktıkları defalarca gözlemlenmiştir. Sosyalist ve komünist partiler de bu tip durumlarda kıtlık tehlikesini bertaraf etmek amacıyla baskı politikaları uygulamak zorunda kalmışlardır. Oysa küçük köylü aleyhine olabilecek herhangi bir harekette bulunulmadığı taktirde bu sınıflarla gerçek anlamda bir ittifak kurabilmek de mümkün hale gelecektir.

Geç kapitalistleşmiş burjuva devletlerin neoliberal dönemde uyguladıkları temel politikalardan birisi de tarımsal üretimi büyük ölçüde engellemek, tarımsal sübvansiyonları azaltmak ve gerek tohum ticaretini, gerekse de tarımsal ürünleri dışarıdan ithal etmek olmaktadır. Bu durum günden güne kırsal alanların demografik yapısının değişmesine, köylülüğün deklase olmasına neden olmaktadır. Deklase olma durumunda köylünün şehre göç etmesi ve proleterleşmesi zorunlu hale gelmektedir. İşsizlik oranlarının yüksekliği gözönünde bulundurulunca bu sınıfların işsizlik ordusuna katılmaktan ve çok ucuza çalışmaktan dolayı emek pazarındaki taban ücretleri daha da aşağıya çekmekten başka bir çareleri kalmamaktadır. Oysa gerçekçi bir sosyalist politika temel sorunu özel mülkiyet sorunu olmaktan çıkarıp, hem küçük toprak köylülüğünü desteklemek, hem de çeşitli sübvansiyonlarla ve ticaret duvarlarıyla bu üretimi teşvik etmek yoluna giderek hem besin üretimi, hem de çoğu zaman sadece retorikte kalan işçi köylü ittifakı konusuna gerçekçi bir çözüm bulabilme imkanına kavuşabilir.

Bu noktada tarımsal üretimin yapısından kaynaklanan bazı olguları akıllıca kullanmak gerekmektedir. Bilindiği üzre belirli bir toprak üzerinde küçük çaplı üretim yapan ailelerin toprakları nesilden nesile bölünmekte ve bir süre sonra aşırı derecede bölünen bu topraklar bütün bir aileyi beslemeye yetmez hale gelmektedirler. Bu durumda insanların en çok başvurduğu çözüm şehre göç ve proleterleşme olmaktadır. Toprağın zamanla bölünmek durumunda kalmasıyla gerçekleştirilen bu göç aslında sağlıklı, barışçıl bir toprak reformunun taşıyıcı kirişi olarak yapılandırılabilir. Şöyle ki kırsal bölgelerdeki bu artık nüfus kamulaştırılan topraklarda oluşturulan devlet çiftliklerinde istihdam sağlamanın yolu olarak düşünülmelidir. Özel mülkiyetteki toprağın bölünmesinin yarattığı göç ve işsizlik sorununu kamulaştırılan geniş alanlardaki çiftliklere istihdam sağlayıcı şekilde kanalize etmek hem çarpık kentleşme ve göç, hem de bugüne kadar zora dayalı uygulamalarını gördüğümüz devlet çiftlikleri uygulamalarına çözüm olarak denenmelidir.

Tabi belirtmeye bile gerek yok ki, bu devlet çiftliklerindeki istihdamı çeşitli özendiricilerle sağlamak ve bu durumda olan köylülere öncelik vermek gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki her ne kadar topraksız duruma düşmüş olsalar da bu kişiler büyük ölçüde tarımdan anlayan, belirli bir tecrübe düzeyine sahip çiftçiler, yani kalifiye toprak işçileridirler.

Toprağın bölünmesi olgusunun sosyalist bir iktidar tarafından kullanılmasının devlet çiftliklerine istihdam sağlamak dışındaki bir diğer yolu da bölünen toprakların tarım kooperatifleri içerisinde toplanmasının teşvik edilmesi olacaktır. Makine, tohum, gübre yardımı gibi politikalarla köylülerin tarım kooperatifleri içerisinde topraklarını ve emeklerini birleştirmeleri özendirilmelidir. Bu durum hem ekstansif yöntemlerin daha da yaygınlaşmasına vesile olacak, hem de sınıfın kendi arasındaki dayanışma ağlarının geliştirilmesine vesile olacaktır.

Kısacası sosyalistlerin devlet çiftlikleri, küçük toprak köylülüğü ve tarım kooperatifleri üçlüsünden oluşan bir tarım politikası olması gerekmektedir. Yapılması gereken zaten hali hazırda derdi başından aşkın olan köylülerin sorunlarını sosyalistlerin mülkiyetle ilgili ideolojik sorunları yüzünden daha da içinden çıkılmaz hale getirmek değil, bizzat toprak üretiminin ve kapitalizmin yapısal sorunları nedeniyle ortaya çıkan sorunları ve olguları sosyalist politikanın lehine kullanmaktır. Bu tarz çözümlerin peşinden giderek köylülerin desteğini almanın yanı sıra kentlerdeki yığılmayı ve işsizlikten kaynaklanan ücretler ve çalışma koşulları üzerindeki baskıları da hafifletmek mümkün hale gelecektir. Sadece kolları sıvamamız ve geçmişte yaptığımız türden hataları tekrar etmememiz gerekiyor.

Özet:

Toprak reformu büyük toprak sahipliğinin ve rantiyenin aleyhinde, küçük toprak köylülüğünün lehinde yapılmalıdır.
Toprak üzerindeki özel mülkiyeti tamamen yasaklamak tarım üretimini en efektif hale getirmenin yolu değildir.
Rant amaçlı kullanılan büyük topraklar kamulaştırılmalı ve devlet çiftlikleri kurulmalıdır.
Devlet çiftliklerinde çalışacak olan kişilerin toprağın bölünmesinden dolayı proleterleşmek dışında çareleri kalmayan deklase olan köylüler olması için gerekli özendiriciler oluşturulmalıdır.
Küçük üreticilerin birleşip kooperatifler kurmaları ve teknolojik olarak desteklenmeleri gerekmektedir.
Sosyalist tarım politikası özel mülkiyete dayalı ama süreç içerisinde parçalanan küçük köylülük, büyük devlet çiftlikleri ve de tarım kooperatifleri üzerinden yürümelidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder