27 Nisan 2015 Pazartesi

Susuz Kışlar, Köylülük Ve Kentlilik Üzerine...

Susuz Yaz’ın yerini Susuz Kış almış. Ve aylardır yağmayan yağmura göllerimizin kötü kullanımı (en son bakınız: Sapanca gölü), su kaynaklarımızın hovardaca harcanması, Batı’da dokunulmaz sayılan ‘milli park’larımızın hem azlığı, hem de var olanların bile yapılaşmadan uzak kalamaması, en güzel yaylaların gecekondulaşmaya açılması ve gitgide çoğalan HES’ler gibi alaturka nedenler eklenince, görünen manzara hiç de iç açıcı değil. Susuz Yaz’lar Susuz Yıllar’a dönüşmeye ve Türkiye’nin kaderi olmaya doğru gidiyor.

Çevre sorunlarının, önümüzdeki yerel seçimlerde başat bir rol oynaması beklenir. Çünkü Türk halkı her ne kadar geleneksel olarak bu sorunlara ilgisiz gözükse de, bu artık değişiyor. Gezi olaylarını yaratanlar yalnızca bir avuç aydın veya elit kesim insanı değildi. Öğrencilerden emekçilere, ev kadınlarından emekli memurlara, sanatçılardan serbest meslek sahiplerine çok farklı kesimler orada buluştular. Olayın tüm ülkeye yayılması da, yine öyle geniş ve toplumsal çeşitlilik içeren kitleler sayesinde mümkün oldu. Ve bugün artık her yerde ayağa kalkmış bir Türkiye manzarası doğdu.

Bu genel tablo içinde, adına ‘köylü’ denerek küçümsenen (Atatürk’ün ‘milletin efendisi’ tanımına rağmen küçümsenen) kesimin de büyük katkısı oldu. Bergama köylülerinin doğayı haincesine tahrip eden altın arayıcılarına karşı direnip protesto eylemlerine geçmesi kaçıncı yıldönümünü kutluyor?

Ve ardından sayısız örnek geldi. Köylü vatandaşımız, biz kentlilerin hiç ummadığı biçimde ve ölçüde çevresine ve memleketine sahip çıktı. Gün geçmedi ki bir yerlerde çevrenin sakinleri, gerçekten de sakin insanlar olarak bilinen köylülerimiz, içinde yaşadıkları cennet vatanı göz  göre göre yok edecek girişimlere karşı çıkmasınlar... O HES’lere, o santrallara, o barajlara, o betonlaşmaya ve yeşil düşmanlığına karşı el ele kol kola direnmesinler... Onlar köylüyü ve köylülüğü yücelttiler, kimi zaman biz kentlilere yol gösterdiler. Ve bu kelimeye büyük Ata’yı çağrıştıran anlamlar yüklediler. Helal olsun!..

Ve hep sözüm ona yasalardan, yasak koyucu ve uygulayıcılardan gelen sert dirençle karşılandılar. Gerçek vatanseverliğin anlamını unutmuş gözüken şekilci, şakşakçı bir yönetim ve onun uzantıları tarafından...

İşte son birkaç örnek. Çanakkale’nin Bayramiç ilçesine bağlı Karaköy’de bir altın madeninin sondaj alanına girip çalışmaları 80 saat engelleyen üç köylüye, mahkeme tarafından yedi bin dolarlık tazminat cezası verildi. (Milliyet, 2 Şubat). Burası hala T. C. olduğuna göre cezanın niye dolarla saptandığı bilinmiyor. Olasılıkla maden sahiplerinin yaşamları o birim üzerine kurulu, şikayetlerinde de ‘bilmem kaç bin dolar zarar ettik” demişlerdir. Eh, bu evrensel kapitalizm çağında küçük döviz hesaplarıyla uğraşmaktansa, o keratalar da bir döviz bürosuna gidip dolar satın alarak ödesinler cezalarını...Onlara müstahaktır!...

Yanı başındaki bir haberde ise Şırnak’taki sivil toplum kuruluşlarının Toptepe yakınına kurulması planlanan termik santrali protesto için yürüdükleri belirtiliyor. “Zehirli bir hayata hayır”, “Doğaya saygı”, “Sonunda yine biz kazanacağız”, “Maskesiz bir Şırnak için termik santrala hayır!” sloganları eşliğinde... Onların kaç bin dolar ödeyeceği henüz saptanmamış. Ama merak etmeyin, saygın adalet düzenimiz layık oldukları cezayı elbette verir!...

Kentte ise uğraş farklı. Henüz kentlerin ortasına santral veya baraj yapmıyorlar (Ama yakındır!). O yüzden büyük kenttekiler başka şeylerle uğraşıyor. Örneğin bir apartımanla. Evet, haberin başlığı “Şişli’de bir apartıman direniyor!” (Radikal, 2 Şubat). Bu, ünlü Lüküs Hayat operetinin “Şişli’de bir apartıman/ Yoksa eğer halin yaman” şarkısı değil. Tanınmış Türk mimarı Emin Necip Uzman’ın o ünlü şarkıya konu olmuş görkemli apartımanlarından biri sadece...1945-45 yıllarına ait. Ve sapasağlam ayakta.

Ama apartımanı bir inşaat şirketi almış. Ve binanın suyunu ve gazını keserek tüm kiracıları kovmuş. Bir tek Teğet Mimarlık bürosu dışında... Onlar çıkmıyor, çünkü binanın küçük bir çabayla güçlendirilebileceğini düşünüyorlar. 2012’de başvurup binayı ‘korunması gerekli kültür varlığı’ olarak tescil ettirmişler. Şimdiyse şirketin Afet Kanunu’nu kullanarak ve binayı olmadığı biçimde ‘tehlikeli’ göstererek yıkmak istemesi hangi akla sığıyor? Mimar Ertuğ Uçar şöyle demiş: “Ofiste bulunduğumuz 8 yıl içinde, civarda az bakımla ayağa kaldırılabilecek birçok apartıman yıkıldı. Şişli’nin özgün dokusunu oluşturan yapılar, bir bir çirkin otellere dönüşüyor”.

Görüyorsunuz: bu gidişle yakında Rey kardeşlerin ünlü operetini hatırlatacak  hiçbir bina kalmayacak. Vallahi bu adamlar öylesine doymaz ki, bunlara Paris’i versen, o kenti Paris yapan onca binayı da yıkıp yerine yenilerini yaparlar!... Afet Kanunu’na sığınan ve deprem korkusunu alabildiğine sömüren bu kentsel dönüşüm fırtınası üzerine gereken her şeyi, Quo Vadis İstanbul kitabımda söylemiştim. Ama kim okur, kim dinler?

Ancak görüldüğü gibi, artık Türkiye uyanıyor. Eğitimli mimarından dağdaki köylüsüne dek... Bunun seçim sandıklarına yansımayacağını sananlar ise sadece kendilerini aldatıyorlar. Ama takke düşecek, kel gözükecek. Çok az kaldı!...   

/ Atilla Dorsay

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder