Egemen güçlerin, dünya üzerinde istedikleri gibi at oynattıkları bir dönemde bu ideolojilerin esiri olmuş vatan evlatları düşman yerine bir birleriyle savaşa tutuşmuşlardı. Ülke bir iç savaşın eşiğinden dönmüştü. Şartların olgunlaşmasından sonra örselenmiş demokrasimiz bir kez daha rafa kaldırılmıştı. Yanlış bir programlama sonucu, bir hiç uğrana, nice canları kurban verdiğimiz o kirli savaşın üstüne o günlerde kurgulanmış bir mizahi yazı.
Meydana gelen son olaylara dikkatle bakılacak olunursa, tavukların doğan istilaları karşısındaki bozguna uğrayışları hiç de iç açıcı değil ve bu durum da göz ardı edilemezdir.
Ne olmaktadır?
Her saldırıda tavuklar kayıp vermektedir. Ekmek kavgası verdikleri tarlalardan ilişkileri kesilmekte ve kümeslerine kapanmaya mecbur bırakılmaktadırlar.
Tavuklar birlik ve beraberlik içinde olsalardı ve bu istilalara karşı bir takım tedbirlere başvurma cesaretleri olsa idi hiçbir şey kaybedilmiş olmayacaktı. Oysaki tavukların bağımsızlıklarının yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olmaları, alıcı kuş ordularının yenilmezliğinin değil, tavuk milletinin korkaklığının ve ödlekliğinin bir sonucudur.
Doğanlar bu başarılarını neye borçludurlar?
Bunlardan bir tanesi, tavukların sahipleri tarafından başıboş ve korumasız bırakılmalarıdır. İkincisi; bu saldırılar karşısında tavuklar, düşman güçlerine karşı düzenli bir savunma yapamamaktadırlar. Kendini korumak isteyen her tavuk ne yazık ki sadece kendi çıkarını düşünmekte ve kurtuluşu bağırıp çağırarak, ortalığı bir birine katarak kaçmakta bulmaktadır. Üçüncüsü; düşman güçlerine karşı hiçbir yıldırıcı saldırı düzenlenememekte bu da onları pervasızlaştırmaktadır.
Rahatça gezip dolaşmak isteyen her tavuk kendi başının çaresine bakmak yerine kitle halinde bir harekâta geçmeleri halinde ancak üstünlük elde edebilirler.
Gerek istilacıların hakaret ve tehditleri ve gerekse bu saldırı politikaları bunların hâlâ Ortaçağ Derebeylik devrindeki yolu izlediklerini, aynı ırkçı ve yayılmacı politikayı benimsediklerini ve hayvanlar arası gelenek ve evrensel hayvan hakları beyannamesine aykırı olarak emperyalist ve sömürgeci bir zihniyetle gasp etme ve çalmalarının devam edeceğini ispatlamaktadır.
Birçok karışık sonuçlar doğuracağı belli olan bu saldırılarda doğanların tavukları hedef olarak seçmiş olmaları aslında bir tesadüf değildir. Bu seçim, tavukların belli bir çevre ile sınırlandırılmış bir arazi üzerindeki kısıtlı imkânları ile beslenmeleri, aç kalırlarsa sahipleri tarafından doyurulup beslenmeleri sebebiyle besili ve etli butlu oluşları ve bir de en önemlisi koşarak kaçmaktan başka hiçbir savunma imkânlarının olmayışındandır.
Bu noktada tavukların silahlandırılması konusu ister istemez gündeme gelip oturmakta ve gündemden düşmemektedir. Evet, tavuklar silahlandırılmalıdır.
Bunu nasıl yapmalı?
Bu işi en iyi şekilde becerecek olanlar ortadadır. ASU ve RSU. Bilindiği gibi bu iki iri ve üç harfliler ve yandaş kürekçileri el ele verip insanları bir birine düşmanmış gibi savaştırarak onlara silah üretiyorlar ve sürekli geliştiriyorlar. Kendi aralarında anlaşıp, birbirlerine karşı yapmacık tehditlerde bulunarak milletleri kandırmaya çalışan ve böylece onları taraflarına çekerek sömürmeye çalışmaktadırlar.
Durum böyleyken, yıllık yitirilen tavuk miktarınca tavuk, onlara rehin verilmek karşılığında tavuklar için doğanlara karşı kullanabilecekleri tipte silah geliştirmelerini isteyebiliriz.
Hele bir düşünsenize “Kalleşnikof” ve “sittirlan” marka silahlarla donatılmış tavukları… ve seyredin o zaman siz göklerdeki doğan ordularının perişan hallerini. Biri tepeden tavukları gözetlerken ötekiler yandan dalışa geçtikleri anda tavukların açtıkları seri ateş karşısında neye uğradıklarını şaşıran bu çapulcu sürülerine gereken cevap anında verilmiş olacaktır.
Her şey tavuklar için. Yeter ki tavuklar korkusuz yaşasınlar.
Yaşasın tavuklar! Kahrolsun tavuk düşmanları!
En büyük tavuklar. Başka büyük yok!
Bu kadar.
/Çetin KOŞAR
Ağustos 1985
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder