Nitekim 1927 yılında genel nüfus
içerisinde yüzde 76 olan köylü nüfus oranı, 70 yıl sonra ancak yüzde 45
civarına indirilebilmiştir. Geriye kalan yüzde 55'in de birçok bakımlardan
'köylü' karakteri taşıdığı göz önüne alınacak olursa, ülkemizin hala bir ziraat
toplumu olmaktan, ya da "köylülük"ten tam manasıyla halas olamadığı
ileri sürülebilir. Zira bu oran gelişmişlik limiti için aşırı derecede
yüksektir. Yukarıda sözü edilen sanayileşme yolundaki "belirli bir limit
çizgi", ya da diğer bir ifade ile "sanayileşmenin eşik
değerleri"nden birisi de köy nüfusunun genel nüfusa oranının yüzde 10
civarına indirilmiş olmasıdır. Filhakika, bu oran gelişmiş -yani sanayileşmiş-
ülkelerin oranı olup, Avrupalı sanayi ülkelerinde bunun da altındadır.
KÖY, KÖYLÜ, KÖYLÜLÜK
Köy kavramını karakterize eden belli
başlı unsurlar "iskan", "nüfus", "ekonomi" ve
"kültür" olarak özetlenebilir. Kısaca ifade edildikte köy, iskan ve
nüfus olarak, büyük yerleşim merkezlerinin dışında meskun, az nüfuslu; ekonomik
olarak, küçük ve şahsi aile arazilerinde kapalı tarımsal üretim yapılan,
artı-değer üretilemeyen veya çok az üretilebilen; yani kendi ürettiği ancak kendi
geçimini karşılayabilen; kültürel olarak ise, genellikle kapalı toplum
kültürünü haiz bir kırsal sosyal birim olarak tanımlanabilir. Köy ve köylülük,
bir başka kırsal (rural) yaşam biçimi olan çiftçilikten farklıdır. Çiftçilik,
geniş anlamında köylülüğü de tazammun etmekle beraber, dar ve spesifik
anlamında, geniş arazilerde büyük ölçekte tarımsal üretim yapan, artı-değer
üreten yani kendi ürettiğinin ancak küçük bir kesrini kendi geçimine hasredip,
geriye kalanı piyasaya sürebilen bir ekonomik üretim tarzı anlamındadır.
Gelişmiş ülkelerdeki kırsal nüfusun büyükçe bir kısmının da köylülükten ziyade
çiftçilik kategorisine dahil edilmesi gerektiği göz önüne alınmalıdır.
KÖY VE DEĞİŞME
Hem sosyoloji ve hem de tarih
felsefesi, köy ve köylülük ile ilgilenmiştir. Modern tarım sosyolojisinin
kurulmasından önceki dönemlerde, köylülük hakkındaki kanaatler, genellikle
"ebedi köylülük" olarak adlandırılır. Ebedi köylülük, köylülüğün
bütün sosyal değişmeler karşısında statükocu olarak görülmesinin bir ifadesidir.
Özellikle W.H. Biehl'e göre, burjuvazi ve işçi sınıfları toplumun gelişmesini
temin eden "hareket kuvveti" olmasına karşılık; aristokrasi ve
köylüler, toplumun "değişmez kuvveti" hükmündedirler.
Vakıa bu fikir yeni olmayıp, eskiden
beri savunulmaktadır. Birçok düşünür tarafından köyün ve köylülüğün
"durağan" yapısına dikkat çekilmiştir. Bütün antikçağ filozofları,
köyü görmezlikten gelerek tüm dikkatlerini şehre çevirmişlerdir. Platon,
köylüleri işçiler ile birlikte -buradaki "işçi" ibaresi kavramsal
olarak sanayi dönemindekinden çok farklı bir anlam içermektedir- toplumun en
alt tabakasında bulunan insanlardan addetmekte ve tasarlamış olduğu ideal
devlet düzeninde onlara, bir bedendeki ayaklar gibi en aşağı seviyede bir rol
yüklemektedir. Türk filozofu Farabi, köyü "eksik topluluk" olarak
nitelendirmekte ve "hayrın efdali ve kemalin alası şehirden ufak olan
topluluk merkezlerinde değil şehirlerde elde edilebilir." demektedir.
Oswald Spengler, bütün tarihi hareketlerin şehirlerde vuku bulduğunu,
köylülüğün "tarihi olmayan" bir sosyalogu olduğunu ileri sürmekte,
köyü bir nevi anakronik addetmekte, tarih kavramını sadece şehire
hasretmektedir. Bütün ihtilal stratejisini toplumun dinamik gücü, devrimin
motoru olarak kabul ettiği Proletarya üzerine kurgulayan Lenin, köylüleri
"ihtilalin ayak bağı" olmakla itham etmektedir.
"Durağan köylülük" olarak da
isimlendirilmesi mümkün olan ebedi köylülük tezinin, köyü bütün sosyal
hareketler karşısında katıksız bir duyarsızlık sahibi, gelişmeler ve değişmeler
karşısında adeta bir katı "frenleyici kuvvet" rolü üstlenmekle, hatta
bir nevi "medeniyet-karşıtı" olmakla itham etmesi kuşkusuz çok aşırı
bir iddiadır. Nitekim, modern tarım sosyolojisi, köyün, ebedi köylülük tezi
taraftarlarınca ileri sürüldüğü gibi sosyal hareketlilik karşısında kesin ve
frenleyici kuvvet rolü üstlendiği iddiasını, ampirik vakıalara istinad ederek
reddetmekte ve köyün, sosyal hareketliliklerden muhtelif şekillerde
etkilendiğini ileri sürmektedir. Köyün sosyal hareketlilik (mobilite) ile olan
bu ilişkisi, Türkiye bakımından da ciddi bir önem taşımaktadır.
Ancak, buradan hareketle, ebedi
köylülük tezinin, köy hakkındaki bu iddiaları temelli yanlış olduğu gibi bir
sonuca varmak da başka bir yanlışlık olacaktır. Köy, toplumsal hareketlerin
tümüyle dışında olmayıp onlardan etkilenmektedir; ama tarihteki hemen bütün
önemli sosyal hareketlerin birer "şehir hareketi" olduğunu söyleyen
Spengler pek de haksız sayılmaz.
Yani, sosyal hareketlilik açısından
menşein, merkezin ve asıl muharrik (motor) merciin "şehir" olduğunu
söylemek doğru kabul edilmelidir. Köyün sosyal hareketlilik ile olan hemen
bütün ilgi ve bağlantıları, şehir ile olan ilgi ve bağlantılarının bir
fonksiyonudur. Gerçekten de, yeni ve farklı bir sosyal oluşumun, yani
"sosyal değişme"nin başlangıcı daima şehir, bitişi ise köydür. Bir
sosyal değişim köy menşeli görünse dahi, bu değişme, mutlaka şehir ile
irtibatlıdır. Organizmacı bir metafora teşebbüs edecek olursak, köyler, adeta
bir gövdedeki parmak uçları gibidir; kanın, en geç parmak uçlarına ulaşması
gibi, sosyal değişmeler de en geç köye ulaşır. Burada köyün, ebedi köylülük
tezi taraftarlarınca oldukça ileri bir hadde götürülmekle beraber büyük bir
doğruluk payı taşıyan bir özelliği dikkat çekmektedir: Köy, hemen daima, sosyal
hareketliliklerin, "yeni"nin karşısında bir direnme kaynağı ve
"eski"nin sığınağı olmuştur.
Köyün bütün değişmeleri karşısında
ilgisiz, tamamiyle içine kapanık, her türlü değişmeyi reddedici olduğu iddiası
bütünüyle kabul edilir nitelikte olmamakla beraber sosyal değişmelerde cer
rolünü üstlenenin köy değil şehir, sosyal değişme katarında şehirin lokomotif,
köyün de son vagon olduğu ampirik ve tarihi bir vakıadır. Hiçbir ideoloji,
hiçbir felsefe, hiçbir sanat akımı "kapalı toplum" (secret society)
olan köyden çıkmaz. Bütün ideolojiler, felsefeler, fikirler ve
"devrimler" için merkez, "açık toplum" (manifest society)
olan şehirdir. Keza, hiçbir "devrim" köyden çıkmış değildir; köyden,
olsa olsa zavallı ve çaresiz "köylü isyanları" çıkar ve bunlar da
daima trajik bir şekilde bastırılırlar.
"Merkez" olan şehirden
başlayan her sosyal hareketlenme gibi çığır açıcı bütün toplumsal oluşumlar,
yani "devrimler" de zamanla dalga dalga çevreye yayılarak en sonunda,
"muhit" olan köye ulaşır. Ne var ki, köye ulaşan bu devrim dalgasının
şehirdeki ile arasında önemlice bir 'faz farkı' oluşmuş, 'genliği' çok düşmüş,
'virtüöz' yanı tahrip olmuş, deforme bir hal almıştır.
Fakat köye gelerek yerleşen, sanki hep
ezelden beri mevcutmuşcasına bir sabitlik hissi uyandıracak kadar durağan bir
karaktere, statükoya kavuşan ve "köylü" olan bu dalganın bir de geri
çekilmesi vardır. Bir sosyal hareketlilik dalgasının geri çekilmesi, esas
itibariyle bir sosyal değişmeden başka bir şey değildir; eskiyi yerinden
oynatan, yerine bir şekilde başka ve farklı bir şey ikame etmeye çalışan her
toplumsal kımıldama, bir toplumsal değişmedir. Köye kadar gelip yerleşen ve
statükoya kavuşan belirli bir sosyal oluşum, bir başka yeni sosyal hareketlenme
tarafından yeniden oynatılır; "geri çekilme" budur.
Bu geri çekilme işleminde bu prosedür
ters (invers; makus) çalışmaya başlar. Zira, yukarıda da sözü edildiği üzere,
köy, sosyal hareketlilik katsayısı düşük olduğu için statükoya çok meyyaldir,
bu yüzden de oraya bir kere yerleşenin yerinden edilmesi zorlaşmaktadır. Ancak,
bu hususta şu şekilde bir trajik durumla karşılaşıldığını da belirtmek icap
eder: Köy, "eski" için bir "sığınak"tır; ama "son
sığınak"tır. Köye sığınan bir sosyal olgu, artık "bitme"
noktasına gelmiş kabul edilebilir. Bunun içindir ki, geri çekilme işlemi
esnasında, bir inanç, bir ideoloji için en sonra geldiği, en geç girdiği köy,
en son sığınma melcei olurlar. Bu itibarla köy, toplumu yerinden oynatan
hareketler karşısında başka yerlerdeki bütün direnme gücünü kaybeden
ideolojiler ve inançlar için son savunma hattını, son savunma ve direnme
noktasını oluştururlar.
KÖY VE DİN VEYA "KÖYLÜ DİNİ"
Aynı keyfiyet dinler için de
geçerlidir; hiçbir din köyden doğmamıştır, hiçbir peygamber köylü değildir. Her
din şehirden doğar, en sonra köye ulaşır. Eğer bir dinde bir şekilde bir
çekilme olursa, onun da son sığınma melcei yine köy olmaktadır. Yani köy, aynı
zamanda dinlerin de son savunma hattını, son savunma ve direnme noktasını
oluştururlar.
Eğer bir din, şehirde iddialarını
kaybedip de köye iltica etmişse, bu o din için son derece kritik ve trajik bir
durum hasıl olması demektir. Bu trajedinin iki veçhesi vardır: Birincisi, o
dinin niteliksel olarak büyük bir irtifa kaybetmesi demek olan bir hale tebdil
olmasıdır ki bunun adı kısaca "köylü dini"dir. İkincisi ise şudur:
Köye sığınan bir dinin sırtı duvara dayanmıştır; gidecek başka bir yeri kalmamıştır,
ya bir "uruc" yapacak, ya bir "reaya kültürü"ne dönüşecek,
ya da ömrünü ikmal ederek tarih sahnesinden çekilecektir.
/
Durmus Hocaoglu
* Marmara Ün. Atatürk Eğitim Fak. Öğr.
Üyesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder