27 Nisan 2015 Pazartesi

Köy ve Sosyal Hareketlilik

Türkiye'nin uzun yıllardan beri devam edegelen kalkınma çabalarına rağmen, hala belirleyici özelliğinin, bir yarı-gelişmiş ülke olmak olduğu bilinmektedir. Buradaki "yarı-gelişmiş" ibaresi ile kast edilen şeyin, "ziraat toplumu" olmaktan çıkıp "sanayi toplumu" olma yolunda limit bir çizgiye, ya da bir eşik değere ulaşılmamış olması anlamını mündemiç bulunduğunu söyleyebiliriz.

Nitekim 1927 yılında genel nüfus içerisinde yüzde 76 olan köylü nüfus oranı, 70 yıl sonra ancak yüzde 45 civarına indirilebilmiştir. Geriye kalan yüzde 55'in de birçok bakımlardan 'köylü' karakteri taşıdığı göz önüne alınacak olursa, ülkemizin hala bir ziraat toplumu olmaktan, ya da "köylülük"ten tam manasıyla halas olamadığı ileri sürülebilir. Zira bu oran gelişmişlik limiti için aşırı derecede yüksektir. Yukarıda sözü edilen sanayileşme yolundaki "belirli bir limit çizgi", ya da diğer bir ifade ile "sanayileşmenin eşik değerleri"nden birisi de köy nüfusunun genel nüfusa oranının yüzde 10 civarına indirilmiş olmasıdır. Filhakika, bu oran gelişmiş -yani sanayileşmiş- ülkelerin oranı olup, Avrupalı sanayi ülkelerinde bunun da altındadır.


KÖY, KÖYLÜ, KÖYLÜLÜK

Köy kavramını karakterize eden belli başlı unsurlar "iskan", "nüfus", "ekonomi" ve "kültür" olarak özetlenebilir. Kısaca ifade edildikte köy, iskan ve nüfus olarak, büyük yerleşim merkezlerinin dışında meskun, az nüfuslu; ekonomik olarak, küçük ve şahsi aile arazilerinde kapalı tarımsal üretim yapılan, artı-değer üretilemeyen veya çok az üretilebilen; yani kendi ürettiği ancak kendi geçimini karşılayabilen; kültürel olarak ise, genellikle kapalı toplum kültürünü haiz bir kırsal sosyal birim olarak tanımlanabilir. Köy ve köylülük, bir başka kırsal (rural) yaşam biçimi olan çiftçilikten farklıdır. Çiftçilik, geniş anlamında köylülüğü de tazammun etmekle beraber, dar ve spesifik anlamında, geniş arazilerde büyük ölçekte tarımsal üretim yapan, artı-değer üreten yani kendi ürettiğinin ancak küçük bir kesrini kendi geçimine hasredip, geriye kalanı piyasaya sürebilen bir ekonomik üretim tarzı anlamındadır. Gelişmiş ülkelerdeki kırsal nüfusun büyükçe bir kısmının da köylülükten ziyade çiftçilik kategorisine dahil edilmesi gerektiği göz önüne alınmalıdır.


KÖY VE DEĞİŞME

Hem sosyoloji ve hem de tarih felsefesi, köy ve köylülük ile ilgilenmiştir. Modern tarım sosyolojisinin kurulmasından önceki dönemlerde, köylülük hakkındaki kanaatler, genellikle "ebedi köylülük" olarak adlandırılır. Ebedi köylülük, köylülüğün bütün sosyal değişmeler karşısında statükocu olarak görülmesinin bir ifadesidir. Özellikle W.H. Biehl'e göre, burjuvazi ve işçi sınıfları toplumun gelişmesini temin eden "hareket kuvveti" olmasına karşılık; aristokrasi ve köylüler, toplumun "değişmez kuvveti" hükmündedirler.

Vakıa bu fikir yeni olmayıp, eskiden beri savunulmaktadır. Birçok düşünür tarafından köyün ve köylülüğün "durağan" yapısına dikkat çekilmiştir. Bütün antikçağ filozofları, köyü görmezlikten gelerek tüm dikkatlerini şehre çevirmişlerdir. Platon, köylüleri işçiler ile birlikte -buradaki "işçi" ibaresi kavramsal olarak sanayi dönemindekinden çok farklı bir anlam içermektedir- toplumun en alt tabakasında bulunan insanlardan addetmekte ve tasarlamış olduğu ideal devlet düzeninde onlara, bir bedendeki ayaklar gibi en aşağı seviyede bir rol yüklemektedir. Türk filozofu Farabi, köyü "eksik topluluk" olarak nitelendirmekte ve "hayrın efdali ve kemalin alası şehirden ufak olan topluluk merkezlerinde değil şehirlerde elde edilebilir." demektedir. Oswald Spengler, bütün tarihi hareketlerin şehirlerde vuku bulduğunu, köylülüğün "tarihi olmayan" bir sosyalogu olduğunu ileri sürmekte, köyü bir nevi anakronik addetmekte, tarih kavramını sadece şehire hasretmektedir. Bütün ihtilal stratejisini toplumun dinamik gücü, devrimin motoru olarak kabul ettiği Proletarya üzerine kurgulayan Lenin, köylüleri "ihtilalin ayak bağı" olmakla itham etmektedir.

"Durağan köylülük" olarak da isimlendirilmesi mümkün olan ebedi köylülük tezinin, köyü bütün sosyal hareketler karşısında katıksız bir duyarsızlık sahibi, gelişmeler ve değişmeler karşısında adeta bir katı "frenleyici kuvvet" rolü üstlenmekle, hatta bir nevi "medeniyet-karşıtı" olmakla itham etmesi kuşkusuz çok aşırı bir iddiadır. Nitekim, modern tarım sosyolojisi, köyün, ebedi köylülük tezi taraftarlarınca ileri sürüldüğü gibi sosyal hareketlilik karşısında kesin ve frenleyici kuvvet rolü üstlendiği iddiasını, ampirik vakıalara istinad ederek reddetmekte ve köyün, sosyal hareketliliklerden muhtelif şekillerde etkilendiğini ileri sürmektedir. Köyün sosyal hareketlilik (mobilite) ile olan bu ilişkisi, Türkiye bakımından da ciddi bir önem taşımaktadır.

Ancak, buradan hareketle, ebedi köylülük tezinin, köy hakkındaki bu iddiaları temelli yanlış olduğu gibi bir sonuca varmak da başka bir yanlışlık olacaktır. Köy, toplumsal hareketlerin tümüyle dışında olmayıp onlardan etkilenmektedir; ama tarihteki hemen bütün önemli sosyal hareketlerin birer "şehir hareketi" olduğunu söyleyen Spengler pek de haksız sayılmaz.

Yani, sosyal hareketlilik açısından menşein, merkezin ve asıl muharrik (motor) merciin "şehir" olduğunu söylemek doğru kabul edilmelidir. Köyün sosyal hareketlilik ile olan hemen bütün ilgi ve bağlantıları, şehir ile olan ilgi ve bağlantılarının bir fonksiyonudur. Gerçekten de, yeni ve farklı bir sosyal oluşumun, yani "sosyal değişme"nin başlangıcı daima şehir, bitişi ise köydür. Bir sosyal değişim köy menşeli görünse dahi, bu değişme, mutlaka şehir ile irtibatlıdır. Organizmacı bir metafora teşebbüs edecek olursak, köyler, adeta bir gövdedeki parmak uçları gibidir; kanın, en geç parmak uçlarına ulaşması gibi, sosyal değişmeler de en geç köye ulaşır. Burada köyün, ebedi köylülük tezi taraftarlarınca oldukça ileri bir hadde götürülmekle beraber büyük bir doğruluk payı taşıyan bir özelliği dikkat çekmektedir: Köy, hemen daima, sosyal hareketliliklerin, "yeni"nin karşısında bir direnme kaynağı ve "eski"nin sığınağı olmuştur.

Köyün bütün değişmeleri karşısında ilgisiz, tamamiyle içine kapanık, her türlü değişmeyi reddedici olduğu iddiası bütünüyle kabul edilir nitelikte olmamakla beraber sosyal değişmelerde cer rolünü üstlenenin köy değil şehir, sosyal değişme katarında şehirin lokomotif, köyün de son vagon olduğu ampirik ve tarihi bir vakıadır. Hiçbir ideoloji, hiçbir felsefe, hiçbir sanat akımı "kapalı toplum" (secret society) olan köyden çıkmaz. Bütün ideolojiler, felsefeler, fikirler ve "devrimler" için merkez, "açık toplum" (manifest society) olan şehirdir. Keza, hiçbir "devrim" köyden çıkmış değildir; köyden, olsa olsa zavallı ve çaresiz "köylü isyanları" çıkar ve bunlar da daima trajik bir şekilde bastırılırlar.

"Merkez" olan şehirden başlayan her sosyal hareketlenme gibi çığır açıcı bütün toplumsal oluşumlar, yani "devrimler" de zamanla dalga dalga çevreye yayılarak en sonunda, "muhit" olan köye ulaşır. Ne var ki, köye ulaşan bu devrim dalgasının şehirdeki ile arasında önemlice bir 'faz farkı' oluşmuş, 'genliği' çok düşmüş, 'virtüöz' yanı tahrip olmuş, deforme bir hal almıştır.

Fakat köye gelerek yerleşen, sanki hep ezelden beri mevcutmuşcasına bir sabitlik hissi uyandıracak kadar durağan bir karaktere, statükoya kavuşan ve "köylü" olan bu dalganın bir de geri çekilmesi vardır. Bir sosyal hareketlilik dalgasının geri çekilmesi, esas itibariyle bir sosyal değişmeden başka bir şey değildir; eskiyi yerinden oynatan, yerine bir şekilde başka ve farklı bir şey ikame etmeye çalışan her toplumsal kımıldama, bir toplumsal değişmedir. Köye kadar gelip yerleşen ve statükoya kavuşan belirli bir sosyal oluşum, bir başka yeni sosyal hareketlenme tarafından yeniden oynatılır; "geri çekilme" budur.

Bu geri çekilme işleminde bu prosedür ters (invers; makus) çalışmaya başlar. Zira, yukarıda da sözü edildiği üzere, köy, sosyal hareketlilik katsayısı düşük olduğu için statükoya çok meyyaldir, bu yüzden de oraya bir kere yerleşenin yerinden edilmesi zorlaşmaktadır. Ancak, bu hususta şu şekilde bir trajik durumla karşılaşıldığını da belirtmek icap eder: Köy, "eski" için bir "sığınak"tır; ama "son sığınak"tır. Köye sığınan bir sosyal olgu, artık "bitme" noktasına gelmiş kabul edilebilir. Bunun içindir ki, geri çekilme işlemi esnasında, bir inanç, bir ideoloji için en sonra geldiği, en geç girdiği köy, en son sığınma melcei olurlar. Bu itibarla köy, toplumu yerinden oynatan hareketler karşısında başka yerlerdeki bütün direnme gücünü kaybeden ideolojiler ve inançlar için son savunma hattını, son savunma ve direnme noktasını oluştururlar.


KÖY VE DİN VEYA "KÖYLÜ DİNİ"

Aynı keyfiyet dinler için de geçerlidir; hiçbir din köyden doğmamıştır, hiçbir peygamber köylü değildir. Her din şehirden doğar, en sonra köye ulaşır. Eğer bir dinde bir şekilde bir çekilme olursa, onun da son sığınma melcei yine köy olmaktadır. Yani köy, aynı zamanda dinlerin de son savunma hattını, son savunma ve direnme noktasını oluştururlar.

Eğer bir din, şehirde iddialarını kaybedip de köye iltica etmişse, bu o din için son derece kritik ve trajik bir durum hasıl olması demektir. Bu trajedinin iki veçhesi vardır: Birincisi, o dinin niteliksel olarak büyük bir irtifa kaybetmesi demek olan bir hale tebdil olmasıdır ki bunun adı kısaca "köylü dini"dir. İkincisi ise şudur: Köye sığınan bir dinin sırtı duvara dayanmıştır; gidecek başka bir yeri kalmamıştır, ya bir "uruc" yapacak, ya bir "reaya kültürü"ne dönüşecek, ya da ömrünü ikmal ederek tarih sahnesinden çekilecektir.

/ Durmus Hocaoglu
* Marmara Ün. Atatürk Eğitim Fak. Öğr. Üyesi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder