İçinde yaşadığımız dünya sürekli
değişim ve dönüşüm içerisinde. Bu değişim ve dönüşüm nedeniyledir ki bir dakika
önce yaşadığımız dünya ile bir dakika sonra yaşadığımız dünya aynı değil. Ünlü
Filozof Herakleitos “Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz” sözü ile her şeyin
değiştiğini, sabit kalmadığını çok güzel özetlemiştir.
Etrafımıza baktığımızda her şeyin ne
kadar hızlı değiştiğini görmemiz mümkün. O halde, her şey değişirken insanın
değişmemesi, etrafında meydana gelen değişimlere karşı gözlerini kapatması
hayret edilecek bir durum değil midir?
Geçmişten günümüze genel bir bakış, toplumsal
hayatımızda da birçok değişim meydana geldiğini gösterecektir. İlk olarak tarım
toplumu dediğimiz bir dönem yaşandı, ardından fabrikaların gelişimi ile sanayi
toplumuna geçildi, daha sonra ise bilginin önem kazanması ile birlikte şu anda
içinde bulunduğumuz bilgi toplumuna geçildi. Bu geçişler sırasında köy olarak
nitelendirdiğimiz yerleşim yerlerinde hayatını sürdüren insanlar, sanayi
toplumu ve bilgi toplumu sürecinde şehirlere göç etmeye başladı. Bunun
sonucunda toplumlar genel olarak şehirde yaşayanlar ve köyde yaşayanlar
şeklinde ayrılırken, şehirde yaşayan insanlara şehirli, köyde yaşayan insanlara
ise köylü denildi.
Peki, şehirli ya da köylü ayrımı
yapmak bu kadar kolay mı? Yaşamını devam ettirmek için şehir dediğimiz yerlere
gittiği zaman şehirli, köye gittiği zaman da köylü mü olur her insan? Şehirli
ve köylü arasındaki fark mekansal mıdır yoksa zihinsel midir? Belki farkında
olarak ya da olmayarak kurduğumuz cümlelerde şehirli veya köylü derken ne demek
istediğimizi, neyi kastettiğimizi düşündük mü hiç?
Çok eğitim almakla da şehirli
olunmuyor
Köy ve şehirler genel olarak
gelişmişlik düzeyine göre birbirinden ayrılan yerleşim yerleridir. Köylerde
doğa ile daha iç içe bir yaşam hakimken şehirlerde daha çok sanayi ve teknoloji
ile iç içe bir yaşam vardır. Bu açıdan ele alındığında köy kavramı çoğu zaman
geri kalmış, modernleşmemiş yerler olarak, şehirler bunun tam tersi olarak
algılanıyor.
Şehir, üretken, yenilikçi, bilim,
sanat, kültür, özgün düşünce gibi değerlerin filizlenip yeşerdiği, modern ve
medeni yer, şehirli ise sorun üretmek yerine çözüm üreten, sürekli değişen ve
kendini yenileyen ama öz değerlerini de asla inkar etmeyen, fikri hür insan
demektir. Peki gerçekler öyle mi? Şehir yaşantımız tanımlara uyuyor mu? Beton
yığınları arasına sıkışmış hayatlar ve boğucu trafik şehirleşme midir? Sürekli
şikayet eden, yeniliğe kapalı, alışkanlıkları kendine düstur edinen, kendi gibi
olmayanı kabul etmeyen, şehirli midir?
“Elbette Hayır”...
Birçok şehir ve bu şehirli, medeniyet
krizi içerisindedir. Ne şehirler şehir gibidir ne de şehirliler şehirli gibi...
İçi bomboş kavramlar oldu artık şehir ve şehirlilik. Oysa ruhun ve zihniyetin,
öz değerlerini inkar etmeden sürekli ve yeniden imar edilmesidir şehirlilik...
Şehirde yaşamakla şehirli olunmuyor işte. Çok eğitim almakla da şehirli
olunmuyor. Siz hiç şehirde yaşayan ama hala köylü kafası taşıyan akademisyen,
eğitimci, doktor görmediniz mi?
Şehirlilik olgusu bir zihniyet
meselesidir. Hz. İsa “Köyden peygamber çıkmaz” derken bir zihniyete vurgu
yapar, biyolojik bir varlığa değil... O halde kimdir bu köylü kafalar? Onlar
köylülük zihniyetinin müdavimleridir. Başarıyı çekemez, kültürel iletişime
kapalıdır, hasettir, bencildir, ben merkezlidir, övünmeyi sever, egosu Ağrı
Dağı gibidir. Dış görünüşü şehirli ve medenidir, iç dünyası ortaçağ
karanlığında seyr-ü süluk eder...
Şehirlilik ve köylülük zihinsel bir
aktivitedir
Kolektif şuuru sevmez, davranışları
yapmacık, ruhu estetiklidir, doğal değildir ve gösteriş düşkünüdür. Yeniliğe ve
yeni fikirlere kapalıdır, alışkanlıklarına sorgusuz sualsiz bağlıdır ve
tutucudur. Kendisinden aşağıda olanı ezerken kendisinden güçlüye boyun eğer,
bedeni medeni bir ortamda yaşasa bile ruhunu köylülüğe köle etmiştir. Bu da
yetmezmiş gibi kendisini çağdaş ve süslü sözcüklerin arkasına saklar. Herkes
onları şehirle evli bilir, ama onlar şehirle flört bile etmiyordur. Şehir onlar
için yaşamsal bir alandır, bir yaşam biçimi ve hayat tarzı değildir.
Şehirli olmak ya da köylü olmak
mekansal bir tabir olmayıp zihinsel bir aktivitedir. Asla öteki oluşturmak
değil. Bir insan şehirde köylü gibi, bir başka insan da köyde şehirli gibi
yaşayabilir. Şehirlilik ve köylülük bir kast sistemi olmamakla birlikte iki
kavram arasındaki geçiş imkansız değil ve köyden şehre göç etmekten daha
kolaydır.
Gerekli olan tek şey zihniyet
değişikliğini istemek ve hayata geçirmektir. Daha sonra da kendisini o şehre
ait hissetmeli ve şehirle bütünleşmelidir. Şehirle bütünleşme duygusu şehre
hakim olan kültürel değerleri, gelenekleri, genel yaşam biçimlerini ve bunların
etrafından gelişen alışkanlıkları paylaşmayı beraberinde getirir.
Eğer bir insan yaşadığı şehirle
bütünleşmemiş ise diğerlerine karşı yabancıdır. Sorsanız aslında hayatından da
gayet memnundur ancak farkında değil bedeni hür iken fikrini, düşüncelerini
prangalara vurduğundan...
Köyde yaşamak ne kabahattir ne de bir
suç. Köylerin de kendine göre bir yaşam tarzı var. Mesele köyde hayatını
sürdürmek değil, mesele hayatı boyunca köyü ve köylülüğü içinden söküp
atamamaktır.
Zihniyet değişimi
Ülkemiz açısından bu konuyu
düşündüğümüzde belki de birçok sorunun kaynağının burada yattığını
söyleyebiliriz. Şehirde de yaşasak köyde de yaşasak kendimize has orijinal
şehir kültürü oluşturamıyoruz. Bunu toplumsal bir hamleye dönüştüremiyoruz.
Oysaki Ülke olarak, dünya ülkeleri arasında varlığımızı sürdürmek ve güçlü
olmak için vakit kaybetmeden bu kültürel evrimi tamamlamalıyız. En önemlisi de
eğitimde şehirli olabilmeyi, şehirli gençler, şehirli zihniyetler
yetiştirebilmeyi başarmalıyız. Belki de en temel problemimiz budur...
Eğitim, davranışları yönlendirme ve
biçimlendirme ise bunun öncelikle zihniyet değişimi ile mümkün olacağını
bilmeliyiz. Değişmeden, zihinlerimizi yeniden imar etmeden kendimize has bir
kimlik oluşturmadan birey olamayacağımız gibi şehirli hiç olamayız. Çünkü
üretici olmak, yeni fikirler ortaya koymak, çözümler aramak, yeni fırsatlar
oluşturmak ve başarıya ulaşmak bireyin şehirli olmasıyla mümkündür. Bu durumda
birey ile şehir etle tırnak gibidir. Birey şehre ait olmalı şehir de bireye ait
olmalıdır. Bunun en güzel örneği, bir şehir insanı olan Socrates’in hayatında
gizlidir. Socrates idama mahkum edilir, üstelik kendini ait hissettiği şehir
olan Atina’da... Öğrencileri Socrates’i kaçırmak ister ama o, Atina’daki ölümü,
Atina dışındaki hiçliğe tercih eder. Çünkü Socratesler ancak şehirlerde yaşar
ve ölürler...
“Gel ne olursan ol yine gel” diyerek
herkese kucak açan Mevlana “Köyü mesken tutmak aklı mezara koymaktır” derken ne
güzel bir söz söylemiş. Aklını mezara koyan bir insanın yaşamasının ne anlamı
vardır? Şehirlilik, bir yaşam tarzıdır, bir kültürel devrimdir, bir kolektif
şuurdur. Bir bilinç ve zihniyet değişimidir. Gelecek nesilleri yetiştirecek
kilometre taşlarıdır. Bu taşların köylücülük zihniyeti ile döşenmesinin
sancılarını çekiyoruz bugün; belki de farkında değiliz...
İlk başta söylediğimiz gibi sürekli
değişim içinde olan dünyaya ayak uydurmak değişimi ve gelişimi kabul etmek
gerekir. Ama değişimler içselleştirilmedikçe, zihniyetler algılanmadıkça insan
üzerinde de hayatımız üzerinde de eğreti duracaktır. Hayatın her alanında ve
özellikle eğitimde başarı ve davranış modlarının sistematik ahengi “şehirli bir
eğitimle ve kültürle” mümkündür desem; çok mu büyük laf etmiş olurum...
/ Hamza Aydoğdu
MEB
İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü Eğitim Grup Başkanı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder