8 Temmuz 2009 Çarşamba

Köylü Sözlük: YUMAK


huseyinyesil75
 Bir Merasimde Sevgi Yumağı Oluşturmuş El Örgüsü Kazaklı Köylülerimiz


Yumak : Yuvarlak biçimde sarılmış iplik, yün vb. şey.

Eskiden birkaç tür yumağımız vardı. Biri eskiyen el örmesi kazaklarımızın tekrar dokunmak üzere sökülmesi sırasında iplerinden yaptığımız yumaklar. Diğeri, yine eskiyen fabrika dokuması “fistan, entari, göynek, gömlek, pontul” gibi giyim eşyası ve yatak yorgan yüzü, çarşaf gibi eşyalarımızı el dokuması kilim yapmak için, kurdele gibi uzun şerit halinde kesip yaptığımız yumaklar. Bir diğeri, tütün tongalarını dikmekte kullandığımız keten iplikleri makaralarından çözüp, her tongada kullanacağımız uzunluk miktarınca yaptığımız küçük yumaklar. Tütün dizme ve dikiş dikme iplerimiz “makaralı” olurdu. Ancak, ipin karaborsaya düştüğü 70’li yıllarda pamuktan mamul tütün ipi bulamadığımız zamanlarda ya da tütünlerin çok kaba olduğu “orta kırma” zamanlarında pamuk ipleri bu tütünleri çekemez kırılırdı da bunların yerine yumak halinde keten ipler aldığımız da olurdu. Yumak denince akla gelen bir yumak daha vardır ki bu da ahırdaki hayvanları tımar ettiğimiz tarakta biriken kıllardan yaptığımız toplar, kıl yumaklarıdır.

Eskiden insanlarımız, hep birlikte gecesini gündüzüne katarak sürekli çalışır, didinir, durur fakat bir türlü zengin olamazdı. Bu nedenle moda nedir bilmez, eskiyen elbiselerini “yamalar”, yama da yırtılırsa “yamayı da yamalar” yani “yama üstüne yama” vurarak yine aynı elbiseyi kırk yamalı da olsa giymeye devam ederdi. O zamanlarda pantolonlara bir “yama vurma” işi vardı ki, pantolonun oturulan arka kısmının tamamı ile ön tarafın kasıktan başlayıp dizkapağı altına kadar olan kısmı boydan boya yamalanırdı.

Yırtıklar ve sökükler dikilir, eskiyerek delinenler yamanır ama hiçbir giyecek atılmazdı. Soğuk kış günlerinin gömlek üstüne giyilen kolsuz el dokuma kazaklarımız kim bilir kaç kere sökülüp tekrar tekrar örülmüştür annelerimiz tarafından. Babanın kazağından sağlam kalan iplerle çocuk için daha küçük bir beden kazak örülürken bazen de renkleri faklı olsa da iki çocuk kazağından anne kendisine ya da babaya önü farklı arkası farklı renkte olan bir kazak örebilmekteydi. Eldeki mevcut ip yetmezse ilave olarak pazardan bir iki yumak yeni ip alınır ve kazağın örülme işi tamamlanırdı.

Eski kazaktan sökülen ipler örgü nedeniyle eğri büğrü olurlardı. İşte bu ipleri yumak yaparken bu kıvrımları düzelsin diye oldukça sıkı bir şekilde sarardık. Kopan yerlerine attığımız düğümler dışında ipimiz fabrikadan yeni çıkmış gibi dümdüz olurdu.

Köy işlerinin hafiflediği kış günlerinin bir diğer uğraşı alanı ise artık iyice eskimiş olan kumaş türü giyeceklerimiz ve diğer eşyalarımızın makasla kırpılıp kilim malzemesi yapılmasıydı. İp gibi upuzun olması için dikkatle kesilen bu giysilerden elde edilen şeritler yine elde dikilerek ucu ucuna eklenir, top büyüklüğünde yumaklar yapılırdı.

Bu yumuklar, renklerine göre tasnif edilir. Çarşıdan alınan kumaş boyasına ilaveten dere kenarlarında bulunan “kızılağaç” dediğimiz bir tür ağacın kabuk ve “purç” denilen meyveleriyle kaynatılarak çeşitli renklendirme işlemine tabi tutulur; beyaz, sarı, yeşil, mavi, siyah vb. bildiğimiz renklerin her tonundan yeni renk elde edilirdi. Tabi renklendirme işlemi sırasında yumaklar açılır çile yapılırdı. Boyalama ve kurutma işi bittikten sonra da tekrar yine yumak yapılarak dokunma zamanına kadar bekletilirdi.

Daha ziyade “yolluk” tipinde elde dokunan bu kilimler hasır üstüne serilerek özellikle misafir odalarında kullanılırdı. Köyümüzde bunun dokuma işini yapan yoktu. Dışarılarda birilerine yaptırılırdı. Diğer odalarda, doğal hasır bitkisinden elle dokunmuş hasırlarımız vardı. Bu hasırları her aile kendisi yani annelerimiz dokurdu.

Tütün bağlama yani tonga yapma işi ise erkeklerin işiydi. Her tonga için avuç içi kadar yumaklar yapılır, tütün çuluyla birlikte tonga sandığına yerleştirilen iplerin uçları dışarıda kalır, yığma işi bittikten sonra “çuvaldız” denilen kocaman iğne yardımıyla tongalar bu iplerle sıkıca dikilirdi.

Kazak yumakları olsun, kilim yumakları olsun bunları sarıp sarmalarken bize oyunlarıyla eşlik eden birileri vardı. Tahmin ettiğiniz gibi bunlar kedilerdi. Oyun konusunda özellikle kedi minekleri (yavruları) bizi gülmekten kırıp geçirirlerdi. Bizlerden uzakta olan yumaklar, uçan kaçan haşerelerin takibi ve yakalanmasıyla görevli bu hayvanların ilgisini çekerdi. Diğer zamanlarda çocukların hayvanlarla oynamasında kullandıkları araçlardan bir tanesi de yumak tipi oyuncaklar olurdu.

Köy hayatının üretmeye mecbur bıraktığı oyuncaklardan biri de hiç şüphesiz kıl yumağından yaptığımız pinpon topu büyüklüğündeki yumaklar yani toplarımızdı. Bu topların hammaddesi tararken elde edilen hayvan kılı ya da tüyleridir. Bilindiği gibi ahırdaki hayvanların özellikle öküzlerin, toz, toprak, kir pas ve en önemlisi de bit, pire, kene (sakurga) gibi asalaklardan korunması amacıyla her gün tımar (kaşınma, tarama) işleri olurdu. Bu tarama esnasında tarağın (kaşağı) dişleri arasında biriken kıllar atılmaz bir kenarda biriktirilir. Bilahare arasındaki yabancı maddeler ayıklanır hatta sabunlu suda yıkanıp temizlenir kurumaya bırakılırdı. Yeteri derecede biriken bu kıllar elde ovularak tıpkı “keçe” yapar gibi bir işleme tâbi tutulurdu. Bu yöntemle kıllar birbirinin içine girerek hafif bir yumuşaklığı olan sıkı bir top olurdu. Genellikle ceviz büyüklüğünde yaptığımız bu toplar pinpon topu gibi zıplar, gerek tek başımıza duvara karşı ya da iki kişiyle karşılıklı atıp – tutma şeklinde oynardık. Futbol topu büyüklüğünde yaptığımız kıl yumakları ne yazık ki gerek topun ağır oluşu ve gerekse yerdeki suyu çamuru hızlı bir şekilde emip tuttuğu için reğbet görmemişti.

Yumağın bir diğer kullanılış şekli de “yıkamak” anlamındadır ki bu konuya “Yunmak” bahsinde değinmiştik.

Yumağın bir de edat ve zarf olarak da kullanılan şekli daha vardır. En çok kullandıklarımız, “Sevgi yumağı”, "Duygu yumağı", "Komiklik yumağı", "Heyecan yumağı" şeklinde sürüp gider.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder