Eskiden köylerde ekmeklerimiz ocakta pişirilirdi. Gerek saç üstünde yapılan yufka, yağlı, cızlak, patıl ve mısır ekmekleri olsun, gerekse kızgın yağda pişirilen "bişi" olsun ve gerekse tava ve külde pişirilen çörekler olsun tek ocak olmasına rağmen köylümüz bundan çeşitli yöntemlerle çeşitli ekmek üretmesini bilmiştir.
Zamanla değişen teknoloji sayesinde köylerimiz soba ve kuzinelerle tanıştı. Özellikle Rize ili Pazar ilçesinden gelen "İLAZ GÜZİNELERİ" ni anmadan geçmeyelim. Yetmedi, elektrikli fırınlar (davul, turbo ve mikrodalga) hayatımıza girip, evlerimizin bir köşesine kuruldular.
Tüm bu teknolojik imkanlara rağmen dışarıda kalan ve gözümüzü ondan bir türlü alamadığımız "Gara Furun" dediğimiz taş fırınlarımız vardı.
Bugün, köylümüz ve kentlimiz, fırıncı esnafı (hatta unlu gıda sanayii) sayesinde "ekmek etme" sorununu halletmiş görünsede aslında yeni teknolojiler bu konuda bize çözüm değil sorun üretmiş durumdalar. Çamaşırlarda aranan beyazlık ekmekte de aranmış daha düne kadar yediğimiz siyah ama lezzetli ekmeklerin yerini beyaz ama içi - dışı boşaltılmış (ruşeymi - kepeği alınmış) ekmekler aldı. Artık beslenmiyor adeta semirtilen kurbanlıklar gibi şişiriliyoruz. (Obezite!). İşin garibi, köyde üretilen buğdaylarımız hasat ile birlikte un fabrikalarına rehnediliyor, bize de ihtiyacımız olan un "fabrikasyon un"lardan veriliyor. Yetmedi, fırıncılar, köylere her gün ekmek servisi yapıyor.
Dönelim köyümüze....
Köyümüzde eskiden fırın kültürü yaygındı. Her ailede olmasa da bu işe hevesli ailelerin avlusundaki mimari eserlerden birisi de bu taş fırınlardı. (Diğerleri ev-tam, samanlık, salaç, serender, pin...)
Ekmek pişirmek gibi asıl işlevi yanında çeşitli mahsül (mısır, fasülye, meyve kurusu vb.) kurutma işinde de kullanılan bu fırınlar adeta köyün ortak mülküymüş gibi kulkanılırdı. Küçüklüğümde hatırladığım Fikrücüğün [Fikri YILMAZ(1905-1984)] fırını vardı Yukarıköyde. Analarımız, Ninelerimiz önceden anlaşırlar hamurlar mayalanır, odunlar taşınır ve erkenden fırın yakılıp tavlanır, o gün herkes sırayla sabahtan akşama kadar gün boyu "ekmek eder"ler, selelere, çuvallara doldurulan bu somunlar ekşiyip bayatlamadan, bozulmadan günlerce dayanırdı. Tabi bu esnada, etrafa yayılan o mis gibi ekmek kokusunu alan bizlere de sanki oradan tesadüfen geçiyormuş gibi yapıp o somunlardan koparıp "ıscak ıscak" yemek düşerdi.
***
KÖR KUYULARA FIRIN YAPMAK
Kimin fikriydi bilmiyorum ama Rahmetli Hikmet USTAOĞLU(1929-1975) dayımların eviyle bizim evin arasında, eskiden tütün dikmelerinde kullanılmak üzere kazılan bir su kuyusu vardı. Su kuyusu dedimse bildiğimiz puvar değil tabi, obruk gibi geniş bir şeydi. Yağmur sularının biriktirildiği bir göl. İçi toprakla dolsa da bugün bile hâlâ duruyor. Zemini ak toprak (kireçli) olduğu için aslında su da tutmazdı. Hatırlıyorum da Rahmetli Hanife USTAOĞLU (1929-2011) halamla birlikte ninem Hanife KOŞAR(1910-2008) bu kör kuyunun bir duvarına oyulmuş Fırını kullanmak için ateş yakmışlar fakat baca sistemi olmadığı için kuyu içinde duman dumana kimse kimseyi göremez olmuş, gerekli yanma sağlanamadığı ve ısıtılamadığı için bir daha kullanmamışlardı.
Kullanılmaya kullanılmaya körelen bu kuyunun içinde şimdi bir incir ağacı büyümüştür. Kökleri kuyu dibinin derinliğinde olduğundan olsa gerek bu ak incir yapraklarını dökse de kış ortasına kadar uzun süre meyve vermeye devam etmektedir.
***
KIZGIN FIRINDA BİR KIZ ÇOCUĞU
Bu fırınlarda yapılan bir diğer önemli iş ise "fırınlanmış mısır unu" elde etmekti. Bu işlemde fırınlanan un değil mısırın bizzat kendisidir. Henüz koçanından ayrılmamış mısırlar koçanıyla birlikte fırınlanır / kurutulur / kavrulur ondan sonra çitlenip değirmende öğütülerek fırınlanmış mısır unu elde edilirdi. Tabi bu undan gerek saçta ve gerekse tavada yapılan ekmeklerimiz de tadından yenmezdi. Fırında mısır kurutmayla ilgili bir anımı da paylaşayım.
Merhum Raif YILMAZ(1902-1984)'ın da fırını vardı. Bir gün bu fırında biz de mısır kurutuyorduk. Fırın sıcaklığı tam ayarlanamamış galiba biraz yüksekti ki mısırlar yanmaya dönmüşken hemen çıkarmamız icabetti. Aceleyle "çek çek" dediğimiz kürekvâri alet kırılmasın mı? Çaresiz, Rahmetli Gülbahar YILMAZ (1928-2010) abam, kızı Birsen'e o kızgın fırının içine girip içerİdeki mısırları eliyle fırının ağzına ittirmesini istemişti. Daha sonra ailemize gelin olarak gelecek olan Birsen abamın fırının içindeki o yüzü gözü kıpkırmızı olmuş halini hiç unutamıyorum. Ayak tabanları ne haldeydi bilmiyorum ama kızgın somakları eliyle fırının ağzına doğru atarken bir yandan da yanan parmaklarını o kızgın fırının içinde üfleyerek soğutmaya çalışıyordu.
Ve bu insanlar, başkaları için katlandıkları onca zahmet ve meşakkatten asla yüksünmediler adeta hiç bir şey olmamış gibi davrandılar. Merhametli olmak ve iyilik etmek insanımızın ruhuna işlemiş olduğu o günler işte bu yüzden çok güzeldi.
3 Mayıs 2021
Çetin KOŞAR
Fotoğraf: İsa Akın
Çetirlik'ten Hatiplerin Fırını.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder