Sosyal Medya gezilerim esnasında sevgili
İsa AKIN kardeşimizin sayfasında rastladığım kadim dostum Kadir AKIN’a ait bir
fotoğraf beni bu konuya sevk etti. O günlerde Çetirlik mahallemizde iki yaşıtım
/ kanka’m vardı. Bunlardan biri Nurinin Hüseyin diğeri de Hatiplerden Ahmetin
Kadir idi. Aynı zamanda ilkokul arkadaşım olan bu iki genç adeta tüccar
zihniyetli idi. Nurinin Hüseyin, okul zamanı okulda, bizim köyde nadir bulunan
kış armudu (cörtük) satarken Kadir ise işi biraz daha ileri götürüp yani tüccar
gibi alım-satım yapar; çarşıdan aldığı şeker, sakız, ayna-tarak, oyuncak vb.
şeylerin satışını yapardı, düğünlerde bayramlarda.
Alaçam’da bakkal dükkanı açan Muhtar Ali
Rıza BAKİOĞLU’ nu saymazsak köyümüzde “bakkal” şeklinde çalışan tek kişi
Celalin Ahmet idi. ( Bkz:
http://akbulutkoyu.blogspot.com/2014/01/bakkal-ahmet-daynn-ardndan.html ) Bunun dışında
evinin bir köşesinde sigara, sakız, iğne iplik türü gıldır-gıcık şeyler
satanlar da vardı. Küçüklüğümden aklımda kalan ilk satıcı Mendünün Orhan AY
idi. Sakız satardı. Bir tavuk yumurtası ya da mevsimine göre topladığımız
“cagala”lar karşılığında. (O sakızlar ki “ece” markasında kare şeklinde olup
içinden ayrıca vesikalık boyutunda renkli “artist” fotoğrafları çıkar, bir
hevesle biz de onları biriktirirdik. O fotoğraflardan birini -ki o Türkan Şoray
idi- cüzdanımda kalmış. Hani adettir, insan cüzdanında nüfus cüzdanı, para,
aile ve arkadaş fotoğrafları taşırlar ya!... İşte bunun gibi o fotoğraf,
ortaokulda bir arama esnasında
öğretmenin eline geçmiş, fotoğraf yırtılmakla kalmamış hoca “ne lan bu,
annenin fotoğrafı yerine bunu mu saklıyorsun” diyerek, elleri dert görmesin iki
de tokat aşk etmişti suratıma. O günden sonra cebimde cüzdan taşımaya tövbe
etmişimdir.)
Bir bakkal gibi geniş ürün yelpazesine
sahip olmasalar da köylünün ufak tefek ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde
satış yapanlarımızdan bazıları, geçirdiği kaza sonrası sakatlanan Raif Yılmaz,
Haspinin Alison… Konu açılmışken çarşıda sergi açıp alım-satım yapanlarımızdan
da bahsedecek olursak benim aklımda kalan Nadirin Yılmaz YAPRAK idi. Tuhafiye
üzerine çalışırdı zannederim. Muhtar Sunay’ın oğlunun da festivallerde sergi
açtığını biliyoruz.
Paranın icadından evvel insanlar, takas /
değiş-tokuş / trampa yani mal ile mübadele / değişim sistemini kullanıyorlardı.
Önceleri köye gelen bir satıcı sattığı ürünün karşılığında para yerine arpa,
buğday, mısır gibi tarım ürünleri alırdı. Mesela, sahil kesiminde oturan
köylüler köyümüze karpuz getirirler karşılığında onlarda bulunmayan incir
meyvesi alırlardı. Dağ köylerinden at sırtında tenekelerle kiraz satanlar
gelirdi köyümüze. O gün köyümüzde nadir yetişen kiraz bizim için lüks bir meyve
idi. Şimdi dalında kuruyup - kurtlanıyor da yiyeni bulunmuyor.
Çerçiliğin ortaya çıkış sebeplerinden en
önemlisi ulaşımın zor olduğu, alışveriş yapmanın kolay olmadığı yerlerde
yaşayanların ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Neticede köyümüze satış için
gelenler düzensiz satıcılar idi. Çünkü köyümüz şehir merkezine o kadar da uzak
değildi. 8-10 km’lik yolu yürüyerek de olsa çiğner gider, ihtiyaçlarımızı alır
gelirdik.
***
Dünyaca ünlü Kırgız edebiyatçısı Cengiz AYTMATOV, “Ak Gemi” adlı romanında bahseder bu seyyar satıcılar / çercilerden. Ön okumalarımda aklımda kalan “Maşin-Mağaza” adı hep beynimi kurcalayıp durmuştu. Geçenlerde oturup (daha doğrusu yatarak) yeni baştan okudum “Beyaz Gemi”yi. Maşin’i meşin olarak algılayıp arkası “meşin brandalı satış arabası” olarak okuduğum romanın sonunda maşin’in Kırıgızca’da “motor” olduğunu öğrendim. Yani “motor mağaza.” Romanda anlatılan hikâye zaten bizim hikâyemizdi. Isık Göl’den başlayan ve Karavul dağının eteklerinden geçip sarp kayalık ve dar geçitleri aşarak ulaşılan Santaş köyünde seyyar satıcı (çerçi) ile yapılan pazarlıklar ve yaşananları okurken eskiden köyümüze gelen seyyar satıcılarla köylümüzün yaşadıkları geldi gözümün önüne. Örneğin bize bohçacılar gelirdi, bir minibüs dolusu ve köy içine dalarlardı birer ikişer. Kadınlarımız bu rengârenk kumaş-basma-pazenler karşısında kendilerini tutamaz hepsini açtırıp bakarlar, parasızlıktan alamayıp öylece bakakalırlardı. Hatta bir keresinde Suriye ve Lübnan’dan bile taksiyle gelip satış yapanlar vardı. Dışarıdan gelenlerin kumaşları daha bir canlı renkliydi ve yaldır yaldır parlıyor, göz alıyorlardı. Pahalı kumaşlardı ki köylü güç yetirip alamaz, nasıl oluyorsa, mesela, elli liradan açılan fiyat ine ine beş on liraya kadar düşerdi de bu defa da köylü “neden bu kadar çok ucuz veriyor, bir kusuru mu var” diye düşünerek almaktan vazgeçerdi.
***
Köyümüzde kullanılan bir “çer-çöp” ifadesi
vardır. Çöpü biliyoruz da bu “çer” neyin nesi ola ki? (Eskiden “Neyin nesi”
ifadesini “Ne innesi” diye telaffuz ederdik.) Aynı zamanda “döküntü, süprüntü”
diyebileceğimiz bu “çer çöp” ifadesindeki “çer” çöp olmayıp işe yarar şey
anlamındadır. Tarımsal üretim yapılan yerlerde döküntüler süpürülüp bir yere
biriktirilir ve içinden işe yarar olanlar (çerler) seçilip ayıklanır ve geriye
kalan işimize yaramaz olanlar (çöpler) çöplüğe atılırdı.
Türkçe sözlükte Çerçi; “Köy, Pazar gibi
yerlerde ufak tefek eşyalar ve tuhafiye eşyaları satan kişi.” şeklinde
tanımlanmaktadır. Buna göre “öteberi ya da kalabalık yapan eşya” anlamına gelen
çer çöp deyimi de buradan gelmektedir.
Bir diğer benzer tanımda da Çerçi; “boncuk,
iğne, lastik, makas gibi tuhafiye eşyaları yanında akla gelebilecek birçok
eşyayı köy, pazar ve benzeri yerlerde dolaşarak satan gezginci esnaf” olarak
tanımlanmaktadır.
Çerçi kelimesinin etimolojisi üzerinde bilimsel çalışmalar yapılmakta ve özetle Çerçi kelimesinin “sergici ve yaymacı” kelimelerinden türetildiği kabul edilmektedir. Satacağı ürünleri, tezgah niyetine yere serdiği bez üzerine dizip, serip, yayıp” sergileyerek/göstererek satan kişi.
Aslı çer olup bu işi yapana da -cı meslek
ekiyle “çerçi” demek kafi iken dilbilgisi konusundaki çıkmazlarımız
(cahilliğimiz) nedeniyle bir -ci meslek eki daha vererek bu mesleği yapanları
“çerçici” olarak isimlendiriyoruz. Kök kelime olarak “çer”i değil de “çerçi”yi
dikkate alanların düştükleri hata ise bu mesleği “bakkal, kasap, manav vb.”
takısız meslek olarak algılamalarıdır. Dil yâremiz işte. Şâkinin çoğulu eşkiya
olup, biz bu çoğul kelimeye bir -lar çoğul eki daha ekleyerek eşkiyalar
dediğimizde söylediğimiz söz “şakilerler” gibi gülünç bir ifade olmaktadır.
Tıpkı çocukların bakkal amcalarına “bakkalcı” demeleri gibi…
Kelime, Farsçada “carcı” yani
"haberci, münadi" ve Moğolcada “çertçi” yani "parça,
kırıntı" anlamlarına gelmektedir. Bu tanımlamayla da anlaşılıyor ki
Çerçilerin ufak tefek şeyler satmalarının yanında toplum içinde üstlendikleri
bir başka fonksiyonları da “ulakçılık” yani haber ulaştırmadır. Bir köyden bir
köye giderken gördüğü, duyduğu şeyleri gittiği yerdekilere hikâye ederken ister
istemez köyler arası haber taşımış olmaktadır. Çerçilik mesleğinin ortaya çıkış
nedenlerinden biri olarak saydığımız “ulaşımın zor olduğu, alışveriş yapmanın
kolay olmadığı yerlerde yaşayanların ihtiyaçlarının karşılanması”na bu haber
ulaştırma işini de ekleyebiliriz. Günümüzde çerçiliğin halen yaşadığı bölgeler
netice itibariyle ulaşımın zor olduğu yerlerdir. Hatta bu isimde yerleşim
yerlerimiz bile vardır. Örneğin, ilçemiz Alaçam ile Sinop ili Durağan arasında
bulunan, Durağan’ın “Çerçiler” köyü gibi.
Sebebi ne olursa olsun Çerçilik, Eski
çağlardan beri yapılan bir iş koluydu. Ulaşım araçlarının gidemediği yerlere
at, eşek ya da katır ile tüketicinin ayağına giden bu satıcılar her türlü zor
doğa ve iklim şartlarına direnerek işlerini yaparlardı.
Yeni ortaya çıkan Çerçilik türleri ve
günümüzdeki uzantılarına artık günümüzde şehirlerde de rastlıyoruz. Halk
arasında Nayloncu olarak anılan plastik eşya satıcıları ile eskicilerden halen
takas sistemi ile çalışanlar bile var. Evde kullanılmayan bir eşyayı verip çamaşır
mandalı almak gibi. Yani seyyar satıcılık ile bugünün eskicilik gibi
mesleklerin fikri çıkış noktası çerçiliktir. Yine şehirlerde ortaya çıkan “bir
milyoncu” esnafı çerçilikten zuhur eden bir meslektir. Bu işin zirve yaptığı
son nokta ise AVM ve AVYM denen büyük alış veriş ve yaşam merkezleridir. Mikro
boyuttaki çerçi heybesinden makro boyuttaki market kültürü arasında hacim
dışında bir fark yoktur. İşleyiş aynıdır.
Çerçilik, bir süpermarket gibi her çeşit
ürün bulundurma gayreti içindeyken bunun da zamanla uzmanlık alanları
doğmuştur. Bohçacılar, tespihçiler, esanscılar çerçilik çeşitlerine birer
örnektir.
Çerçilik, bu toprakların samimi ve sıcak
kültürü içinde yetişen esnaflığın çıkış noktasıdır. Çerçilik, kaybolan
meslekler arasında sayılsa da günümüzde değişim geçirerek, modern
yapılanmalarla yeni ticari alanlarda tüm hızıyla sürmektedir. Çerçilik, tıpkı
nalbant, bakırcı, semerci, kalaycı ve saraç vb. meslekler gibi yeni kuşaklar
için yabancı bir deyim özelliğine bürünecektir.
İşte, köyümüzde bu kadim geleneği sürdürme gayreti içinde ola Hatibin Ahmetin Kadir bu yönüyle kayda değer bir köylümüzdür. O, diğer meslektaşları gibi at, eşek, katır ve arabayla köy köy gezmez, omzunda heybe taşımaz ama koluna taktığı “kolçağa” ve elindeki torbaya doldurduğu şeker, çiklet, şişürtme (balon), düdük, mantar tabancası, çatapat, torpil ya da kız kaçıran, ayna, tarak, saç tokası, küçük naylon top, araba ve daha birçok küçük bakkaliye ve iğne iplik gibi tuhafiyelerle düğün bayram gibi nedenlerle oluşan “cemiyet” içinde yer alarak toplumsallığın gereği olan bir boşluğu doldurup, “evsük” tamamlayarak ihtiyaçlarını giderdiği aileleri ve oyuncaklarla çocukları sevindirir, özellikle çocuklar bu sayede ikinci bir bayram yaşarlardı.
13 Mayıs 2021
/Çetin KOŞAR
***
Dünyaca ünlü Kırgız edebiyatçısı Cengiz AYTMATOV, “Ak Gemi” adlı romanında bahseder bu seyyar satıcılar / çercilerden. Ön okumalarımda aklımda kalan “Maşin-Mağaza” adı hep beynimi kurcalayıp durmuştu. Geçenlerde oturup (daha doğrusu yatarak) yeni baştan okudum “Beyaz Gemi”yi. Maşin’i meşin olarak algılayıp arkası “meşin brandalı satış arabası” olarak okuduğum romanın sonunda maşin’in Kırıgızca’da “motor” olduğunu öğrendim. Yani “motor mağaza.” Romanda anlatılan hikâye zaten bizim hikâyemizdi. Isık Göl’den başlayan ve Karavul dağının eteklerinden geçip sarp kayalık ve dar geçitleri aşarak ulaşılan Santaş köyünde seyyar satıcı (çerçi) ile yapılan pazarlıklar ve yaşananları okurken eskiden köyümüze gelen seyyar satıcılarla köylümüzün yaşadıkları geldi gözümün önüne. Örneğin bize bohçacılar gelirdi, bir minibüs dolusu ve köy içine dalarlardı birer ikişer. Kadınlarımız bu rengârenk kumaş-basma-pazenler karşısında kendilerini tutamaz hepsini açtırıp bakarlar, parasızlıktan alamayıp öylece bakakalırlardı. Hatta bir keresinde Suriye ve Lübnan’dan bile taksiyle gelip satış yapanlar vardı. Dışarıdan gelenlerin kumaşları daha bir canlı renkliydi ve yaldır yaldır parlıyor, göz alıyorlardı. Pahalı kumaşlardı ki köylü güç yetirip alamaz, nasıl oluyorsa, mesela, elli liradan açılan fiyat ine ine beş on liraya kadar düşerdi de bu defa da köylü “neden bu kadar çok ucuz veriyor, bir kusuru mu var” diye düşünerek almaktan vazgeçerdi.
Çerçi kelimesinin etimolojisi üzerinde bilimsel çalışmalar yapılmakta ve özetle Çerçi kelimesinin “sergici ve yaymacı” kelimelerinden türetildiği kabul edilmektedir. Satacağı ürünleri, tezgah niyetine yere serdiği bez üzerine dizip, serip, yayıp” sergileyerek/göstererek satan kişi.
İşte, köyümüzde bu kadim geleneği sürdürme gayreti içinde ola Hatibin Ahmetin Kadir bu yönüyle kayda değer bir köylümüzdür. O, diğer meslektaşları gibi at, eşek, katır ve arabayla köy köy gezmez, omzunda heybe taşımaz ama koluna taktığı “kolçağa” ve elindeki torbaya doldurduğu şeker, çiklet, şişürtme (balon), düdük, mantar tabancası, çatapat, torpil ya da kız kaçıran, ayna, tarak, saç tokası, küçük naylon top, araba ve daha birçok küçük bakkaliye ve iğne iplik gibi tuhafiyelerle düğün bayram gibi nedenlerle oluşan “cemiyet” içinde yer alarak toplumsallığın gereği olan bir boşluğu doldurup, “evsük” tamamlayarak ihtiyaçlarını giderdiği aileleri ve oyuncaklarla çocukları sevindirir, özellikle çocuklar bu sayede ikinci bir bayram yaşarlardı.
/Çetin KOŞAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder