Susuz Yaz’ın yerini Susuz Kış almış.
Ve aylardır yağmayan yağmura göllerimizin kötü kullanımı (en son bakınız:
Sapanca gölü), su kaynaklarımızın hovardaca harcanması, Batı’da dokunulmaz
sayılan ‘milli park’larımızın hem azlığı, hem de var olanların bile
yapılaşmadan uzak kalamaması, en güzel yaylaların gecekondulaşmaya açılması ve
gitgide çoğalan HES’ler gibi alaturka nedenler eklenince, görünen manzara hiç
de iç açıcı değil. Susuz Yaz’lar Susuz Yıllar’a dönüşmeye ve Türkiye’nin kaderi
olmaya doğru gidiyor.
Çevre sorunlarının, önümüzdeki yerel
seçimlerde başat bir rol oynaması beklenir. Çünkü Türk halkı her ne kadar
geleneksel olarak bu sorunlara ilgisiz gözükse de, bu artık değişiyor. Gezi
olaylarını yaratanlar yalnızca bir avuç aydın veya elit kesim insanı değildi.
Öğrencilerden emekçilere, ev kadınlarından emekli memurlara, sanatçılardan
serbest meslek sahiplerine çok farklı kesimler orada buluştular. Olayın tüm
ülkeye yayılması da, yine öyle geniş ve toplumsal çeşitlilik içeren kitleler
sayesinde mümkün oldu. Ve bugün artık her yerde ayağa kalkmış bir Türkiye
manzarası doğdu.
Bu genel tablo içinde, adına ‘köylü’
denerek küçümsenen (Atatürk’ün ‘milletin efendisi’ tanımına rağmen küçümsenen)
kesimin de büyük katkısı oldu. Bergama köylülerinin doğayı haincesine tahrip
eden altın arayıcılarına karşı direnip protesto eylemlerine geçmesi kaçıncı
yıldönümünü kutluyor?
Ve ardından sayısız örnek geldi. Köylü
vatandaşımız, biz kentlilerin hiç ummadığı biçimde ve ölçüde çevresine ve
memleketine sahip çıktı. Gün geçmedi ki bir yerlerde çevrenin sakinleri,
gerçekten de sakin insanlar olarak bilinen köylülerimiz, içinde yaşadıkları
cennet vatanı göz göre göre yok edecek
girişimlere karşı çıkmasınlar... O HES’lere, o santrallara, o barajlara, o
betonlaşmaya ve yeşil düşmanlığına karşı el ele kol kola direnmesinler... Onlar
köylüyü ve köylülüğü yücelttiler, kimi zaman biz kentlilere yol gösterdiler. Ve
bu kelimeye büyük Ata’yı çağrıştıran anlamlar yüklediler. Helal olsun!..
Ve hep sözüm ona yasalardan, yasak
koyucu ve uygulayıcılardan gelen sert dirençle karşılandılar. Gerçek
vatanseverliğin anlamını unutmuş gözüken şekilci, şakşakçı bir yönetim ve onun
uzantıları tarafından...
İşte son birkaç örnek. Çanakkale’nin
Bayramiç ilçesine bağlı Karaköy’de bir altın madeninin sondaj alanına girip
çalışmaları 80 saat engelleyen üç köylüye, mahkeme tarafından yedi bin dolarlık
tazminat cezası verildi. (Milliyet, 2 Şubat). Burası hala T. C. olduğuna göre
cezanın niye dolarla saptandığı bilinmiyor. Olasılıkla maden sahiplerinin
yaşamları o birim üzerine kurulu, şikayetlerinde de ‘bilmem kaç bin dolar zarar
ettik” demişlerdir. Eh, bu evrensel kapitalizm çağında küçük döviz hesaplarıyla
uğraşmaktansa, o keratalar da bir döviz bürosuna gidip dolar satın alarak
ödesinler cezalarını...Onlara müstahaktır!...
Yanı başındaki bir haberde ise
Şırnak’taki sivil toplum kuruluşlarının Toptepe yakınına kurulması planlanan
termik santrali protesto için yürüdükleri belirtiliyor. “Zehirli bir hayata
hayır”, “Doğaya saygı”, “Sonunda yine biz kazanacağız”, “Maskesiz bir Şırnak
için termik santrala hayır!” sloganları eşliğinde... Onların kaç bin dolar
ödeyeceği henüz saptanmamış. Ama merak etmeyin, saygın adalet düzenimiz layık
oldukları cezayı elbette verir!...
Kentte ise uğraş farklı. Henüz
kentlerin ortasına santral veya baraj yapmıyorlar (Ama yakındır!). O yüzden
büyük kenttekiler başka şeylerle uğraşıyor. Örneğin bir apartımanla. Evet,
haberin başlığı “Şişli’de bir apartıman direniyor!” (Radikal, 2 Şubat). Bu,
ünlü Lüküs Hayat operetinin “Şişli’de bir apartıman/ Yoksa eğer halin yaman”
şarkısı değil. Tanınmış Türk mimarı Emin Necip Uzman’ın o ünlü şarkıya konu
olmuş görkemli apartımanlarından biri sadece...1945-45 yıllarına ait. Ve
sapasağlam ayakta.
Ama apartımanı bir inşaat şirketi
almış. Ve binanın suyunu ve gazını keserek tüm kiracıları kovmuş. Bir tek Teğet
Mimarlık bürosu dışında... Onlar çıkmıyor, çünkü binanın küçük bir çabayla
güçlendirilebileceğini düşünüyorlar. 2012’de başvurup binayı ‘korunması gerekli
kültür varlığı’ olarak tescil ettirmişler. Şimdiyse şirketin Afet Kanunu’nu
kullanarak ve binayı olmadığı biçimde ‘tehlikeli’ göstererek yıkmak istemesi
hangi akla sığıyor? Mimar Ertuğ Uçar şöyle demiş: “Ofiste bulunduğumuz 8 yıl
içinde, civarda az bakımla ayağa kaldırılabilecek birçok apartıman yıkıldı.
Şişli’nin özgün dokusunu oluşturan yapılar, bir bir çirkin otellere dönüşüyor”.
Görüyorsunuz: bu gidişle yakında Rey
kardeşlerin ünlü operetini hatırlatacak
hiçbir bina kalmayacak. Vallahi bu adamlar öylesine doymaz ki, bunlara
Paris’i versen, o kenti Paris yapan onca binayı da yıkıp yerine yenilerini
yaparlar!... Afet Kanunu’na sığınan ve deprem korkusunu alabildiğine sömüren bu
kentsel dönüşüm fırtınası üzerine gereken her şeyi, Quo Vadis İstanbul kitabımda
söylemiştim. Ama kim okur, kim dinler?
Ancak görüldüğü gibi, artık Türkiye
uyanıyor. Eğitimli mimarından dağdaki köylüsüne dek... Bunun seçim sandıklarına
yansımayacağını sananlar ise sadece kendilerini aldatıyorlar. Ama takke
düşecek, kel gözükecek. Çok az kaldı!...
/
Atilla Dorsay
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder